Görsel: canva/fauxels
İçinden geçtiğimiz dönem için “Bilişim Çağı” tanımlaması yapılıyor ki, isabetlidir. Son 50 yıldan bu yana başlayan ve özellikle 90’lardan sonra çok büyük hız kazanan bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, dünyada köklü toplumsal değişimlere kaynaklık etmekte.
Tarihte her bir bilimsel buluşlar ve teknolojik gelişmeler, ilgili dönem toplumlarındaki üretim süreçlerini, tüketim biçimleri ve kültürlerini şu veya bu ölçüde etkilediler.
Ancak hiçbir teknolojik gelişme, bilişim çağı dediğimiz günümüz toplumlarında iletişim teknolojilerinin yarattığı değişimler kadar etkili, kapsayıcı ve belirleyici olmadı.
Örneğin sanayide buhar gücünün, dokuma tezgâhlarındaki ve metalürjideki buluşların, motor gücünün, Fordist (üretim bandı) sistemin devreye girmesi; iletişim alanında matbaanın, telgrafın, radyonun bulunması, dönemin toplumlarındaki üretim ilişkilerinin ve farklı iletişim biçimlerinin gelişmesini sağladı, ama hiç birisi dünya ölçeğinde toplumları kökten etkileyen ve kısa sürede dünyaya yayılan kapsayıcılığı olmadı. Hâlbuki bilişim teknolojilerindeki gelişmeler üretim ilişkilerinden kültüre, politik ve sosyal ilişkilerden zihinsel dünyalara kadar toplumda yön tayin edici oldular.
Üstelik kısa zaman diliminde bu gelişmeler dünyanın her tarafını kapsadılar. Bilgisayarlar, cep telefonları, internet, fiber optik iletkenler neredeyse 10-15 yıl içinde dünyanın en geri bölgelerine kadar yayıldılar. Kapitalizmin sermaye hareketleri bilişim teknolojilerinin hazırladığı uygun koşullar gereğince (her ne kadar sermaye kesiminin bir bölümünde küreselleşmeye bir direnme olsa da) küresel nitelik kazandı ve kapitalizm, kendini bu yolla yeniden üretti!
Bizlerin aklına kaldı
İletişim alanındaki bu devasa teknolojik gelişmeler bazı kolaylıklar sağlarken, bizleri pek farkında olmadığımız temel bir dönüşüme uğrattı: (Kelimenin uç anlamıyla) bizlerin aklını aldı!
Bir başka deyişle modernizmin temel özelliği olan rasyonalitenin mezarını kazdı. Böylece şeylerin test edilebileceği rasyonalitenin bir bakıma temsilcileri olan entelektüeller devri de bir tükeniş sürecine girdi. İçinden geçtiğimiz bu dönemde şeylerin içeriğinin boşaltıldığı, ama onun biçiminin çarpıtılarak örüldüğü bir zihniyet yapılanması sağlandı. Değerlerin yittiği, işitsel ve görsellikle sınırlı bir imaj çağı oluştu.
İçeriğin değersizleştiği yerde biçim, o şeyin tamamını kapsayacak şekilde öne çıkar. Bu durum kendini üç şekilde gösterir. Birisi şeyler simgeleşir ve iletişim, kısa cümleler ve aforizmalar yoluyla olur. Tweet dünyası ya da Facebook yorumları tam da böyle bir iletişimin zeminin hazırlar ve teşvik eder.
Üç beş cümleyle politika, edebiyat, felsefe yapıldığı sanılır. Bu iletişim ortamı kişiyi öyle bir sarıp sarmalar ki, kişi görüngüler dünyasını gerçeğin kendisi sanır. Okumak, araştırmak zahmetlidir. Hem bu hız çağında kim ona vakit ayıracak, değil mi? Tabi bu bir bahanedir!
Utanma duygusunu yitirmek
Diğeri, herkesin her şeyi bildiği gibi bir saçmalık ortalığı sarar. Başta televizyon olmak üzere iletişim araçlarında yorumcu vasfıyla bulunanların çok büyük bir bölümü hukuktan, sağlığa; politikadan sanata; ekonomiden dine, felsefeden teknolojiye, hemen her konuda görüş beyan etmeye kalkarlar. Yapılan aslında malumatfuruşluktur! İşin kötü yanı, bunların yüzleri de kızarmaz.
Çünkü utanma duygularını yitirmişlerdir! Bu durum yalnız iletişim araçlarında değil, en kötüsü eğitim-öğretim kurumlarında da kendini gösterir. Keskin bir tanım olacak okullar birer cehalet üretim merkezlerine dönüşür. Bu merkezlerden kendini kaptırmamış çok az sayıda üniversite kaldı!
Bir diğeri ise, kişinin bilgi ve ahlak dünyası gösterişlerle, imajlarla sınırlı hale gelir. Kişi kendi iç dünyasını geliştir(e)mediği için, kendini hep birilerine, bir şeylere benzetmeye ve simgeler yoluyla ifade etmeye çalışır. Rozetler, el işaretleri, armalar, giyim biçimleri, sosyal medyada adı için kullandığı simgeler, mahlaslar vs.
Bu da kişiyi sığlaştırır. Kişi kendini böyle ifade etmeye başladığında hakikatle bağ kuramaz. Hakikatle bağ kuramamak, kişinin gerçekle ilişkisinin sorunlu olmasından kaynaklanır ki, politikada bu durum kişilerin simgeler, sloganlar, biatler yoluyla körleşmesi olarak ortaya çıkar. Ve toplum, birer cemaatler topluluğuna döner!
Bireyin atomize olması
Burada ben bir eleştiriden çok, tespit yapmaya çalışıyorum. Gerçekten de bu durum her bir toplumda farklı düzeylerde yaşanıyor olsa da çağın temel bir sorunu. Toplum ve kişiler, iletişim ortamının böylesi ilişkilerinde bulunmalarından dolayı toptancı bir anlayışla suçlanamaz! Bu aşılabilir mi, nasıl aşılır? İşte sosyal bilimcilerin ders konusu!
Postmodern dönemde yaşadığımız en büyük sorunu bireyin atomize olması ve hakikat yitimidir! Ve bu hususun önemi başka birçok yazıyı gerekli kılıyor. Bu alanda yayınlanmış değerli kitaplar da mevcut.
Bilişim ve iletişim teknolojilerinin dünyada bu denli köklü kültürel ve zihinsel değişim yaratması, sanıyorum sosyal bilimler açısından çok ilginç olsa gerek. Dünün sosyal ve siyasal teorileriyle bugünü açıklamak yetersizdir, ama önemli olan bunların üzerine neler, nasıl inşa edilir? Elbette bu sorunun cevapları zamana muhtaçtır.
Postmoderniteyi bir açıdan egemenleri gizleyen bir perdeye, onların iktidarını tahkim eden araç gerece ve toplumda yarattığı yanılsamadan ötürü iktidar için güç sağlayan bir aküye benzetiyorum.
Yazımda sözünü ettiğim olumsuz anlamdaki zihinsel değişimi daha etkili ifade etmek için, değerli şair Şükrü Erbaş’ın nesir-dize karışımı bir şiirini alıyorum.
“Aynalar Pazarı”
“Cehalet bitti şükür! Bilgiyle bilgisizlik arasındaki o anlamsız ayrım kalktı! Artık herkes her şeyi biliyor. Artık herkes kendini şehvetle seviyor. Kaldıysa bir huzursuzluk, o da bilmeyenlerin bilenleri küçümsemesinden başka bir şey değil! Herkes bilgi zehirlenmesinden ölecek! İki söz arasında kir-çapak, aksırık-tıksırık, toz-pas gibi sesler duyulsa da, herkesin siyasetten iklime, aşktan ölüme, hukuktan petrole, karıncalardan kutuplara… büyük düşünceleri var!
Hatta şiir, müzik, resim… bilmek ne, hepsine kendi yüksek seviyelerinden sözler, sesler, renkler ekliyorlar.
Öyle yüce gönüllü ki herkes, kimse dehasını esirgemiyor.
Özel gazeteleri, televizyonları, sayfaları var! En az bir milyon fotoğrafını görmedikleri kimseyi önemsemiyorlar!
Bazıları “bu bir pornografi” dese de, onlara göre bu içtenlik. Hatta eşitlik. Dürüstlük.
Belki biraz yalnızlıktan söz edilebilir ama dünyanın kendilerinden yapıldığını hemen görüyorlar. Yedi milyar yalnızlık olur mu hiç?
“Şükür cehalet bitti! Kimse okumuyor, herkes yazıyor. Kimse öğrenmiyor, herkes biliyor. Kimse susmuyor, herkes konuşuyor. Kimse çekilmiyor, herkes ortada. Kimse kederlenmiyor, herkes şenlik. Kimse yere bakmıyor, herkes gökyüzü. Kimse sevmiyor, herkes arzu ediyor. Kimse gözyaşı değil, herkes küfür. Kimse eşik değil, herkes ufukların ötesi. Kimse gölge değil, herkes ışık.
“Tevazu bitti. İncelik bitti. Hatıra bitti. Gönül bitti. Şarkı bitti.
“Bir aynalar pazarı ki, yaşıyoruz işte…” Şükrü Erbaş
(HŞ/EMK)