Fotoğraf: Pixels
Radyodan yükselen müzik sesine uyanıyor Rojda. Müziği algılamaya çalışıyor. Kulağına aşına geliyor bu klasık müzik, ama kimin bestesiydi?
Anımsayamıyor; tembelleşmiş beyni dirilmeye niyetli değil çünkü. Vazgeçiyor müziği düşünmekten.
Kolunun uyuştuğunu hissediyor. Yastığın altından usulca çıkarıyor. İstemsizce gerince kolunu yorganın dışına çıkıyor eli. Serin bir hava vuruyor avucuna.
Parmaklarını geriyor. Daha da geriyor. Sert bir yumruğa dönüşüyor eli az sonra. Serin hava gözlerini açmasında etkili oluyor: önce sol gözünü açıyor. Işığa alışık olmayan gözü kapanıyor hemen.
Göz jimnastiği
Bu kez sağ gözünü açmaya çalışıyor, ama açamıyor ışıktan. İki gözünü bir anda açmak daha kolay geliyor Rojda’ya. Sanki gözleri birbirleriyle dayanışmada; sanki kenetlenmişler kopmaz bir bağla. Gözlerini tavanda, duvarlarda gezdiriyor. Bu göz jimnastiği her sabah aynı tempoda ve hiç taviz vermeden uyguluyor.
Yalnız olmak böyle bir şey: Stres yapmasını gerektirecek hiçbir neden yok hayatında; en azından şu anda. Bir de olsaydı birileri; muhtemelen şöyle diyecekti: “E hadi canım! Kalkmayacak mısın artık? Oooho! Sen de kalkana kadar...!” Ya da “canım, sen jimnastiğini yap sakin sakin. Ben kahvaltıyı hazırlarım...” diyecekti. Amaaan, bunun muhasebesini yaparak zaman harcayamazdı Rojda. Onu başkaları düşünsündü!
Keyfince yapıyor her şeyi Rojda. Bugün alelacele hazırlanıp işe gitmesi de gerekmiyor. Zira nicedir dünya, Corona’dan dolayı, kaynayan bir kazandı. Yaşananlar çok acı vericiydi. Ancak Rojda’nın kutsadığı pozitif yanları da var bu günlerin. Ne ki kendini biraz kırgın hissettiğinde (nezle, grip semptomu gibi) evde kalabiliyordu. Alerjisinden dolayı bir süredir enfeksiyon riskine maruz kalmamak için “rahatına” bakıyordu.
Yattığı yerden penceresinden dışarı bakıyor. Çam ağaçlarının yeşilini izliyor. Seviyor bu panoramayı! Hava güneşli olmalı; yoksa bu kadar aydınlık olmazdı odanın içi. Aydınlığın sayesinde, alışkanlık haline getirdiği jimnastığini yapma motivasyonu artıyor. Kaskatı olmadığını hissediyor bir süre sonra.
Duygular:zik -zak
Radyoda dinlediği müziğin Vivaldi’nin “Dört mevsim”inden olduğunu karar veriyor. Bu kanıya, arada yükselen kemanın sesinden anlıyor. Demek ki hafızasında bir kusur yok! Seviniyor buna. Gözlerini kapatıp can kulağıyla dinlemeye başlıyor. Melodi hüzünlendiriyor onu.
Tezatlıklarla dolu tınısı olan bu müziği sabahın bu saatinde dinletiyor olmalarını manidar buluyor Rojda. Demek ki halkın çoğunluğu onun gibi hissediyordu; demek ki duyguları zik-zaklar çizen; izole yaşayan sadece kendisi değildi. Buna sevinmeli mi; yoksa üzülmeli mi, pek bilemiyordu.
Yaptığı egsersizler onda olumlu etki yapıyor. Kaslarındaki esnekliği ve gücü hissediyor Rojda. Çekidüzen veriyor kendisine. Havalandırmak için balkonun kapısını açıyor.
Buz gibi temiz havayı birkaç kez içine çekiyor. Güneş, kümelenen kara bulutların arasından son direnciyle ışıyor. Acaba çabucak bir kahvaltı yapıp çıksa mı yürüyüşe?
Sesinin sessizliği
Dış kapısının posta aralığından atılan DN gazetesini alıp mutfağa dönüyor. Manşetlere göz atmaktan alamıyor kendini. Ayaküstü okumaya dalıyor. Aklına ne geldiyse; hemen katlıyor gazeteyi ve masanın üzerine bırakıyor.
Kahvaltıyı geciktirdiğini düşünmüş olmalı ki hareketleri çanbuklaşıyor. Soğutucunun kapısından habire bir şeyler çıkarıyor. Duvarda asılı olan saate göz atmaktan da geri durmuyor. Radyoda Corona üzerine bir tartışma duyuluyor. Rojda, arada bir kulak kabartıyor konuşulanlara.
Yaptığı yulaf lapasını sıcak sıcak yerken içi ısınıyor. Zorlu bir maratona hazırlanır gibi, bir yandan lapasını kaşıklıyor; bir yandan da her zaman öncelik verdiği kültür sayfasını okuyor. Yeni film, belgesel ve tiyatro projelerinin tanıtımı ve eleştirileri ilgisini çekiyor. En kısa zamanda görmek istediklerini not düşüyor.
Masayı toplarken elinden tabağı düşürüyor. Bravo tatlım, derken, sesini duyduğuna afallıyor. Hoşuna gidiyor sesi: Kendisini bir daha duymak için, “bravo bravo” diyor yüksek sesle. Sesinin sessizliği nasıl bozduğunu düşünüyor. Bütün bedeni bir hüzün havuzuna batırılmış gibi sırılsıklam geliyor ona.
Elleri kalçalarında yerdeki irili ufaklı porselen parçalarına izliyor. Büyülenmiş gibi sanki. Sanki yerlere saçılan parçalar bir sanat eseri; öyle pür dikkat inceliyor. Yoksa bu ruh hali, içinde bulunduğu kör girdabın verdiği his midir? Annesinin “canın sağolsun, kızım. Sağlık olsun, de!” diyen sesini duyar gibi oluyor.
Derin bir iç çekiyor; ama az sonra birden bir gülme tutuyor Rojda’yı. Sanki sesini, gülmesini duymak ona haz veriyor. Eğilip tabak parçalarını toplarken, şimdi kırılmasan olmaz mıydı yani, diye mırıldanıyor.
Tabak kırıntılarını temizlemesi zaman alıyor. Takmışken süpürgeyi; bütün mutfağı süpürüyor. Kahvesini alıp salondaki çalışma masasına geçtiğinde o kara bulutların gökyüzünü istila ettiğini görüyor.
Bu aralar hep siyah ve grilerle cebelleştiğini düşünüyor. Bu demektir ki bugün de güneş ışınları değmeyecektı solgun tenine. Telefondan hava durumuna bakıyor. Öğleden sonra yağmurlu olacağı raporunu okuyor. Elini çabuk tutmalıydı. Yağmur başlamadan yürüyüşünü tamamlamalıydı.
Elindeki gazeteyi okurken, ani bir kararla, Aleksandra’yı arıyor. Aleksandra eski meslektaşı. Annesini kaybettikten sonra deprasyona girmişti. Onu sık sık arıyor ve destek olmaya çalışıyordu. Uzun uzun konuşuyorlar. Haftaya merkezde buluşup “fika” yapmaya karar veriyorlar. Corona’ya rağmen ikisine de çok iyi gelecekti bu görüşme; nasılsa aşılıydı ikisi de.
Telefon konuşmasından sonra hemen hazırlanıp yürüyüşüne çıkıyor Rojda.
Oldum olası kendisine iyi gelen; tutsağı olduğu doğasına teslim ediyor varlığını. Yolda hızlı adımlarla yürürken yan tarafta köpeğini gezdiren, kamburu çıkmış mecalsiz yaşlı kadınla selamlaşıyor. Kadın köpeğiyle sohbet edercesine konuşuyor. Yoluna devam ederken, “ben de bir süre sonra muhtemelen böyle olacağım.
Ben de bana sadık bir köpekle yaşayıp öleceğim. Teyzem gibi, uzun yaşarsam tabii” diyor.
Hızlanıyor Rojda. Yüzüne vuran puslu havayı aldırmadan hızlanıyor. Sanki o yaşlı kadın gibi uzun yaşamaya karar vermiş gibi sert ve kararlı adımlarla ilerliyor.
(HK/EMK)