2011'de bianet'te yazdığım bir yazıda; Ağustos 2007’de polis gözetimi altında öldürülen Festus Okey'in davası için bir müdahillik çağrısı yapmıştım. Bu genç göçmenin hunharca öldürülmesine gıyaben tanık olan insanların davaya müdahillik davetlerini, "sanıklığa çağrı" olarak duyurmuştum. O gün, ırkçı bir cinayet karşısında almamız gereken "risk" buydu. Aldık da...
Niyetinin, siyasetinin tam tersi adlandırmalarla bizi kendi zekâ seviyelerine çekmeye çalışan cumhur ittifakının "Hayvan Haklarını Koruma Yasası", meclisten geçti. Hayvanlar da hakları da zerre yer almıyor bu yasada. Sonra pozlar verildi, kutlamalar yapıldı, maklubeler hüpletildi. Afiyet şeker ya da zehir zıkkım olsun, benim derdim o cenah değil. Benim derdim, BİZİZ!
Sokak hayvanlarının yaşam hakları konusunda mücadele eden birçok insan ya da örgüt, bu yasanın onaylanmasından sonra büyük bir infiale kapıldılar. Hak vermiyor değilim. Mücadele alanlarımız tıkandığında, haklarımız ve hatta canlarımız kitleniyor. Ama şu anda bu durum, basit bir ilkyardım müdahalesine ihtiyaç duyan herhangi bir canlının yanında panik yapmamıza benziyor. Bu bir risk bile değil artık, bir lüks. Yapamayız. Nasıl mizaca sahip olursak olalım, bir canı kurtarmak için o esnada sonsuz bir uyanıklığa sahip olmak zorundayız. Sunî teneffüs mü gerekiyor, Heimlich Manevrası mı, kalp masajı mı; çığlık çığlığa ortalığı ayağa kaldırmaktansa derhal bunları yapmalıyız. Tercihen değil, mecburen ayakta kalmamız gereken zamanlardır bunlar.
Yasa geçti. Şaşırmadık. Ben aslında bir ara meclisten bir 1 Mart 2003 performansı beklediğimi itiraf edeyim. O benim saflığımmış ve mümkün olmadı maalesef. O dönem, en büyük fireyi AKP vermişti üstelik. Genel Kurul'a katıldıkları halde, ABD'nin Irak'ı işgaline Türkiye'nin de destek vermesini içeren savaş tezkeresine "Hayır," demişlerdi. Diyebilmişlerdi. Bugün ise hem sistemin, hem de "Şahıs" İmparatorluğu'nun hiçbir özerk fikre izin vermediğini her alanda tecrübe ediyoruz.
Bu hükümet ki, cezaevlerindeki aşırı doluluk nedeniyle bir sürü katili, tecavüzcüyü, hırsızı uğursuzu kolaylıkla sokağa salıyor. bu hükümet ki, kendi çıkardığı yasaya en başta kendi uymuyor. Bu hükümet ki, çıkarmak için binbir takla attığı anayasayı delik deşik ettiği halde utanmadan yenisini yapmayı hedefliyor. Bu hükümet ki, çok önemsediğini söylediği çocuklar nedeniyle sokak hayvanlarını katlederken, o çocukları devlet, tarikat ve sermaye elinde öldürenlerin aklanması için elinden geleni ardına koymuyor.
Ama ben ne diyordum? "BİZ" diyordum. Biz ne yapacağız? Biz ne yapmalıyız?
Ertuğrul Kürkçü, yaptığımız bir söyleşide, Ekim Devrimi öncesinde işçileri örgütlemeye çalışanların teorilerinin zaman zaman pratikte yenilebildiğini anlatmıştı. Lenin'in teorisyenleri Bolşevikler'in karşısından çoğunlukla bozum olarak dönüyordu. İşçilerle görüşmelerden dönenler Lenin'e alabildiğine olumsuz raporlar veriyorlardı. Hayatın pratiğini teoriden daha fazla önemseyen Lenin, "işçilerin söylediklerini ikiletmeyin" diye bir ikazda bulunuyor ve planlarını da bu gerçeğe göre revize ediyordu. Ertuğrul Kürkçü'nün bütün bunları anlattıktan sonra söylediği şeyi hiç unutmadım: "Devrimin bilgisi sokaktadır."
Ben ne diyordum? "BİZ" diyordum...
Bizim yapacağımız, tıpkı yazının başında verdiğim örnekte olduğu gibi kapsamlı bir sivil itaatsizliği örgütlemektir. Hayatını solda konumlandırmış insanlar olarak bir devletin ya da hükümetin aldığı karanlık bir karara boyun eğmeyi aklımıza getiremeyiz. Dövünmek zamanı değil, direnmek zamanıdır. Bizi de, sevdiğimiz sokak canlarını da hiçbir yere tıkamayacakları kadar görkemli bir isyanı başlatma zamanıdır. Çıkardıkları yasadan sonra poz verenlere öfkelenmek yerine, can alanlara olan öfkemizi bilinçli bir şekilde yükseltme zamanıdır. Ne diyorduk: "Devrimin bilgisi sokaktadır."