Hangi mahkeme hangi sanığı yargılarsa yargılasın; dünyanın neresinde bir yargılama varsa, bir insan cezalandırılmak için suçlanıyor ve yargılanıyorsa olup bitenler tek başına ve sadece “bir dava”, “muhakeme” ve bir “yargılama” değildir. Olup bitenler yargılayanların, yargılanmasıdır.
Bir ceza davasında suçlanan ve cezalandırılmak için yargıladığınız kişiler, aslında savunmasıyla yargılayanlardır. Düzeni, yargıyı, hukuku, kanunları, iddiaları ve ileri sürdüğünüz bütün suçları, olup bitenleri ve olmayanları ve geçmişi yargılarlar.
Her ceza davası bir yargılamadır ama her yargılamada yargılananların da bir yargısı vardır.
Bir ceza davasında yayınladıkları “haber” nedeniyle suçlanan gazetecilere “iddia edenler” şu soruyu sordu: Gazetecilik nerede başlar nerede biter?
Gazetecilik her yerde ve her an başlar ama hiçbir yerde, hiçbir zaman bitmez…
Gazeteciliğin mahkemeler tarafından çizilen bir sınırı yoktur, olmamalıdır.
Gazetecilik, gazeteciliktir.
Gazeteciler bu soruya karşılık yaptıkları savunmalarında “düzeni yargıladı”. Bu soruya verilen yanıtlar, bir zihniyetin yargılanmasına dönüştü. Yargı, yargılanan oldu.
Kimler kimleri yargılıyorsa nedeni ve amacı sorgulanmalıdır, hem yargılananlar ve hem de yargılayanlar için… Kim nerede ve ne zaman ve ne amaçla mahkeme kurarsa kursun…
Vietnam’da olup bitenler geçmişte kaldı, ama iz bıraktı. Tıpkı Russell Mahkemesi gibi…
Elli yıl önce Vietnam’da işlenen suçları dünyaya duyurmak için bir mahkeme kurulmasına ve burada ABD’yi yargılamaya karar verenler, başta yadırganmıştı. Bertrand Russell önderliğinde Vietnam'da Amerika Birleşik Devletleri tarafından işlenen savaş suçlarını araştırmak ve dünyaya duyurmak için 1966'da bir “mahkeme”, Russell Mahkemesi kurulmuştu… Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi 18 ülkenin temsilcilerden oluşuyordu. Mahkeme üyeleri genellikle sol görüşlü barışseverlerdi. Mahkemenin oturumları 1967’de Stockholm ve Kopenhag'da yapıldı. ABD, Russel Mahkemesinin “önyargılı ve gösteri amaçlı bir oluşum” olarak gördü (Vikipedi).
Mahkeme üyeleri arasında Türkiye’den avukat ve milletvekili Türkiye İşçi Partisi başkanı Mehmet Ali Aybar ile Simone de Beauvoir, James Baldwin, Peter Weiss gibi yazarların yanı sıra hukukçular, filozoflar, tarihçiler, matematikçiler ile devlet başkanları da vardı.
Bertrand Russell Mahkemenin Onursal Başkanıydı.Jean-Paul Sartre İdari Başkan, Vladimir Dedijer Mahkeme ve Oturum başkanıydı.
Bertrand Russell bu mahkeme için "Bizler yargıç değiliz. Bizler tanığız. Görevimiz insanoğlunun bu korkunç suçların tanıklığını üstlenmesini sağlamak ve insanlığı Vietnam'da adaletin safında birleştirmektir."demişti.
Üç gazeteci Perry Anderson, Roland Fraser ve Ouintin Hoare’nin Jean-Paul Sartre ile bu “mahkeme” üzerine yapılan ve Ocak-Şubat 1967’de New Left Review dergisinden yayımlanan söyleşiye başlarken şöyle bir soru sormuştu:
“Bertrand Russell Mahkeme’sin bir adalet paradosinden ibaret olacağı söyleniyor. ABD’nin politikalarına düşman, angaje bireylerden oluştuğu ve verecekleri hükmen önceden bilindiği öne sürülüyor. Bir İngiliz gazeteciye göre, Alice Harikalar Diyarındaki gibi olacak: Önce hüküm verilecek, sonra dava görülecek”
Jean-Paul Sartre; Mahkemenin asıl amacının ABD’nin Vietnam’da izlediği politikanın şer olup olmadığını ve şer olduğu konusunda birçok mahkeme üyesinin en küçük bir şüphesi bulunmadığını, söz konusu olanın ABD’yi yargılamak değil ama asıl amacın bu şerrin uluslar arası hukuktaki savaş suçları kapsamında olup olmadığıdır diyor…(Metis Yayınları. Sartre ile Sartre Hakkında. 2016)
Jean-Paul Sartre’ın söylediklerini okuyarak devam edelim:
“Talleyrand'ın (Fransız siyaset adamı, dışişleri Bakanı) şu sözleri siyasal edimlerin tarih boyunca nasıl görüldüğünü özetliyor: "Bu olay suçtan beter, bir hata." Söz konusu siyasal edimler ustalıklı veya sakarca, etkili veya talihsiz olabilirler; sonuçta daima yasal yaptırımdan kaçmışlardır. "Suç ilkesi" diye bir şey yoktu. Ve sonra Nürnberg' de, 1945 'te, ilk kez "siyasi suç" mefhumu ortaya çıktı. Şüphe çekiciydi elbette, çünkü galibin hukukunun mağluba dayatılmasını içeriyordu. Ama Nürnberg Mahkemesi'nin Nazi Almanyası liderlerini mahkûm etmesi ancak, gelecekte herhangi bir hükümetin Nürnberg hükümlerinin herhangi bir maddesi uyarınca mahkûm edilebileceğini, benzer bir mahkemenin açtığı davanın sanığı olabileceğini ima ettiği takdirde anlamlıydı. Bugün bizim mahkememizin yaptığı şey kapitalist emperyalizmin kendi kanunlarının uygulanmasını önermekten ibaret. Dahası, içtihat cephanesi Nürnberg yasalarıyla sınırlı değil; Briand- Kellog antlaşması hâlihazırda vardı, Cenevre Konvansiyonu ve diğer uluslararası anlaşmalar da var.”
Jean-Paul Sartre sözlerinin özü; siyasal iktidar kendi eylemleri ne olursa olsun ve nasıl kötü sonuçlar doğurursa doğursun “daima yasal yaptırımdan kaçmışlardır”. Yaptıklarının “suç” olduğu hakkında bir ilke yoktu. Örneğin ABD’nin Vietnam’da yaptıkları için "Bu olay suçtan beter, bir hata." deniliyordu ama“suçlanmıyor” ve yargılanmıyordu… O yüzden Nürnberg Mahkemesi'nin mahkûmiyet kararlarının gelecekte herhangi bir hükümetin “benzer bir mahkemenin açtığı davanın sanığı olabileceğini ima ettiği takdirde” anlamı vardı.
Tarihe tanıklık edenleri, olmuş bitmişleri gelecek kuşaklara aktaran gazetecileri yargılamak zor zanaattır. Zor zanaattır, çünkü yargılama nitelikli emeğe dayalıdır. Ustalık, bilgi, akıl, hukuk, vicdan, adalet ve insan onurunu korumak için bütün bu değerlere inanç ister. Bilfiil her yargılama cesaretle adalet üretir, üretmelidir.
Bu yüzden zor zanaattır gazetecileri yargılamak...
Zordur, çünkü gazetecilerin haberleştirdiği gerçekleri duymak istemeyen ve gerçekleri saklamak isteyen siyasal iktidarların düşmanlıklarıyla karşı karşıya kalır gazeteciler ve tarihin tanıklarıdır. Gerçeklere tanıklık eden gazeteciler yargılanırken, aslında yargılanan onların tanık oldukları tarihin gizli ve kirli yüzüdür. Gücü elinde tutanlar için kanunlar ve hukuk hiçe sayılır. Kirli ve kötü gerçekleri açığa çıkaranların yargılamasını kendi koydukları kanunlara göre yaparlar. Ama bu kanunlara dahi uymamak onlar için kanunsuzluk değildir.
Siyasal iktidarlar korkarlar. Çünkü yargıladıkları insanlar aslında onları yargılar.
Jean-Paul Sartre’ın Russell Mahkemesinin yaptığı şey için “kapitalist emperyalizmin kendi kanunlarının uygulanmasını önermekten ibaret” derken, haklıydı.
Etrafımız emperyalist ahlaksızlarla çevrili… (Fİ/ÇT)