Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 12 Şubat 2004 tarihinde yapılan 872. toplantısında kabul edilmiş olan Medyada Siyasi Tartışma Özgürlüğü Bildirisi temel prensipleri geçerliliğini korumaktadır.
Bu bildiriye göre kamuoyunun bilgi edinme hakkı vardır ve toplumun “bilgilendirilmesi çoğulcu demokrasinin ve siyasi ifade özgürlüğünün bir gereğidir.”
Bu özgürlük ne sağlar?
Medyanın siyasi şahsiyetler ve kamu görevlileri hakkında olumsuz bilgiler dahil, eleştiri niteliğinde görüşleri yayınlama hakkı sağlar. Bu hak toplumun her türlü görüş ve bilgileri öğrenme hakkı demektir. Halka gerçekleri öğrenme hakkı sağlayan bu özgürlüktür.
Gazeteci Nail Güreli bir soru sormuştu!
Kim için özgürlük?
“O halde, şu soru akla gelmez mi?
Gerçekleri öğrenmek halkın umurunda mı?
Sözünü ettiğimiz gerçek, magazin dünyasında ve sosyete kimin kiminle kırıştırdığı gerçeklerin dışındaki gerçeklerdir.
Çoğu toplum, milliyetçi eğilimin koşullanması ve kolektif psikoloji nedeniyle işine gelmeyen gerçekleri öğrenmeye, doğası gereği meraklı değil. Yalnız milliyetçi duygular açısından değil, pek çok yönden bu böyle. İşine gelmeyen, kendi yaşam anlayışına uymayan gerçekleri öğrenmeye istekli değil. (…)
Şu hâlde – biraz karamsarca bir söylem olacak ama- gerçekleri öğrenmek için halkın kesin ve kararlı talebi olmadığına göre, medyanın“mükemmel çalışan bir aygıt” olarak gerçekleri tüm yönleriyle yansıtması beklenebilir mi?
Uzun sözün kısası:
Basın özgürlüğü, yalnızca gazetecilerin sorunu değil, halkın sorunudur.”[i]
Gazeteciler ve halkın sorunu olan böyle bir özgürlük aslında halkın iletişim özgürlüğüdür.
Devlet eleştirilebilir, kamu görevlilerinin tümü hakkında eleştiri özgürlüğü kabul edilmiştir.
Yürütme ve yasama organlarının işleri, medyada siyasi eleştiri konusu olabilir.
Acaba yargı ve kararları eleştirilebilir mi?
Medyada Siyasi Tartışma Bildirisi şöyle yanıtlıyor: Devlet, hükümet, genel olarak yürütme, yasama veya yargının herhangi bir organı medya kuruluşlarında eleştiri konusu yapılabilir.
Güçlü konumlarına bağlı olarak bu kurumlar, ceza hukuku tarafından itibar zedeleyici veya hakaret niteliği taşıyan beyanlara karşı kurum olarak koruma altına alınmamalıdırlar.
Söz konusu kurumların böyle bir korumadan yararlanabildikleri hallerde ise bu koruma çok sınırlı bir şekilde ve her halükârda eleştiri özgürlüğünü kısıtlamak amacıyla kullanılmasına mahal vermeden uygulanmalıdır.
Bu kurumları temsil eden kimseler birey olarak zaten koruma altında bulunmaktadırlar.
AİHM’si 23.04.1992 tarihli “Castells v. İspanya” davasında verdiği karar dikkat çekicidir. İspanya’da Senatör Miguel Castells’in Bask bölgesindeki faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak bir dergide yayımlan makalesi üzerine dokunulmazlığı kaldırılmış ve “hükümetin manevi şahsiyetine hakaret” kabul edilen bu yazısı yüzünden hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Dava konusu yazıda, işlenen cinayetlerin ve bunları işleyen faşist örgütlerin bir listesine yer verilmiş, cezasız kalan suçların arkasında başta hükümet ve onu oluşturan idare olmak üzere tüm devlet teşkilatının bulunduğu iddia edilmiştir.
Olayı inceleyen Divan, ifade özgürlüğünün herkes açısından önem taşımakla birlikte halkın seçilmiş temsilcileri bakımında bilhassa önemli olduğu; hükümet hakkındaki eleştirinin caiz olan sınırlarının, özel kişilere hatta bir politikacıya yapılan eleştiriye oranla daha geniş olduğu; hükümetin medyadaki haksız saldırı ve eleştirileri başka yollarla önlemek varken, işgal ettiği hâkim pozisyonu dolayısıyla ceza davası açarak önlemeyi tercih etmesini aşırılık olduğu değerlendirmesini yaparak ifade özgürlüğünün ihlal edildiği tespitini yapmıştır.
Mahkeme parlamentodaki bir muhalefet üyesinin ifade özgürlüğüne müdahaleyi incelerken çok daha titiz davranmış, Parlamentodaki söz söyleme özgürlüğü yerine, haftalık bir yayın organını tercih ederek görüşlerini “yazılı basın” yoluyla açıklamayı “daha üstün” bir yaklaşım olarak değerlendirmiştir. Castells’in karşılaştığı “müdahaleyi” “basın özgürlüğünün” korunmasına verdiği önemle açıklamıştır.
“Somut olayda şikâyetçi fikirlerini senato kürsüsünden değil ki bunu hiçbir müeyyideye uğrama korkusu olmaksızın rahatça yapabilirdi, kendi seçtiği dergide açıklamıştır. Ancak bu yöntemi seçmiş olması, kendisinin hükümeti eleştiri hakkını kaybettiği şeklinde anlaşılmamalıdır.
Hukukun üstünlüğünün hâkim olduğu bir devlette, basının çok önemli bir yere sahip olduğu hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Her ne kadar basının, karışıklıkların önlenmesi ve başkalarının şeref ve haysiyetlerinin korunması gibi bazı sınırları varsa da, ana görevi, siyasi sorunlar ve kamuoyunu ilgilendiren diğer konularda haber ve fikirleri yaymaktır.
Basın özgürlüğü topluma, siyasi liderlerin düşünce ve tutumlarını keşfetme imkânı sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Basın özellikle politikacıların kamuoyunu ilgilendiren konularda yorum yaparak bunları yansıtma fırsatı verir. Basın böylece herkesin serbest tartışmaya katılmasını sağlar ki, bu demokratik toplum ilkesinin çekirdeğidir.
Kuşkusuz, siyasi tartışma özgürlüğü mutlak bir nitelikte değildir. Bir akit devlet bu özgürlüğü ceza tehdidi altında bazı kısıtlamalara tabii tutabilir. Ancak, akit devletlerce alınacak bu önlemlerin 10'uncu maddede öngörülen ifade özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmadığını belirleme yetkisi Divana aittir.
Hükümet hakkındaki eleştirilerin caiz olan sınırları, özel kişilere, hatta politikacıya yapılan eleştiriye oranla daha geniştir. Bir demokratik sistemde hükümetin eylem, işlem veya hataları, sadece yasama ve yargı organlarının değil, basın ve kamuoyunun da ayrıntılı incelemesine tabidir. Ayrıca hükümet, medyadaki haksız saldırı ve eleştirileri başka yollarla önlemek varken, işgal ettiği hâkim pozisyon dolayısıyla ceza davası açarak önlemeyi tercih etmiştir. Kamu güvenliğinin garantörü olarak yetkili devlet makamları, hakaret, kast veya kötü niyetle yapılan yayınları önlemeye yönelik olmak üzere, ceza niteliğinde olanlar da dâhil gereken önlemleri almak yetkisine sahiptir. Ancak bunda hiçbir şekilde aşırıya kaçılmamalıdır.”[ii]
AİHM’sine göre, ifade özgürlüğü herkesin özgürce siyasal tartışmaya katılmasını sağlar. Bu yüzden basının öncü gücü vazgeçilmezdir ve Hükümeti eleştirmenin hoş görülebilir sınırları bu nedenle özel kişilere ve diğer kamu kurumlarına nispeten çok geniştir.
Demokratik bir sistemde Hükümetin eylemleri ve ihmalleri, sadece yasama ve yargılama organlarının değil, basının ve kamuoyunun da yakından incelemesine tabidir.
Hükümetin elinde tuttuğu üstün konum, ayrıcalık tanınan bir güç değildir, hukuk yoluyla sınırlandırılabilir. Her protesto eylemi suç değildir. Muhaliflerinin, söz söyleyenlerin, yazı yazanların, eleştirilerin karşısında devletin ve hükümetin cevap hakkını kullanması, politik olarak yanıt vermesi gibi araçları kullanabilir. Ceza davasına başvurmak baskıdır ve demokrasiye aykırıdır. Devlet kamu düzeninin güvencesi kabul edilir. Bu yüzden temelden yoksun ya da kötü niyetle oluşturulmuş, nefret suçları ve/ya iftira niteliğindeki asılsız ithamlara karşı, aşırıya kaçmadan ve gereği gibi tepki gösterme amacıyla cezai nitelikte önlemleri almakta serbesttir. Hükümet ve devlet; ceza davasından önce tüm hukuki yolları denemelidir, ceza davası açmak son çaredir.
Gazeteci savcı veya hâkim değildir. Görünür gerçeğin yazılması ve haber olarak halka ulaştırılması demek hukuka ve gazeteciliğe uygunluktur.
Eğer yargı susarsa, eylemsizlikleriyle güvenilmeyen ve nafile ve etkin olmaktan çıkarsa…
O zaman gazeteciler ve adli haberlerin uzmanı olan gazeteciler yargıda olup bitenleri haberleriyle kamuoyuna aktarmak, bilgi vermek, yargıda neler olup bittiğini sonuna kadar açıklamak, anlatmak, yorumlamak, eleştirmek, tartışmak hakkına sahip olabilirler.
Yargı el sürülmez ve eleştirilmez bir güç değildir.
Medyada mahkeme kurulmaz. Suçu yargılamak yargının görevidir. Ama bazen tam aksine davranmak gerekir. Olup bitenler, rüşvetler, yolsuzluklar ve her türlü toplumsal çürümenin yaşandığı olaylar karşısında dördüncü güç olarak gazetecilik kamunun gözü kulağı olma görevini yerine getirmek zorundadır. Yargıda olup bitenleri tarafsız bir gözle eleştirmek ve hatta sert eleştirmek gerekir ve bunu yapmak gazetecinin görevidir.
Bu görevi nasıl bir sorumlulukla yerine getirmelidirler?
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne göre gazetecinin sorumluluğu;
“Gazeteci; basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüstçe kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele eder. Gazeteci, önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal nitelik taşır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir. Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle sorumlulukları ile meslek ilkeleri belirler.”
Tartışılması gereken asıl sorun; bu sorumluluktur. (Fİ/RT)