Uzun bir günün yorgunluğu çökmüştü şehrin omuzlarına. Yine de gün batmasın diye direniyordu ağaçlar.
Yüzyirmibirinci gündür içimi yırtarak avaz avaz bağıran öfkeyle başa çıkmanın yolunu bilmediğimden, çiçek kokularının ardına düşerek geldiğim parkta koşarcasına yürüyordum ben.
Nice rengin her tonuna bürünen güllerin, bir yandan solarken öte yandan tomurcuklanmakta yarıştıkları bir mevsim sürüyordu ömür takvimlerimizde.
Aynı dalda yan yana açarak yeryüzüyle tanışmış iki yorgun gül duruyordu gözlerimin önünde. Gönlü haksızlığa razı gelmeyen iki insan duruyordu aklımın başköşesinde.
Eş dost görüşmelerinde, nasıl kahrolduğumuzu fısıldarken birbirimize; ‘üzüntülerimiz ne işe yarar ki’, sorusu kemirip duruyordu, çaresizliğin bir deri ve bir kemikten ibaret kalan bedenini. Kendi kendine kahrolmayacağını adımız gibi bildiğimiz bir sistemin çarkları arasında un ufak edilirken, birbirine karıştırıyorduk artık, yaşamayı ve ölmeyi.
Neyi onaylayıp neye karşı olduğumuzun hiçbir öneminin kalmadığı zifiri karanlıklara doğru hızla yol alan bir diliminde yaşıyorduk zamanın.
Sızım sızım sızlarken kalbimiz Nuriye ile Semih’e, içine çekildiğimiz evlerimizde elimize aldığımız kitapların derinlerine düşüyorduk. Ayağa kalkmaya çalıştıkça yeniden çakılıyorduk kalbimiz üstüne; her seferinde bir kez daha kırılıp tuz buz oluyordu bütün gerçekliğimiz.
Sıçrayarak uyanıyorduk uykularımızdan. Sıçrayarak uykulara gömülüyorduk belki de. Her şey birbirinin karşıtına dönüştüğünden, en sahici duygularımızı ayıramıyorduk sahtelerinden ve çığlık çığlığa uzaklaşıyorduk kendimizden. Düzeltemiyorduk hiçbir şeyi.
İşini geri isteyen iki insanı açlık grevlerinin yetmişbeşinci gününde evlerinden alıp tutuklamalarının ardından İnsan Hakları Anıtı da gözaltına alınıyordu; etrafı çevrildiği için çiçeksiz kalıyordu, kitap okuyan kadın heykeli.
“Kaslarımla birlikte adaletin de eridiğini görüyorum” cümlesini okuduğumdan beri, her gün yeniden tanışmaktan bıktığım yabancı bir kadın bakıyordu sabahları aynadan yüzüme.
Hayatın güzelliği eksilmesin diye, parktaki güllerin yaprakları arasında saklamak istiyordum ben, hem Nuriye ile Semih’i hem de Yüksel Caddesinde direnenleri… (Gİ/YY)