"Her şey hazırdı, adamı sehpa üzerine çıkarttılar. Son isteği olarak sigara verildi, yarısına kadar içti, attı. Bana döndü. "Tut Elimi" dedi. Adamın elini tuttum. Adam asıldı. Ama adamın nasıl soğuduğunu ben duydum. Bir adamın nasıl soğuduğunu eğer duymamışsanız, ölüm cezasını müdafaa edebilirsiniz." (Barolar Birliği eski başkanlarından, Prof. Faruk Erem)
Babam, Cumhuriyet savcısı olduğu dönemde, Ulucanlar Cezaevi'nde adli suçlu bir idam mahkûmunun infazında hazır bulunmuş ve nezaret etmek zorunda kaldığı bu infazın etkisini ömrü boyunca üzerinden atamamıştı.
O infazı anlatırken sık sık duralar; şafak vakti ayazda hükümlünün korkudan ve soğuktan titreyerek cezaevi avlusuna getirilişi aklına geldiğinde gözleri dolar, sesi titrerdi. "En kötü insan bile öldürülmeyi hak etmez!" der; cümlelerini o günün şafaktan sonrasına hiç vardıramaz, anısını hep yarım bırakırdı.
Siyasal'da öğrenciyken idam cezası ile ilgili bir ödev hazırlamam gerekmişti. Babamdan yardım istedim. "Benim sana anlatacaklarımı zaten biliyorsun," dedi ve yakın dostu olan Profesör Faruk Erem'in bu konuda danışabileceğim en iyi hukukçu olduğunu söyledi.
Babamla beraber Faruk Erem'in, Mithatpaşa Caddesi'ndeki avukatlık bürosuna gittik. Söze, "İdam ceza değil, cinayettir! Çünkü cezanın tanımında suçlunun devlet tarafından ıslahı, topluma kazandırılması vardır. İdam, ıslahın devlet eliyle imkânsız hale getirilmesidir." diyerek başladı o büyük hukukçu...
Rahmetli Faruk Erem'in o gün anlattıklarından ve başta "Bir Ceza Avukatının Anıları" kitabı olmak üzere, bana verdiği kaynaklardan yararlanarak hazırladığım ödevi arşivlemiştim. Bu aralar, o zalimin ağzından kolayca, ard arda dökülüveren "idam" kelimesiyle ürperince evde aradım ama bulamadım ödev dosyasını. Taşınmalarda mı kayboldu, ablam gözaltına alındığında kitaplarımı, evraklarımı banyo küvetine basıp hamur haline getirirken mi kazayla yok oldu bilmiyorum...
O ödevden aklımda kalanlarla internette araştırma yapınca, Faruk Erem'in biyografisini hazırlamak amacıyla yapılmış bir söyleşiye rastladım.
Barolar Birliği Başkanlığı da yapmış olan hümanist hukukçu, değerli insan Faruk Erem'in idama ilişkin düşüncelerini, 1992 Yılında Ankara Barosu Dergi Kurulu'nun yaptığı bu söyleşiden alıntılıyorum: "Ben öğrenci iken Adliye'de Ağır Cezada kâtip idim. Yaşlı bir başkâtibimiz vardı. Emekliliğini düşünüyordu. Bir sabah geldim. Bir dosyanın başında düşünüyordu ve gözünden iki damla gözyaşı döküldü. Birden şaşırdım. Ne oldu Baş Efendi diye sordum.
- Bir şey yok. Ben hep ölüm cezası Yargıtay'dan tasdik gelince böyle ağlarım. Haydi, git izinlisin, evinde ders çalış, belki ileride bir şeyler yapabilirsin, dedi.
Başka bir olayda bir ölüm cezasında sanığın suçsuz olduğuna inanıyordum. Ama bu yeterli olmadı. Hüküm kesinleşti. Malum bizim usul hukukumuzda infaz sırasında bulunması için sanık Avukatına tebligat yapılır. O zamanlar çok genç ve tecrübesiz bir avukattım. Çağrılınca gitmemek olmaz gibi geldi bana ve gittim. Her şey hazırdı, adamı sehpa üzerine çıkarttılar. Son isteği olarak sigara verildi, yarısına kadar içti, attı. Bana döndü. "Tut elimi" dedi. Adamın elini tuttum. Adam asıldı. Ama adamın nasıl soğuduğunu ben duydum. Bir adamın nasıl soğuduğunu eğer duymamışsanız, ölüm cezasını müdafaa edebilirsiniz."
Faruk Erem'i saygıyla, rahmetle yeniden anmanın, bu hümanist hukukçunun idama ilişkin düşüncelerini paylaşmanın; rahmetli babacığımın, o şafağı her andığındaki gözyaşlarını sevgiyle, saygıyla yâd etmenin zamanıdır... 'FÇ/HK)