Geçtiğimiz günlerde önemli bir gelişme oldu; 28 Mayıs 2015’de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye ofisinde “iş kazaları ve meslek hastalıklarının kayıt ve bildirimi” ile ilgili bir çalıştay düzenlendi. ILO ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB)’nın organizasyonu ve ILO’nun ev sahipliğinde gerçekleştirilen çalıştaya Dünya Sağlık Örgütü (WHO), ÇSGB, Sağlık Bakanlığı (SB)’nın ilgili birimlerinde çalışan değişik seviyedeki bürokrat ve teknik elemanları, sendika temsilcileri, konuyla ilgili meslek odaları temsilcileri ile bazı üniversitelerden akademisyenler dahil olmak üzere 60-70 kişilik bir katılım oldu.
Son yıllarda birçok alanda “moda” olan ve belli bir standardizasyonu olmayan katıldığım onlarca çalıştayda genelde başlangıçta programlı bir sunuş bölümü de hep vardı. Doğrusu bu konularda memlekette en çok konuşan-yazanlardan birisi olarak 10-15 dakikalık bir sunum hazırlığı yapmıştım. Ancak son güne kadar çalıştay programının somut son hali tarafıma ulaşmayınca kuşkulanıp konunun ilgileri ile telefon görüşmesi yoluyla programın detaylarını öğrendim. O zamana kadar çalıştayın yönetim şekli konusunda hiçbir bilgim olmadığı için bu vesileyle hem mederatörden haberdar oldum hem de çalıştay programı ve sunucusunun bunu uygun görmeyeceğini öğrendim.
Çalıştay, toplumun yakından tanıdığı eski bakanlarımızdan, şimdilerde “sorun çözme” konusunda oldukça deneyimli bir moderatör yönetiminde gerçekleşti.
Çalışma yaşamının belki de en çetrefilli noktası olan iş kazaları ve meslek hastalıkları kayıt ve bildirimi konusundaki temel sorunlar ve çözüm önerileri 5 ana başlık altında toplandı.
İlk aşamada 40 dakika içinde her bir katılımcıdan her seferinde 10-15 kelimeyi geçmeyecek kısa cümlelerle bir “beyin fırtınası” yaratılıp ortaya çıkan görüşler kayıt altına alındı. Doğrusu gözü kapalı olarak neresine dokunsanız tanımlamasının paragrafları alacağı devasa bir fil görünümündeki bu büyük alanın onlarca yıllık katmerleşmiş sorunlarının her birini 10-15 kelimelik sloganvari cümlelere sığdırmak çok kolay değildi. Nitekim öyle de oldu; kimi zaman mızmız yaramaz öğrenciler gibi elim havada kalarak “örtmenim ben, örtmenim ben” nidaları savurdum; kimi zaman söz gelince tahtaya çıktığında ezberini unutan öğrenciler gibi söyleyeceğim cümleyi tamamlayıncaya kadar sürem doldu.
Birkaç turda devam eden bu sorun belirleme, çözüm üretme macerası bende sistematik bir anlatım algısı bir türlü yaratamadı. Nihayetinde 23 yıldır hemen her aşamasının içinde olduğum böyle devasa bir konuyu dört dörtlük ifade edememenin iç sızısıyla ayrıldım çalıştaydan. Yıllar sonra bu kadar üst düzeyde, çok iyi niyetlerle hazırlandığını düşündüğüm bu çalıştayın bir şekilde devamının geleceği, mutlaka bu konuya artık bir hal çaresi bulunacağı sözleri de beni pek tatmin etmedi. Konu çalışma yaşamındaki herkesi ilgilendirdiği için bunu da açıkça tüm toplum kesimleriyle paylaşmak için bu yazıyı kaleme alıyorum.
Konunun bu çetrefil hale gelmesinde en önemli aktörler olarak gördüğüm küresel aktörlere açık bir mektup yazmak istedim. Böylece benim dışımda konuyla ilgili tüm toplum kesimlerden gelebilecek katkı ve eleştirilerle konuyu zenginleştirip küresel ve yerel sorumlu yetkililerin dikkatine sunmuş olmayı ümit etmekteyim. O nedenle bu yazıda iş kazaları (İK) ve meslek hastalıkları(MH)nın dünyadaki ve ülkemizdeki mevcut durumu ile bu alandaki öncelikli sorunları ve bunların çözüm önerilerimi normal entelektüel seviyedeki herkesin anlayacağı bir dille özetlemek istiyorum.
İş kazaları ve meslek hastalıklarının dünyada ve ülkemizdeki mevcut durumu
- Dünyada yılda 2.3 milyondan fazla kişinin çalışma yaşamındaki kazalar ve meslek hastalıklarından öldüğü tahmin edilmektedir. Bunun yüzde 86’sı (2 milyondan fazlası) meslek hastalıklarına, yüzde 14’ü (300 binden fazlası) iş kazalarına bağlıdır.
- Her gün basına yansıyan iş kazalarının (iş cinayetleri) 6 katından fazlası kayıtlara girmeyen işle ilgili (meslek) hastalıklara bağlıdır. Başka bir ifadeyle dünyada günde 5500 kişi, dakikada 4 kişi, 15 saniyede 1 kişinin meslek hastalıklarından öldüğü tahmin edilmektedir ancak bunlar kayıtlara girmemektedir.
- Ülkemizde yılda 2 bin civarında iş kazasından ölüm “saklanamadığı için” mecburen kayıt altına alınmaktadır; tahmin edilen gerçek rakam bunun en az iki mislidir.
- Ülkemizde yılda kayıt altına alınan işle ilgili meslek hastalıklarından ölüm sayısı 10 –on-dan azdır. Oysa işle ilgili hastalıklardan ölüm sayısının ülkemizde yılda en az 20 binlerde olduğu ILO yetkililerinin de ifadesidir.
- İş kazaları birer olaydır, adli olay olduğunda saklanmaları daha zor olduğu için tahmin edilen ölüm rakamlarına yakın rakamlar kayıtlara girebilmektedir.
- İş kazalarının ölümcül olmayanları, hafif olanları saklanabilmektedir. Özellikle “ramak kala” olaylar kayıt altına alınmamaktadır; 3 bin ramak kala olayın gizlenmesinin faturasının bir ölümcül kaza olduğu bilinen bir gerçektir.
- Dünyada yılda 160 milyon meslek hastalığı – işle ilgili hastalık; 330 milyon iş kazası olduğu tahmin edilmektedir.
- Meslek hastalıkları bir süreçtir; tahmin edilen rakamların yüzde 1’inden azı ancak kayıt altına alınabilmektedir.
- Örneğin Çin’de ILO tahminleri ile beklenen yıllık meslek hastalığı sayısının 20 milyondan az olmaması gerekirken 2011’de meslek hastalığı olarak kayıt altına alınanların sayısı 27.240’dır.
- Avrupa Birliği ülkelerinde değişik çalışmalarda tanı konulması gereken işle ilgili hastalık sayısının yılda 23 milyon civarında olması gerektiği ifade edilirken Avrupa Komisyonunun 2013’deki raporunda kayıt altına alınan meslek hastalığı sayısının 140 binden az olduğu resmi raporlara yazılmıştır.
- Bu nedenledir ki ILO 2013’de meslek hastalıklarını tüm dünyadaki en yaygın “gizli salgın” olarak tanımlamıştır. Bu nasıl bir gizli salgındır ki yılda 160 milyon kişiyi etkilemekte; bunların da 2.3 milyondan fazlası ölmektedir.
- Dünyada her yıl WHO birkaç bin kişiyi etkileyen “güdümlü viral salgınlar” için tüm dünyayı ayağa kaldırırken; dünyanın sağlığından sorumlu olması gereken WHO “milyonlarca kişiyi ilgilendiren böyle bir gizli salgında” neden onlarca yıldır sesini çıkarmamaktadır?
- Ülkemizde yıllık beklenen işle ilgili hastalıkların tahmini sayısı 200 binler civarındadır. Oysa kayıt altına alınan meslek hastalığı sayısı son yıllarda yüzlü rakamlara kadar “düşürülmüştür”. Çalışanlar dahil tüm toplum kesimlerinin sağlığından sorumlu olması gereken SB neden bu konuda kılını kıpırdatmamaktadır?
- Ülkemiz işle ilgili meslek hastalıkları bildirim sisteminin en kötü olduğu, meslek hastalıklarını kayıt altına almayı önleyici en ceberrut sisteme sahiptir. Mevcut sistemimiz meslek hastalıklarını saptama değil, “gizleme” odaklıdır.
- Ülkemizdeki meslek hastalıkları gizlenmesi sistemi 2012’de çıkarılan, topluma çok önemli bir yasa olarak sunulan ancak çıkarıldığı günden beri de onlarca değişiklikle daha da karmaşık hale getirilen iş sağlığı ve güvenliği (İSG) yasası ile doruğa ulaşmıştır.
Sorunlar
- Dünyada İK ve MH bildirim ve kayıt sorunu ILO’nun yıllardır terk edemediği 1919’lardan gelen kalıplaşmış anlayışında gizlidir:
* “maluliyet-tazminat-rüc’u odaklı yasal tanı” ve
* “liste sistemi”
- İş kazaları bir olaydır; hemen daima iş ortamında gelişir. Tespiti, bildirim ve kayıt altına alınması ülkelerin ÇSGB’nın kontrolü ve oluşturacakları sistemin bir sorunudur. İK’nın yeterince kayıt altına alınmamasının birincil sorumlusu ILO ve uzantısı olan üye ülkelerindeki ÇSGB’nın ilgili birimleridir.
- MH bir süreçtir. Saptanması, bildirimi, kayıt altına alınması hemen daima iş ortamı dışında, sağlık kurumlarında gerçekleşecek bir durumdur. Sorumlusu küresel anlamda WHO, ülkeler bazında da SB’dır.
- Meslek hastalıklarının tespit edilememesinin en büyük nedenlerinden biri ILO’nun 1930’lardan beri ısrar ettiği, zaman zaman göstermelik revizyonlarla güncelleştirdiği “liste sistemi” dayatmasıdır.
- ILO’nun yıllardır dayattığı liste sistemi ve bunun uygulaması tamamen “tazminat ve maluliyet” yani “sigorta – işveren koruma” odaklıdır.
- WHO bu sorunun pratiğine “bulaşmayarak” sorunun dünya genelinde katmerleşmesine yol açmaktadır. WHO zaman zaman ifade ettiği “sağlığı koruma” odaklı önerilerini hiçbir zaman yüksek sesle dile getirmemiştir. WHO 2007’de MH’nın en gelişmiş sistemlerde bile ancak yüzde 1-5’inin kayıt altına alındığını itiraf etmiş ancak bu söylemin eylemliliğe dönüşümünü sağlayamamıştır.
- Meslek hastalığı adı altında tek bir hastalık şablonu yoktur. Hastalıklar vardır, bunları oluşturan nedenler vardır. Hiçbir hastalık tek nedenli değildir. Çevresel, mesleki, kişisel vb en az 2’den fazla faktörün bir araya gelmesi ile hastalıklar ortaya çıkar. Tıbbi bilimsel gerçek bu iken meslek hastalıklarını “tek nedenli bir illiyet bağı” ve “liste sarmalı” ile kaplamak meslek hastalıkları tespitinin önündeki en önemli engeldir.
- En riskli çalışma ortamlarında bulunan herkeste hastalık oluşmayabileceği gibi en temiz ortamlarda bile “duyarlı” kişide işle ilgili hastalık ortaya çıkabilir.
- Meslek hastalıkları tanı ve bildirim sistemi bir “sağlık sistemi” sorunudur yani SB’nın sorumluluğundadır. Ancak dünyada WHO, ülkelerde de SB hep bu sorunu görmezden gelmişlerdir.
- Meslek hastalıklarının büyük bir kısmı çalışmaya başladıktan yıllar sonra hatta bir kısmı kişi emekli olduktan sonra bile ortaya çıkabilir.
- Her sağlık basamağında çalışan her hekim çevresel ve mesleksel maruziyetleri kayıt altına alamadığından işle ilgili meslek hastalıklarına tanı konulamamaktadır.
- Ülkemizde “sağlığı korumaya yönelik” bir iş kazaları ve meslek hastalıkları tıbbi bildirim sistemi yoktur.
- Ülkemizdeki bildirim sistemi “sigortayı koruma” odaklı olduğundan İK ve MH bildirimi Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’na yapılmaktadır.
- Ülkemizdeki bildirim sistemi “bildirmeme” odaklıdır. Bildirim yapan iş yerlerine sigorta müfettişlerinin gönderilmesi yoluyla bu işyerleri ve bu bildirimi yapan iş güvenliği uzmanı (İGU) ve iş yeri hekimi (İYH) zapturapt altına alınmaktadırlar.
- İK ve MH bildirimin yap(ma)makla yükümlü İGU ve İYH işverene “maaş dahil özlük hakları zinciri” ile bağlıdırlar.
- İK ve MH birer evrensel ve anayasal insan hakkı ihlali sorunudur. Dolayısıyla bunların görmezden gelinmesi ciddi bir insan hakları ihlalidir.
Çözümler
- Sorunun çözümü ILO’nun 2013’deki deklarasyonunun gereklerini yerine getirmesi, WHO ile beraber gerçek anlamda ciddi bir “paradigma değişikliği” yapmasında gizlidir.
- Bu sorunun çözümü ILO ve WHO’nun tüm dünyaya ülkelerin ÇSGB ve SB’nı devreye aktif sokacakları yeni bir “tıbbi” ve “yasal” sistem ile ancak aşılabilir.
- İş kazaları bildiriminin direk yapılması gereken ilk yer ÇSGB’nın iş sağlığı ve güvenliği birimleridir. Çalışan sağlığını korumak için hafif kazalar ve “ramak kala”lar da dahil ilk bildirimler SGK’na değil bu birime yapılmalıdır.
- İKMH sigorta sisteminin kaynaklarının büyük bir kısmı maluliyet-tazminat odağından çıkarılıp direk “çalışan sağlığını koruma” ya yönlendirilmelidir. Böylece sağlığı koruma alanında çalışan İGU ve İYH özlük haklarının işveren güdümünden kurtarılması sağlanmalıdır.
- İşveren güdümünden kurtarılacak İGU’nın tüm iş kazalarını kayıt altına alması; aynı şekilde İYH’nin de tüm işle ilgili hastalıkları oluşturulacak bir “tıbbi meslek hastalıkları tanı sistemine” dahil etmesinin yolu açılacaktır. MH bildirim sistemi “tıbbi bir nedensellik” sistemi olmak zorundadır.
- SB’nın oluşturacağı sistem ile her sağlık sunum basamağındaki her hekimin “çevresel ve mesleksel maruziyetleri” kayıt altına alması sağlanmalıdır. Böylece çalışma yaşamında bulunan milyonlarca risk faktörü ve tehlikenin sağlık üzerindeki orta ve uzun vadedeki etkilerinin izlemi sağlanacaktır.
Sonuçta, çalışma yaşamındaki sağlık ve güvenlik sorunlarının artık kökten ve kalıcı bir çözüme ulaşmasının zamanı çoktan gelmiş, geçmektedir. Bu konunun küresel aktörleri olan ILO ve WHO ile bunların yerel uzantıları olan ÇSGB ve SB sorumluluklarının gereklerini yerine getirmek, sınırlarını net belirlemek zorundadırlar. Küresel aktörlerce zaman zaman kişisel görüşmelerde dile getirilen “bizden devrim bekleme” tarzındaki ifadeler artık anlamsız hale gelmiştir; her iki küresel kuruluştan böyle bir şey bekleyen yok. Ancak öbür taraftan da çalışma yaşamında bilinen ve bilinmeyen binlerce, on binlerce tehlike çalışanların bir kısmını katliamlara varacak şekilde öldürmekte; kalanları da “maluliyet-tazminat-illiyet” sarmalı ile yıllarca süründürmektedir. Çalışma yaşamında giderek artacak tehlikelerin görünür kılınması isteniyorsa ILO ve WHO’nun bir an önce tüm ülkelerin en azından “tıbbi yaklaşım ilkelerinin” uygulanacağı bir çerçeve çizmeleri artık kaçınılmaz hale gelmiştir. (İA/HK)