Herkes şu sıralar Türkler ve Kürtler arasındaki kardeşlikten bahseder oldu. 1000 yıllık kardeşlik, kardeşçe yaşamak, kardeş kavgası... Öyle bir kardeşlik ki bu; sürekli itilip kakılan, ailede hiçbir söz hakkı olmayan, istenmeyen bir kardeşlik. Beklenen oldu, büyük kardeş küçük kardeşe yine ve yeniden bir tokat attı. Kardeşlik naralarını atanlar Demokratik Toplum Partisi'ni (DTP) kapattı.
Ne olacak şimdi? Mutlu musunuz? "Kurtulduk, oh bee rahatladık." diye mi düşünüyorsunuz? Madem rahatladık neden dün Serap İstanbul'da, Aydın Diyarbakır'da, ismini bilmediğim onlarca kişi Hakkari'de, Şırnak'ta yaralandı, öldü? Peki daha dün Muş'ta ölen iki genç? Ölümleri, şiddeti görmezden gelip yaşamaya devam mı edelim?
Ben yapamıyorum.
Yaşanan olayların anlatımında/aktarımında yaygın medya her zamanki gibi ona biçilen görevi layığıyla yerine getiriyor. Bu gerçeği daha geçtiğimiz gün Beyoğlu'ndaki kışkırtma ve polis destekli saldırılardan kendimi kurtarıp, evde akşam haberlerini izlerken bir kez daha fark ettim. Yaygın medyaya göre halk olaylara tepkiliydi, doğal bir tepki veriyordu. Bu "halk" bir anda kocaman bir Türk bayrağını açabilmiş, sandalyenin hemen arkasındaki döner bıçağı ve satırları çıkarmış, gösterilere tepki göstermişti. Bu "halk" için silah ceplerinde taşıdıkları çakmak gibi bir aletti.
Gerçek olayı bir de ben anlatmak isterim;
13 Aralık pazar günü saat 13:00 gibi başlayan DTP İstanbul il binası önündeki basın açıklamasında yaklaşık 300 kişi vardık. Demokratik olduğu söylenen bu ülkede siyasi bir partinin kapatılmasına karşı çıkmak için toplanmıştık. Parti kapatmak demokrasiye sığmazdı. Basın açıklaması okunduktan sonra kalabalık yeni yeni dağılmaya başladığında Tarlabaşı sokaklarına, sebze pazarının olduğu bölgeye göz yaşartıcı gazlar atılmaya başlandı. Yukarıdan, Beyoğlu'ndan çıkmaya çalıştık ancak polis barikatından çıkılamıyordu. Aşağıda Dolapdere'de ise panzerler yolları kapatmıştı, çıkışlar yasaktı. Kapana kıstırıldığımız apaçık ortadaydı, anlamıştık. Kendimizi korumaya çalıştık. Tam olarak algılayamadığımız bir yerden slogan sesleri gelmeye başladı. O tarafa doğru koştuğumda bağırışmalar duydum "Silahları var, korunun." diye. Yaklaşık 30 kişilik bir grup Türk bayrakları, satır, döner bıçakları ve silahlarıyla karşımızdaydı. Saldırmaya başladılar. Ellerindeki silahlarla defalarca bizim olduğumuz tarafa ateş ettiler. Ortalıkta tek bir polis bile yoktu. Sanırım o esnada 'olayları' uzaktan seyrediyorlardı. Kendimizi korumaya çalıştık. Bir kısmımız onlara karşılık vererek kendini korudu. Bir kısmımız ise kaçabilecek bir yer bulmaya çalıştı. Arkadaşlarımız yaralandı, göz altına alındı. Saldırıda bulunan gruptan gözaltına alınanlar olmuş ama bugün bırakıldıkları haberini aldık. Bizim arkadaşlarımızın bazılarından hala haber yok. Bazıları ise tutuklandı.
Evet yaygın medyaya göre bu grup, halkın (o bahsedilen halkın içinde bir türlü biz de olamıyoruz) bir tepkisini yansıtıyordu. Çünkü iş yerlerinin camları kırılmıştı. Bu düpedüz yalan olduğu açık olan haberi 80 milyon insan izledi. Halkın haklı tepkisi olarak.
Şimdi soruyorum size; kocaman bir bayrağı açıp, döner bıçakları, satırlar, bıçaklar ve bulundurulması suç olan silahlarıyla tepki göstermek nasıl bu kadar organize olabiliyor? Bu insanlar oradayken, polis her sokağı kapatmışken neden saldırı anında orda olmuyorlar? Ve neden bu insanlar silahlarını meşruymuş gibi düşünüp serserice sıkabiliyorlar? Sizce hepsi kırılan iş yeri camları için duyulan öfke miydi? Neden saldıranlar gözaltında bir gün bile kalmadan bırakılabildiler?
Yapılan şey çok basit, polis, yaygın medya ve iktidar işbirliği. Yani aile büyükleri ve büyük kardeş birleşip küçük kardeşi yine ve yeniden evde istemediklerini 'şiddetle' dile getiriyor. Sizin kardeşlikten anladığınız bu mu? Benim ki değil.(MÖ/BÇ)