Görsel: Thelma ve Louise – Thelma & Louise (1991) filminden alındı. Film iki kadının neşeli ve mücadele içindeki arkadaşlığını anlatıyor.
Sokak ortasında böyle cüretkar sürprizleri, bir tek kuzeni Betül yapardı.
Evet, oydu. Aslı, kokusundan tanıdı onu. İçini bir sevinç kapladı. Uzun uzun sarıldılar.
Serin bir yaz günüydü. İnsanlar bunu fırsat bulmuş sokaklara dalmışlardı. Trafikle iç içe geçmişlerdi. Her geçen an, ciğerlerinin ne denli kirlendiğini düşünen yoktu sanki. Kimileri umarsızca, çarpa çarpa yürüyordu. Kimileri, can sıkıntısından sağa sola bakarak, fütursuzca dolanıyordu. Kimileri de, tıpkı Aslı gibi, ruhundaki huzursuzluğa çare arıyordu.
- Ay parçam, anlat bakalım: bu saatte ne işin var senin buralarda? İşe gitmedin mi bugün?
Aslı, cevap vermek yerine, espriyle geçiştirmeye çalıştı konuyu. Trafikten ve insan uğultusundan dolayı seslerini yükselterek konuşuyorlardı. Bu durum Aslı’nın hiç hoşuna gitmiyordu; ama dişini sıktı. Ayrıca, Betül’ü gördüğü için çok sevinmişti.
- Tatlım bu ne güzellikler? Sen beni mi takip ediyordun yoksa, hee! Seni gidi, seniii? deyip, kocaman bir kahkaha attı.
- Kız, hee! İşim gücüm mü var sanki; seni takip ediyom, yaaa! derken, yerinde dans ediyordu Betül.
Kız, hayır! Kafe’de oturuyordum arkadaşla. Geçtiğini gördüm. Hemen peşinden fırladım dışarıya. Hadi sen de gel! Sana poğaça ısmarlayayım. Biliyorsun; Reyna’nınkiler bambaşka lezzetli.
- Tatlım, başka bir zamana... Bi kaç işim var. Onları halletmem lazım. Sen, git! Yalnız bırakma arkadaşını. Akşam konuşuruz, tamam!
Betül, hiç hoşlanmamıştı Aslı’nın tavrından. Dikkat kesildi. Bir anda neşesi kaçtı. Aslı’yı inceledi. Yüzüne baktı. Onun gözlerini kaçırıp durması, dikkatini çekti. İyice sokuldu ona. Tuttu ellerinden. Yolun kenarına çekti:
- Gel biraz konuşalım. Bak! Şu ilerde boş bir bank var. Oraya gidelim. Kız, ben seni bulmuşken kolay kolay bırakır mıyım sanıyorsun? Her zamanki halleriyle kikirdiyordu Betül.
Aslı karşı koymadı. İçinden ağlamak geldi, ama yutkunmakla yetindi. Hem bu kalabalıkta ağlayamazdı:
- Şimdi; bana anlat bakalım! Sen neden mesaide değildin, he?
Aslı, derin bir iç çekti. Sarıldı Betül’e ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Betiii! Çook mut su zum... İ şi mi sev mi yo rum...
- Şşşş! Tamam tamam anladım ki... Mecbur değilsin! Ayrıl o zaman. Seni tutan mı var? Annenlere git bi süre... Sen zaten başından sevmedin bu şehri... Biliyom bitanem. Üzülmeye değmez. Nasıl istiyorsan onu yap. Ben yanındayım. Tamam mı?
Betül böyle konuştukça, Aslı daha da çok ağlıyordu. Burnunu çeke çeke hıçkırıyordu. Sümükleri akıyordu. Onun boynuna sarılan Betül’ün çıplak kolları da nasibini almıştı sümükten. Ama aldırmadı. Yeter ki Aslı üzülmesindi. Bir yandan çantasından mendiller çıkarıyor, bir yandan da onun kıvırcık saçlarını okşuyordu. Geçenler durup onlara bakıyordu.
- Yoksa bi şey mi oldu? Sero mu sana bişey dedi? Yoksa şefin mi? Kız de hadi! Hadi anlat artık?
Sabırsızlanmıştı Betül. Aslı ha bire kafasını sallıyordu:
- Hayır! Haayır! Ben... sanki hapisteyim... Sanki mahkumum. Anladın mı? Evden işe... işten eve...! Bııktıım!
Bu şehre alışık olan Betül, buruk bir acı hissetti. Annesinin bu şehre ilk yerleştiği yılları düşündü. O da, buna benzer şeyler anlatmıştı. Ta ki Betül doğana kadar!
- Seni evlendirmemiz lazım, Aslıcım: seni mutsuz eden yalnızlık. Biliyorum ben! Ya, gel benim yanımda kal bi süre! Seni everelim gııı! diyerek güldürmeye çalıştı Aslı’yı. Güldü Aslı. Boğazındaki hıçkırıkla ve burnunu çeke çeke.
- İstemem, Beti. Bu şehri hiç sevmedim inan. Mahallemi sevmedim. Hep yobaz, tutucu adamlarla dolu. Korka korka dolaşıyorum o mahallede. Bi de yalnız kadınım ya! Durup beni dikizliyorlar... (İçini çekti. Daldı!) Biliyor musun Beti? Geçen gün, tam benim sokağa girmiştim. Arkamdan iki kişi yürüyordu. Sesli sesli konuşuyorlardı. Sinemadan geliyordum. Hava daha yeni kararmaya başlamıştı. Ha bire bana laf atıyorlardı. Hayatımda öyle iğrenç şeyler duymamıştım! Çok korktum, çok... Tam cümle kapısından girerken, döndüm. Kim olduklarını anlamak için. Orta yaşlı olan beni göstererk “len gorüyogu, orospu bu, len...!” dediğini duydum. Ödüm koptu! Onca merdiveni koşarak çıktım. Ahh! Nefes nefese kaldım. Kaç gündür uyuyamıyorum... Kabuslar görüyorum... Sabahları da çok yorgunum. Huzurum kaçtı... Her şey anlamsız...
Kararımı verdim galiba! Kasabama, anneme gidecem. Hiç de işsiz kalayım. Kız, valla... onu çok özlüyom ha! Her gün konuşsam da; burnumda tütüyor... Dün dedi ki: “kızım geri gel!” Ah! Babam da hastaymış. Söylemedi nedenini. Valla çok tedirgin oldum. Deniz abime de söylemedim. O da, ta Moskova’dan kalkıp gelmesin, dedim. sanırım annem bana kıyamadığından anlatmıyor doğruyu. Ah! Babam kaç gündür telefona gelmiyor. Annem her seferinde, ya “dalmış!”diyor, ya “uyuyor!” diyor. Dün de “şimdi lavaboda. Artık yarın, kızım!” dedi. Hele o sesi... Yok, benim gitmem lazım. Yarına bilet bulursam; hemen giderim.
Betül, onun elini hiç bırakmadan ve can kulağıyla dinlemişti. Anlatırken sesi dramatikti Aslı’nın. Duygularını anlatmak iyi gelmiş gibiydi. Sanki, daha huzurluydu, daha sakindi. Hiç ara vermeden denam etti:
- Biliyor musun Beti, ben ne yaptım? Gülüyordu şimdi.
Betül’ün cevabını beklemeden, çekti elini Betül’ün elinden. Sırt çantasının fermuarını açtı. İçinden mavi naylon torbayı çıkardı. Betül, pür dikkat onu izliyordu. “Kız ne aldın? Yoksa parfüm mü?” Betül’ün heyecanlanması, onun hoşuna gitmişti. Torbanın içinden urganı çıkardı. “Bak!”
- Kız bu ne? Bunu ne yapacan? dedi Betül.
Şaşkınlığını gizleyemiyordu. Hiç bir şey anlamamıştı. Aslı’dan gelecek olan cevabı sabırsızlıkla bekliyordu.
- Betişim, bu urganı aldım ki annemlerin bahçesindeki akasya ağacına... (az ilerdeki ağaçlara bakarak konuşuyor.) Kendime bi güzel salıncak kurayım. Hani, o eskiden olduğu gibi!
Yine yüz ifadeleri değişti. Hüzünlendi. İlerdeki ağaçlara boş ve buğulu gözlerle baktı. Sonra, parmaklarıyla urganı okşadı. Evirip çevirdi. Betül şaşkınlık içinde, onu izliyordu. “Bu kız kesin kafayı yemiş!” diye düşündüyse de; gülümsedi.
- He, valla! Çok iyi yapmışsın! Ben de sallanırım o salıncakta. Bi geleyim!, diyebildi.
- Peki tatlım, şefin biliyor mu gideceğini? Betül ikinci sigarasını yaktı. İçine çektiği dumanlar; bir daha geri çıkmak bilmiyordu. Zavallı ciğerler!
- Hayır, sabah telefon edip söylemeyi düşünüyorum. Sero, kesin anlatır benim keyifsiz olduğumu. Babamın hasta olduğunu söylerim. İzin vermezse de umrumda değil. Geri gelmem, olur biter. O mahallede oturamam zaten...
Betül, susmuş ve onun konuşmasını sürdürmesini bekliyordu. Fakat, Aslı da sustu. Yolda geçenlere takılmıştı gözleri. Güvercinlerin korkusuzca ayaklarının altında dolaşmalarını izliyordu. Oldum olası hayrandı bu zeki kuşlara. Betül de onu izliyordu ha bire. Onu anlamaya çalışıyordu.
- Kız Aslı, bişi soracam..! Hani, Sero sana arkadaşlık teklif etmişti ya! O... Kabul etmedin diye, seni rahatsız etmiyor, değil mi?
İçindeki kuşkulara yanıt arıyordu Betül. Saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı Aslı. Güzel yüzü, ay parçası gibi ortaya çıktı. Betül, onun genç yüzünü hayranlıkla izledi. Aslı, heyecanlı ve kısık bir ses tonuyla anlatmaya başladı:
- Hayır yaaa! Çok saf bir insan. Tam tersine, benden çok çekiniyor. Keşke, cesaret etseydi de bir daha sorsaydı. Aslında kanım kaynıyor o çocuğa; ama çok pısırık. Sanırsın ki, benim ona teklif etmemi bekliyor. (Kocaman bir kahkaha attı!) Geçen gün ailesinin İran’dan geldiğini söyledi. “Annemle tanışmak ister misin, dedi bana. Ben de “olabilir!” dedim. Ama başka da bi şey demedi.
Betül güldü. “E bak! Ne güzel işte!” Fırsat bu fırsat; bir sigara daha yaktı. Sanki Aslı’nın hüznu dağılmıştı. Gözleri ışıl ışıldı.
- Aman be Aslı! Gerekirse sen teklif et! Ne o la cak haaa! Cesaretin yoksa, hiç değilse ilgili olduğunu göster! Ondan hoşlandığını nasıl anlasın yoksa çocuk cağız, ha? Sen de klasik takılıyorsun. Allah bilir, Sero’yu korkutmuşsundur da. Her zamanki asık suratınla.
Aslı sustu. Bugün neden ağlama krizine girdiğini; neden ani bir kararla işini bıraktığını anlatmadı. Aslında anlatmak istiyordu, ama böyle sokak ortasında olmazdı. Ev ortamında olmalıydı ki gerektiğinde ağlayabilsindi.
İkisi de gülüyordu şimdi. Bu karşılaşma ikisine de çok iyi gelmişti. Az ilerde, yolda geçen orta yaşlı iki adam, dönüp dönüp onlara bakıyordu. Aslı, tedirginlik hissetti. Telaşlandı. Yoksa onlar da mı, sırf güldükleri için, “Orospu!” diyordu?
Aslı'nın gözünde, Betül, başka bir gezegende gibiydi. Onun evhamlarından uzaktı. Umarsız davranıyordu. Acba bu şehrin yerlisi olduğundan mıydı? Hiç bir şey onu rahatsız etmiyordu sanki. O sadece fosur fosur sigarasını içiyordu. Ve hiç oralı olmuyordu az ilerde olup bitenden. Bu nasıl bir rahatlık? Oysa Aslı, üstüne alıyordu her bir şeyi. "Taşralı" sıfatına uygun bir yapısı vardı. Fazlasıyla ürkekti. Alıngandı ve özgüvensizdi...
Betül, banktan hışımla kalktı. Aslı’nın elini tuttu. “Gel, kız! Seni bi yere götürecem. İtiraz istemem ama! Tamam mı?”
Kol kola girmiş iki genç kadın, hızlanmıştı adımları. Kalabalığın arasına karıştılar.
“Ya, Betiii! Ya nereye, söylesene?”
(HK/EMK)