"Şahsi kanaatimi sorarsanız, idam cezasının olmasını her zaman savundum. İdam edilmeyi savunmadım, o başka bir şey. Ama bir kenarda dursun diye her zaman söyledim..." Bu sözleri söyleyen Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu. İdam cezasının bir kenarda olmasını her zaman savunup, idam edilmeyi savunmamak nasıl oluyor, açıkçası ben de bilmiyorum. Yani 'ne senle ne de sensiz' gibi bir durum, Kuzu'nun bu konuya dair halet-i ruhiyesi. Ama ortada bir çelişki olduğu da açık; hem de bir hukukçuda olmaması gereken bir çelişki. Kuzu, Avrupa Birliği'ne(AB) üyelik sürecinde 'idamın olma durumunun' birlik tarafından kesinlikle kabul görmediğini söyleyerek, s özlerine davam ediyor ve dolayısıyla Türkiye'nin birlik içinde olmasının önemli bir şartı olarak 'idamın' da yasalarda yer alamadığını, üzülerek dile getiriyor.
Burhan Kuzu'nun bu sözleri üzerine gündeme gelen 'idam tartışmaları' bugün sokaklara da taşmış durumda. Bazı topluluk ve partilerin adına propaganda yaptığı, imza kampanyaları başlattığı idam konusu, vahametini koruyor.
Biri idam mı dedi?
Kayseri'de yaşanan çocuk cinayetlerinden sonra tekrardan tartışılmaya başlanan 'idam' mevzuu, bazı kişi ve partilere göre 'caydırıcı' niteliğe sahip tek yol. Ancak 'tecavüz' olayı ile gündeme gelen idamın, milliyetçi gruplar tarafından kapsama alanının genişletilmesi konusu da bir başka gündem maddesi aslında. Bu noktada 'idamın' bir korku ve baskı unsuru olarak öne sürüldüğünü görüyoruz.
Dün Mecidiyeköy'den metroya binmek için yürürken, metro durağının önündeki alanda Büyük Birlik Partisi'nin (BBP) standı gözüme çarptı. Standın hemen arkasındaki kocaman afişe ise "idamın gerekliliğine," dair bazı şeyler yazılmıştı. Dağıtılan bildirilerde ise şunlar yazıyordu: "...İdam cezası verilen en ağır cezadır; belirli ağır suçlara verilir ve özel bir cezadır. Sadece sosyal hayatta ve vicdanlarda infial yaratan suçları işlemeye niyetleri olanları en etkili şekilde caydırmak için değil, insanların vicdanındaki adaleti ve adalete olan güveni sağlamak amacıyla idam geri gelmelidir... Her türlü dış müdahaleye açık olan ve bu ülkenin birliğine, huzuruna, emniyetine ve emniyet güçlerine savaş açan bölücü terör suçları tehdit oluşturmaya devam ediyor... " Bu sözlerle devam eden 'kamuoyuna duyuru' metni, idam cezasının nasıl bir ceza olduğunu ve idamın gerekliliğini sayarak devam ediyordu. Zaten, BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu, başlatılan bu 'idam çağrısını' meclise taşıyacaklarını da bildirdi.
Mutlak Demokrasi
Demokrasinin bir rejim olarak benimsendiği ülkelerde, demokrasiyi diğer baskıcı rejimlerden-monarşi, oligarşi gibi- ayıran temel özelliğin, bu rejimin, içinde, 'dönüştürücü' bir özellik barındırıyor olmasıdır. Yani yasalarla oluşturulan ya da düzenlenen hak-hukuk ilkeleri veya ilişkileri toplumun etik ve ahlaki değerlerini, doğal dengesini de düzenleyen şey olmalıdır.
Ancak yasaların radikal bir şekilde baş edemediği konular söz konusu olduğunda da demokrasi havada kalmamalı, yasalara yasadışı-insanlık dışı nitelikler kazandırılmamalıdır. Aksi takdirde 'kağıt üstünde bir monarşi' kaçınılmazdır. Bu ise demokrasinin iflasıdır.
Bu bağlamda, demokrasi artı idam gibi bir denklemin eşittirinin 'Mutlak Demokrasi' gibi bir sonucu vermeyeceği aşikârdır. Mesela, geçmişte, monarşi artı idam formülünün 'Mutlak Monarşi'yi koruyacak bir çözüm doğurduğu doğru olabilir.
Ancak geçmiş dönemlerde, pratik bir çözüm olarak kullanılan 'idam' olgusu, suçlu olarak görülen kişinin imhasını getirirken, bir 'ibret-i âlem' durumunu da ortaya çıkarıyordu. Bu durum ise, iktidarın yegâne silahı olan otoriter gücünü, korku yolu ile diri tutmayı sağlıyordu.
Korku unsuru olarak idam
İdam caydırıcı mıdır? Bunu kestirmek elbette imkânsızdır. Tarih, bize, idamın caydırıcı olmadığını defalarca kez göstermiştir. Ve bundandır ki, hapishaneler ya da tımarhaneler alternatif 'korku' mekânları olarak, giyotinin ya da cellâtların yerini almışlardır. Bunların dahi çözüm olduğu tartışılırken, tarihte geriye gitmek insanlık dışı olduğu kadar, mantık dışıdır da elbet.
Bugün, çocuk tacizcileri için bir korku unsuru olarak kullanılmak istenen 'idam' olgusunun, salt bu amaca yönelik olmadığını, toplumun ve yetkili kimselerin bilinçaltında-ya da açıkça dışında da- bu vahşice imha yönteminin bir korku faktörü olarak 'karşı ideolojiler' için de kullanılabileceğini görmekteyiz. Günümüzde, çoğu insanın içinde bir Ortaçağ romantizminin olduğu ortada; fakat bu romantizm karanlık Ortaçağ'daki şövalyelerin âşık oldukları kadınlara besledikleri türden değil elbet.
Bu geriye dönüş, giyotinleri özleyen, kanı arzulayan, korku aracılığıyla gücü elinde tutmak isteyen bir vahşet romantizmidir. Neyse ki AB ya da bahane edilen başka dış faktörlerin etkisi, bu durumun önünde şimdilik engel teşkil etmektedir.
Türkiye'nin gündemine zaman zaman düşen 'idam tartışmaları,' periyodik aralıklarla nüksederek ülkede demokrasinin 'gevşekliğini' de ortaya koymaktadır aslında. İdamın fikri ve zikri dahi-ki yetkili ağızlardan- demokrasinin ayarındaki gevşekliği bize göstermektedir. (BA/EÖ)