Radikal gazetesinde okuduğum "önemli" bir haber daha önceleri de zaman zaman değindiğim bir konuyu yeniden ele almamı gerektirdi.
"İşçisi bizden 8 milyon fazla Britanya'nın iş kazaları faturası Türkiye'nin 20'de 1'i" başlıklı bu haberde Çalışma Bakanı'nın sunduğu bazı veriler sanayi açısından daha gelişmiş bir ülke olan İngiltere ile kıyaslanıyor ve iki ülke arasındaki "gelişmişlik farkı" ortaya konuluyordu. Haberde hem ülkemizde çok yoğun bir şekilde yaşanan iş kazalarına vurgu yapılıyor, hem bu konuda idarenin eksikleri en yetkili ağızdan ortaya konuluyor, hem de bir anlamda işçiden, çalışandan yana bir "muhalefet" sergileniyordu.
Doğrusu haber güzel ve iyi yazılmış bir haberdi. Ne var ki özellikle bakış açısı ve sunum yönünden çok önemli eksiklikleri de içeriyordu. "Türkiye'de iş kazaları, geçen yıl Tuzla tersanelerinde arka arkaya yaşanan ölümcül vakalarla gündeme oturmuştu. 2009'da bu nedenle yaklaşık 2 milyon işgünü kaybı yaşandığı tahmin ediliyor" şeklindeki alt başlık da ne yazık ki bu eksikliği tamamlayamıyor.
Amacım imzası olmasa da bu haberi yazanın yaptığını azımsamak ya da yok saymak değil; tersine bunları ortaya koymak ve vurgulamanın hem bu tür haberlerin kaynakları, hem de böyle haberleri yazanlar açısından yararlı olacağını düşünüyorum.
* * *
Tüm haber boyunca konuyla ilgili olarak ortaya konan iki gerçek rakamdan birincisi sorunun maliyeti olan yıllık "4 milyar lira" tutarındaki kayıp, diğeri de toplamı "2 milyon"a ulaşan iş günü kaybı.
Bir ekonomi habercisinin konuya bu noktaları önemseyerek bakması "doğal" gibi görünse de öyle değil. Çünkü iş kazası her şeyden önce "önlenebilir" durumdur ve ortaya çıkan sonuç ya "sağlığın" ya da bizde sıkça yaşandığı gibi "yaşamın kaybı"dır. Bir haber profesyoneli dünyaya bakış açısı ne olursa olsun, en üst amacı olan "insan"ı asla göz ardı etmemelidir.
Burada habercinin "empati" yapmasından söz etmiyorum. Mesleğinin en önemli amaç ve değerlerinden birisi olan "insan"ı gözden yitirmemesi gerektiğini söylüyorum. Bunun için haberin içinde sözü edilen Tuzla Tersanelerinde iş kazaları nedeniyle yaşamını yitiren insanların yaşamlarına ve durumlarına bakmak bu açıdan yeterlidir. Dolayısıyla kayıp "ekonomi" açısından bunlar olabilir, ama insan açısından kaybın boyutunu sergilemek de gazetecinin görevidir.
İkinci önemli nokta ise verileri değerlendirirken bunların anlattığı "gerçek"liklerin sunulan istatistik ve kıyaslamalardan daha önemli olduğudur.
Haberin içinde en çok vurgu yapılan İngiltere ile kıyaslandığında görülen "20'ye bir" oranı, örneğin "yitirilen yaşam"lardan çok daha önemsenmiştir. Haberde "gerçek durumu yansıtan" rakamlar yani habere konu olan dönemde kaç iş kazası olduğu, kaç kişinin bundan dolayı "sağlığını yitirdiği", kaç kişinin "yaşamından olduğu", bu iki durumun sonucunda kaç kişinin mağdur olduğu, onların mağduriyetlerinin karşılanıp karşılamadığı ve bunun nasıl ve ne şekilde yapıldığı ortaya konulmamış.
* * *
Tabii burada, mevzuattan ve özellikle de kayıt dışı istihdamdan kaynaklanan nedenlerle burada eldeki "verilerin güvenirliği"ni de ayrıca tartışmak gerekiyor.
Dolayısıyla haber bu şekilde sunulunca, söz konusu sorundaki "insan unsuru", "iş yeri sahibi ve yönetiminin", ayrıca da düzenleme ve denetimle görevli "otoritenin sorumluluğu" ortaya çıkmıyor.
Bir önemli eksiklik de kuşkusuz sorumluların yaptıkları ya da yapmadıklarından kaynaklanan bu sonucun sorumluluğunu ne kadar üstlendikleri, hangi yaptırımlara, nasıl maruz kaldıklarının konulmamasıdır.
Haberde bakana atfen belirtilen görüşlerde, sorunun kaynağının "işçilerin eğitimsizlikleri ve bunlardan kaynaklanan tutumları" olarak gösterilmesinin gerçek bir neden gibi sergilenmiş olması da habercinin, haberin yalnızca bir tarafın görüşleriyle sunması gibi "vahim" bir mesleki hataya karşılık gelmektedir.
En azından diğer tarafın örgütlerinin, ya da bu olayların bizzat muhataplarının görüşlerine yer verilmemesi de haber ve habercilik açısından önemli bir eksikliktir.(MS/EÜ)