Sabah, “günaydın! Gecen nasıldı?” diye başlanır güne; ikili bir hayat yaşıyorsa insan.
Bir yandan yardımlaşarak kahvaltı hazırlanır bir yandan da uykunun kalitesinden söz edilir:
-Ah, belimin ağrısından uyuyamadım. Kıvrandım durdum, der kadın.
- Yine mi? Valla ben hiç farketmedim! Demek ki çok yorgun düştüm!
- Ne farkedicen ki horul horul uyurken! Ben kaç kere kalktım; ne kadar çok inledim… Bir kez bile dönüp ”ne oluyor” diye merak etmedin, ayoool! Valla korkutuyorsun beni… Yan tarafında ölsem; ruhun duymayacak ha!
- Yok canıım! Abartma allah aşkına! Yahu, bende kıvrandım dün gece… Bacağımın ağrısından, ovalayıp durdum. Sen çok mu duydun? Yapma yaaa!
- Tabii duydum; ama ne yapsaydım? Hangi gece uyku giriyor ki gözüme? Ya horluyorsun; ya da baçağım, diyorsun. Al, şu domatesleri de doğra; önce bi yıka! Peyniri çıkardın mı?
-Çay da bitiyor. Yine Türk marketine gitmeli! Salça, yaprak… Bi ton şey lazım bana
- Tamam tamam, gideriz öğleden sonra.
- Sen gidersin; ben gelmeyeyim. O kalabalığa giremem!
Dolap kapıları açılıp kapanıyor; mis gibi çay ve kahve kokusu doluyor mutfağa. Kadın masaya taşıyor kahvaltılıkları. Adam elinde bıçak; doğrama işleriylen meşgul. Kimse kimseye bakmıyor. Ağır bir telaş var. Bir yandan da radyodan yükselen sesler (röportajlar, söyleşiler ve aralarına serpiştirilen müzik) tabak, kaşık seslerine karışıyor. Bu çiftin radyoyu dinleyip dinlemediği anlaşılmasa da, onları saran bir sevgi; bir güven kordonu gibi geliyor o sesler.
-Bak, Canısı! Balkona seninki kondu yine. Yem mi koydun yine?
-Evet, ama bu o kırlangıç değil. Aaa! Biliyor musun; iki gündür yok bizimki. Ne oldu acaba? Ha, unutma canım; kuş yemi de al.
-Bakarız! Gerek var mı canım; havalar ısınıyor artık.
-Ne alaka yani… Havalar ısındı diye yemesinler mi kuşlar?
-Ya, onu demek istemedim... Çayın yine mi koyu? Dur; elini yakacan yahuuu!
Birbirlerinin yüzüne bakmadan hazırladıkları kahvaltıyı oturmuşlar karşılıklı yiyorlar. Adam önündeki telefonu parmaklıyor. Kadın pencereden dışarıya balıyor. Radyoyu mu dinliyor yoksa? Dalıyor uzun uzun. İçini çekiyor.
Adam kendini telefonu parmaklamaktan alamadığından çayı soğuyor; öbür elindeki ekmek diliminin üzerindeki reçel tabağa akıp duruyor. Bunu farkeden kadın kaşlarını çatıyor. İçinden, o telefonu alıp pencereden dışarıya fırlatmak geliyor. Pencereden dışarıya bakıyor. Sallanan çıplak ağaç dallarına bakıyor. Yeni bir iç çekiyor. Daha hızlı çiğniyor lokmalarını. Sesli sesli. Adam yine bir göz atıyor; ama o, yalnızmış gibi; kadın yokmuş gibi telefonuna odaklanmış. Sanki başka bir evrende yaşıyor gibi davranıyor. Umarsız, duygusuz.
Bir süre sonra hışımla yerinden kalkıyor kadın. Sese irkilen adam; yeni uyanmış gibi başını kaldırıyor ve kadına bakıyor. Yüzünü göremiyor; poposunu görüyor. Gözleri kadının sönük popsunda asılı kalıyor. Kadın pencereden dışarıya bakıyor. Sırtı adama dönük.
-Neye bakıyorsun bitanem? Niye kalktın bir anda?
-Sen telefonunla ilgilen; beni boş ver, diyor kadın.
Sesi kırgın ve sitemkar bir tonda. Adam kafasını sallıyor. Elindeki reçeli akmış ekmeği parmaklarıyla ağzına sıkıştıryor. Yanakları şişiyor.
Kalkıyor yerinden. Yapış yapış olan elini çeşmenin altında yıkıyor. Kurutuyor kağıtla. Pencerede duran kadına yaklaşıyor. Bir kolunu omzuna atıyor. Kafasını eğip yüzünü görmeye çalışıyor. Ağladığını görüyor. Elleriyle çeviriyor onu kendine. Sarılıyor. Sıkı sıkı sarılıyor. Ter kokan saçlarını öpüyor. Seviyor bu kokuyu! Bir daha öpüyor.
-Ne olduğunu söylemiyecek misin, hı? İlgisiz olduğumu düşünüyorsun değil mi? Öpüyor onu alnından.
Adam iç çekiyor. Kadın kollarının arasında derin derin soluyor. Hıçkırıyor. Mırıltısı duyuluyor; fakat anlaşılmıyor dedikleri. Adam sarılmaya devam ediyor. Kadın bir koluyla beline sarılıyor adamın. Bir eliyle de yüzüne akan gözyaşlarını kurutuyor. Öylece kalıyorlar. Konuşmadan. Hafiften sallanıyorlar radyodan yükselen müziğe eşlik edercesine. Bir huzur yayılıyor kadının yüzünde. Nefesi düzenli artık. Kara değil bulutlar!
Az sonra adamın kollarından sıyrılıyor kadın. Sandalyesine geri dönüp oturuyor. Adam da karşısına geçip oturuyor.
-Bugün Drottningholm’e gidelim mi? Sıkı giyinelim biraz. Hava da güzel nasılsa. Yürürüz karda. Seversin sen! Zaten çok oldu gitmeyeli. Olur mu, hı? Biliyorum canım, çok sıkıldın. İnan; ben de çok sıkıldım. Temiz havada yürümek iyi gelecektir. İstersen sinemaya da gideriz akşam, ha?
Kadın başını ellerinin arasına almış düşünüyor. Ne düşünüyor acaba?
-Canısı, öyle bir rüya gördüm ki, öfff! Bak az kalsın unutuyordum!
Kadın tepki göstermiyor. Suspus hala ve öylece oturuyor. Adamın havayı yumuşatmaya çalışması pek bir işe yaramıyor. Kadın bu taktiklere alışık mı ne?
Adam telefonu kenara itiyor. Kadını izliyor çayını yudumlarken. ”Çok değiştin be kadın, çoook!” diye geçiriyor içinden.
Not: Yukarıdaki portre iki kişilik bir hayat içindi. Peki yalnız yaşayanlar için nasıldır güne başlamak?
Devam edecek! (HK/AS)