Yargıtay, Can Atalay kararıyla ülke hukuk tarihinde bir ilke imza attı.
Bu süreçte çok kişi tarafından çeşitli açıklamalar yapıldı. Yapılan açıklamaların en önemlisi, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum tarafından ortaya atılan “milli yargı” kavramıydı:
“Suç duyurusu meselesi ise milli yargıya karşı saldırıların çok büyük bir birikim oluşturması sebebiyle reaksiyoner bir tavırdır. Bir anlamda kral çıplak demektir. Yönteminin bu olup olmadığı ayrıca tartışılır ama cesareti tartışılmaz. Yargıtay’ın kararı ayrıca turnusoldur, kim milli yargıdan yana, kim değil belli olur. Türkiye, milli yargısını Batıcı ve neoliberal yargı anlayışlarına karşı sonuna kadar savunacaktır, kimsenin bundan şüphesi olmasın...”
Bu açıklamayı okuduktan sonra Google’dan arama yaptım “milli yargı” nedir? Çok bir şey bulamadım. Sadece uluslararası hukukta iki devletin vatandaşlarının yargılanması konusunda yapacağı anlaşmalarda kullanılan bir kavram olarak geçiyordu.
“Milli yargı” kavramını kullananlar bu kavramı boşuna kullanmadılar. Asıl üzerinde durulması gereken konu bu kavramdır.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Hukuku Bilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Dinçer Demirkent, Milli Yargı açıklaması karşısında şunları söyledi:
“Milli yargı gerçekten çok tehlikeli bir kavram. Türkiye’de bir süredir Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum öncülüğünde savunulan, fakat onunla sınırlı kalmayan bir kavram. Ne demek milli yargı? İçeriğine baktığınızda, bazı konularda hukuka uygun değil, ‘milli çıkarlara uygun’ kararlar vermek. ‘Milli çıkar’ kavramı çok elden kayan bir kavramdır, ‘hukuku da milli çıkarlara uydurmak’ gibi bir sonuç çıkıyor. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’yle ilişkisinin böyle kurulması, AYM’nin milli kararlar verme gereği, Yargıtay’ın böyle davranması gibi, Türkiye yargısını ucu açık bir sürece doğru iten durumun argümantasyonu da böyle kuruluyor.”
Bu düşüncelere katılmamak elde mi?
Ülke milli yargı düşüncesine durup dururken gelmedi.
2016 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'nin tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül için verdiği tahliye kararı için "Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar, ama onu kabul etmek durumunda değilim. Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum" demesi…
İktidarın ve yargı kurumlarının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Demirtaş ve Kavala kararlarına uymaması…
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, "Anayasa Mahkemesi'nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılmasını gerekli görüyoruz. Bu kapsamda mahkemenin statüsü, kuruluş ve yargılama esasları ile üye yapısının köklü bir reforma tabi tutulmasını hedefliyoruz. Elbette yapacağız, hep birlikte başaracağız" sözleri…
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, AYM'nin verdiği hak ihlali kararının ardından Enis Berberoğlu'nun yeniden yargılanmasına yer olmadığına hükmettiği kararı…
Ülkenin hukuk geleneklerine uyulmadan, Yargıtay’a, Danıştay’a ve Anayasa Mahkemesine üye atamaları kararları ülkenin hukuk sisteminin “milli yargı” düşüncesine adım adım yaklaştıran önemli açıklamalardı.
Öncelikle siyasal iktidar yargıyı bir güç olarak kullanmaya başladı. Dolayısıyla bu anlayışın hukuku özümsemesi, içselleştirmesi mümkün değil. Hukuk devleti yok edildi. Yargı ülkede 12 Eylül darbesinde bile şu an ki kadar siyasallaşmadı.
Son karar ile, ülkede hukukun içselleştirilmesi artık mümkün olmayacak. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararı, durumu, Can Atalay dosyasından çok farklı bir noktaya getirdi. Hukuk devletinin hepimizin haklarını korumak için olmadığını anlayacağız.
“Milli yargı”nın sonuçlarını yargılaması devam eden Kobani Davasında, gazetecilerin yargılandığı davalarda göreceğiz. Örneğin, Kobani Davasında verilecek kararın, “milli yargı” kavramı içerisinde “milli çıkarlara uygun” olacağından şüpheniz var mı? Çünkü “milli yargı” kavramı ile Kobani davasında hukuk, milli çıkarlara uydurulacak.
Bu karar ülkenin hukuk devleti, kanun devleti olma iddiasındaki sahnenin perdesini kapattı. Ülkenin en yüksek yargı kurumu olan Anayasa Mahkemesi üyeleri tehdit altındaysa, biz sıradan vatandaşlar nasıl güvende olacağız? (MY/AS)