Özgür Gündem Gazetesi ile dayanışma amacıyla başlatılan "Nöbetçi Eş Genel Yayın Yönetmenliği" kampanyasının 56’ınci gününde yayın yönetmenliği nöbetini sanatçı Ferhat Tunç devraldı. 28 Haziran'da gazetedeki mesaisi için yazdığı ve bugün yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.
Bundan bir yıl öncesine kadar "Geriye dönüş olmaz" diye düşünürken, kendimizi yeniden ve çok daha kanlı bir savaşın içinde bulduk. Barış ve çözüm umutlarının kırıldığı ve gencecik yaşamların ölümün buz gibi soğuk koynunda yitip gittiği bir süreci tekrar ediyoruz.
Ölüm sadece ülkemizin dağlarında değil, kentlerde de kol gezmeye başladı. Yakılıp yıkılan kentlerin ve acımasızca katledilen sivil insanların acısıyla irkiliyoruz. Vahşice katledilen çocuklarının körpe vücutlarını soğuk dondurucularda saklayan annelerin çığlığına yenik düşüyor her şey.
Cizre, Sur, Nusaybin, Silopi, Şırnak ve Yüksekova yerle bir edilirken geride 2. Dünya Savaşı'nı aratmayan görüntüler kaldı. Ortaya çıkan görüntülerden yola çıkarak Hiroşima ve Nagazaki'yi ananlar bile oldu. Yanı başımızda, Suriye'de sadece insanlar değil, bir tarih de yok edildi.
Savaş arenasının da açılışını yaptı!
Tüm bu olup bitenlerde, en iyi bildiğimiz, mesuliyeti 14 yıldır tek başına iktidarda bulunan AKP ve onun başı Erdoğan'a yüklemek olmalı. “Tek adam” diktatörlüğü için, ülkesini savaş arenasına çevirmiş; “delirmiş”, kontrolsüz bir güçle karşı karşıyayız. Çok da karşılığı olmayarak, dünyaya meydan okuyacak kadar çıldırmış durumda...
Düşleri kabusa dönüştüren; kendisinden başka düşünen herkesi de düşman sayan korkunç bir akla tanıklık ediyoruz. Bu işleyişe itiraz eden aydınlar, gazeteciler, sanatçılar da baskıya uğruyor; tehdit ediliyor, haklarında davalar açılıyor ve dahası tutuklanıyor.
Bu tutuklanma kervanına son olarak üç arkadaşımız dahil oldu. Barış için akademisyenlerden sonra bu kez, Özgür Gündem gazetesiyle girdikleri bir günlük sembolik dayanışma, bu üç arkadaşımızın tutuklanmasının gerekçesi oldu.
Gerçeğin izinde, çocuk çeneleriyle...
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Prof. Dr Şebnem Korur Fincancı, işkencenin Türkiye'de kabul edilmesi ve dünyada işkence ile ilgili kabul edilen İstanbul Protokolü'nün mimarlarındandır. Kendisini, Türkiye'nin “aydın” denince ilk akla gelecek bir onur timsali olarak bilirim. Tutuklanacakları yönündeki haberlerin ardından kendisine ulaştım ve bunun gerçek olamayacağını söyledim. "Savcı tutuklanmamamızı istedi ve şimdi bekliyoruz. Tutuklamak istiyorlarsa bir gerekçe bulurlar artık" diyerek yanıt oldu. Tutuklanması için bulunan asıl gerekçe belliydi; devletin Cizre'de, “vahşet bodrumları”nda işlediği ağır suçları deşifre ediyordu. Katledilmiş çocuk çeneleriyle devlete suçüstü yapıyordu! TİHV'in Cizre raporunu hazırlayan ekibin başında yer alarak, uluslararası kurumlara ve kamuoyuna neler yaşandığının aktarılmasına öncülük etmişti. Saray'ın emir kurumu haline gelen yargıdan başka bir şey beklenmezdi. Gereğini yaptılar!
En çok da kelepçeliler için vardı
Erol Önderoğlu, Sınır Tanımayan Gazeteciler'in Türkiye Temsilcisi ve birçok uluslararası toplantıda gazetecilerin, sanatçıların ve insan hakları savunucularının yaşadığı hak ihlallerini detaylarıyla rapor haline dönüştürüyordu. Sevgili Önderoğlu, yıllardır kendisini tanımakla büyük onur duyduğum bir arkadaşımız. Hakkımda daha önce açılan davalar, mahkeme ve tutuklanmalar sürecinde sürekli yanımda bulduğum biriydi. Yine yaşadıklarımızı raporlaştırıp uluslararası kurumların bilgisine sundu. Yıllarca elleri kelepçelenmiş insanların haklarını savundu, bunu yaptığı için de bu kez kendi elleri kelepçelendi.
“Allahsız”ın oğlu, kürdün dostu!
Böyle bir dönemden geçerken, Ahmet Nesin'in tutuklanması için, Aziz Nesin oğlu olması bile yeterliydi aslında! HDP'de siyaset yapması ve yazdıklarıyla mevcut AKP iktidarı ve Saray'ın Kürt halkına yönelik katliamlarına ses çıkarmasına da tahammül edilemezdi. AKP zihniyetinin Aziz Nesin düşmanlığı, devam eden ve süregelen bir düşmanlık. Sivas Katliamı sürecinde Aziz Nesin'i "Allahsız" diyerek suçlayan ve katilleri savunan birçok kişi mevcut iktidarın milletvekili.
Suruç ve Ankara katliamlarıyla, HDP'nin “Türkiye partisi” olması engellenmek istendi. Kürtleri yalnızlaştırma operasyonunda yüzlerce insan vahşice katledildi. IŞİD ve devletin bizzat içinde olduğu bu plan devreye sokulmuş, bununla da başaracaklarını düşünmüşlerdi.
Dayanışma ve direniş kuyruğu!
Şimdi de Özgür Gündem gazetesi üzerinden basını baskıyı sürdürmek, Kürtleri yalnızlaştırmak, muhalefeti susturmak hedefleniyor. Çünkü demin dikkati çektiğim katliamların, suçların sorumluları yalnızca özgür basın tarafından teşhir ediliyordu. Gazeteye destek veren aydınları tutuklayarak gerçekleri karartma peşindeler. Başaramayacaklar zira sembolik de olsa, mesela yayın yönetmeni olmak için sırada bekleyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor.
Türkiye aydınlarının yayımladıkları bildiri ve çağrıları küfür, hakaret ve kinle karşılayan diktatöre yönelik öfke büyüyor. Aydınların son bildirisi önümüzdeki sürecin farklı olacağına güçlü bir işaret. Erdoğan rejiminden adalet beklemek yerine "Asıl sen korkacaksın" denilerek uyarı yapılıyor. Erdoğan ise “tek adamlığı” ilan etmek adına sarıldığı savaş sopasını bırakmayacak gibi görünüyor. Zira ne hazin ki, bu ülkede vatan-millet-bayrak aldatmacasıyla ölmeyi bekleyen gençlerin olduğunu görüyor. Kürtlerle savaşın, milliyetçi Türk damarını besleyeceğini ve bunun da kendine güç olarak döneceğini düşünüyor. Böyle düşündüğü içindir ki Kürt kentleri ağır bombardıman altında yerle bir ediliyor. Milliyetçi damara zehirli şırıngayı, bir de özgür basın ve onunla dayanışanları hedefleyerek değdiriyor.
Her şeye rağmen, evlerini ve çocuklarını kaybeden yüz binlerce insan çadırlarda yaşamak zorunda bırakılmış ama Kürt halkı, ikinci bir “Dersim” vakasıyla karşı karşıya olduğunu bilse de direnişinden ödün vermiyor. Özgür Gündem gazetesi geride bıraktığı onurlu yayıncılığında ısrarını sürdürüyor. (FT/EA)