Bu başlık bana ait değil. Geçenlerde bir arkadaş telaffuz etti. 18 maddelik anayasa değişikliğini metaforik olarak “tipsiz” diye niteledi. Yani demokratik anayasa değerlerine göre bu 18 maddelik değişiklik teklifi demokrasi karşıtı özellikler taşıdığı için bir çirkinlik/tipsizlik oluşturuyor. Tipsizliği salt fiziksel durumuyla değil, aynı zamanda ruhuyla da tipsiz! Eh, böyle birine “Evet” değil, “Hayır” denir. Neden tipsiz?
Anayasanın kısa ve özlü tanımı, devlet ile toplum arasındaki ana sözleşmedir. Mevcut anayasa zaten sorunlu iken, değişiklik teklifi maddeleri, toplumun/bireyin aleyhine, devletin yürütme gücü iktidarın lehine düzenlendi! Burada neredeyse partili cumhurbaşkanlığı adı altında iktidar ile devlet özdeşleştirilerek yetki, denetimsiz, kontrolsüz ve güçler ayrılığı ilkesine tamamen aykırı şekilde tek kişide toplanmıştır.
Ancak bu yazıda referanduma sunulan anayasa değişikliği teklifinin ‘tipsizliğini’ tarihsel seyir içinde ifade etmeye çalışacağım.
Osmanlı’dan bu yana anayasa deneyimi olan bir ülkeye, bir topluma gerçekten de bu değişiklikler yakışmıyor. 1856 Tanzimat Fermanı, 1876 Kanuni Esasi (Esas Kanun – Anayasa) ve 1908’de tekrar yürürlüğe konulan 1876 anayasasının üzerinde yapılan değişiklikler Osmanlı dönemi anayasa tecrübeleridir.
Padişahlığın olduğu Osmanlı’da bu anayasa deneyimlerinin ortak noktasını, mutlak monarşinin karşısına parlamentoyu koyarak bir denge sağlamak oluşturdu. Böylece mutlak monarşi, meşruti monarşiye çevrildi.
Bunlar ne anlama geliyor?
Padişah tek yetkili iken, padişahın yetkileri anayasa ile sınırlandırılarak onun elinden mutlak iktidar alınmış ve iktidar, padişah ile hükümet arasında pay edilmiş. Burada çok önemli bir nokta var: Yürütme gücü olan hükümet, bir yanıyla padişaha karşı sorumlu iken, bir yanıyla da meclise karşı sorumlu kılındı!
Padişahlık sistemi olan Osmanlı’da bile, gidişat “tek adamlık”tan parlamenter sisteme doğru bir çizgi izledi!
Şimdiki referanduma sunulan anayasa değişikliği ise, parlamenter rejimden “tek adamlık”a doğru bir siyasal çizgi izlemektedir. Bu bir gerilemedir!
İşte 18 maddelik anayasa değişikliği bu nedenle tipsizdir!
Anayasa tecrübeleri cumhuriyet döneminde de devam etti.
1920 yılının koşullarını göz önüne getirmeye çalışalım. Osmanlı İmparatorluğu Birinci Savaşında yenildi. O günkü koşullara göre ciddi bir genç ve yetişmiş nüfus kaybına uğradı. Ülkenin başkenti İstanbul işgal altında. Ege’de Yunan işgali var. Ülkede yokluk, yoksulluk diz boyu.
Bütün bu maddi ve siyasal zorluklar yaşanırken İstanbul’da ağır aksak da olsa işleyen bir Meclis-i Mebussan var. Ancak daha önemlisi, Payitaht ile ters düşen Ankara’da bile, 23 Nisan 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı.
Bu meclis 1921 yılında bir de anayasa yaptı. Üstelik gelmiş geçmiş (koşullara göre) en demokratik anayasaydı.
O yokluk, işgal ve savaş koşullarında diktatörlüğün maddi ve siyasi temelleri varken, Millî Mücadele kadrosu hem meclis kuruyor hem de bir anayasa yapıyor.
Peki, şimdiki iktidar bu 18 maddelik anayasa değişikliği ile ne yapıyor?
Türkiye’yi “tek adamlık”a mahkûm etmeye çalışarak ülkeyi, siyasi ve hukuki olarak 1920’lerin gerisine taşıyor.
Bu anayasa değişikliği tipsiz değildir de nedir?
1924 yılında 1920 yılına göre daha geri bir anayasa yapılıyor ve tek parti dönemi dahil, bu anayasa ile 1960 yılına kadar geliyoruz. 1960, 1971 ve 1980 askeri darbelerinin hazırladıkları anayasalarda bile ne başkanlık ne de “tek adam” yönetimi var. Özgürlükleri askıya alsalar da vesayet yönetimini güçlendirici maddeler olsa da hepsi parlamenter sistemi esas alıyor.
Türkiye’nin 150 yıllık bir anayasa tecrübesi varken ve askeri darbelerin anayasalarında dahi başkanlığa yer verilmemişken, bugün karşımıza partili cumhurbaşkanlığı adı altında “tek adam” yönetimini dayatan bir anayasa değişikliği var.
Bu anayasa değişikliğine tipsiz anayasa denmez de ne denir?
Nasıl bir Başkanlık?
Önsel olarak başkanlığa karşı değilim. Başkanlık sistemini tartışalım. Buradaki temel soru şudur: Nasıl bir başkanlık?
Demokratik rejimlerdeki yönetim biçimlerinden biri olan ve bugün çok az ülkede görülen ve yine güçler ayrılığı esasına dayanan başkanlık sistemi mi, yoksa kimi Afrika ve Türki Cumhuriyetlerde görülen başkanlık (daha doğrusu tek adamlık) sistemi mi?
Hangisi…
Örneğin ABD’mi, Azerbaycan mı?
Tanzanya’ya, Nijerya’ya ne dersiniz?
ABD’deki başkanlıktır ama Azerbaycan’daki, Nijerya’daki sistem, başkanlık adı altında tek adamlıktır!
Araştırmalar ve istatistikler kesin olarak ABD’deki başkanlık ile Fransa’daki yarı başkanlık sistemi dışındaki başkanlıkla yönetilen tüm diğer ülkelerin her yönüyle geri olduğunu göstermekte.
Bu ülkeler ekonomik olarak, özgürlük olarak, insan hakları olarak, toplumun mutluluğu olarak, eğitim seviyesi olarak hep geriler. Bugün Türkiye, bu alanlarda dünya ülkeleri arasında orta yerlerde ise, yarın daha gerilere düşecek!
Bu anayasa değişikliğinin demokratik başkanlık sistemi müktesebatıyla hiçbir ilgisi yok.
Bu tamamen tek kişi yönetimine uygun ve diktaya götürebilecek yetkilere sahip bir anayasa değişikliğidir.
Halbuki demokrasi yasama, yürütme ve yargı gücünün ayrılığını esas alır. Başkanlık dahi olsa, bu böyledir. Yürütmenin başı olan başkanın sorumlu olduğu organların bulunması, özelikle denetlenebilir olması ve gücün dengeli dağılımı; bu anayasa değişikliğinde bunların hiçbirisi yoktur!
Gücün tek elde toplandığı, denetlenemediği bir sistem, demokrasiyi ortadan kaldırır.
Ülkemiz siyasal sisteminde az da olsa demokratik değerler bulunurken, bu değişikliklerin kabulü halinde, tek adam otoriterliğinin mengenesine düşeceğiz. Öyle ki, bırakın siyasal hakları, mülkiyet hakları bile tehlikeye girecek!
Anayasa referandumu, siyasal tarihimizi geriye çevirecek bir projedir.
O halde referandumda “Hayır” tercihi yaparak bu tehlikeli gidişe dur diyebiliriz.
Hayır demek, demokratik bir anayasa yapmanın imkanını içinde taşır ve buna bir başlangıç oluşturur. (HŞ/HK)