Yöntemsel olarak, Batılı analizcilerin bu yaklaşımını kabul etmek, ideolojik bir belirlemeye de aracı olmak anlamına geliyor. Bu çerçeve içinde kalındığında, Irak İşgaline karşı direniş de El-Kaide oluyor. Bu ideolojik hegemonyaya katılmamak, kör terörün tarihsel ve toplumsal kaynakları üzerinde düşünmek gerekiyor. Sorun, basitçe şeytan El- Kaideden ibaret görünmüyor.
Açıkça söylenmeli: İster İsraile, ister ABDye, ister İngiltereye yönelsin, kurbanları sıradan insanlar olan kör terör eylemlerini meşrulaştıracak herhangi bir ideolojik örtü yoktur. Bu, kör terörün birkaç insanlık düşmanı fanatiğin işi olduğu ideolojik örtüsü kadar bir değer taşır ancak. Terörün kaynağı, bizzat, Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) temel gücünü oluşturduğu insanlığa karşı açılmış, küresel savaştır.
Büyük teröristin terörle mücadele kılıfı
Tarık Alinin Fundamentalizmler Çatışması adlı yapıtında özetle söylenen şudur: fundamentalistleri yetiştiren ABD'dir. Fundamentalistlerin anası odur. Bu tez, Ladin'in ABD'nin Afganistan'daki cihada önderlik etmesini istediği Vahabi prenslerinin kendileri gitmek istemediği için ABD'ye önerdikleri ileri gelen Vahabi ailelerinden birinin oğlu olduğu, Afganistan'daki laik rejim yıkılana kadar bizzat ABD tarafından finanse edildiği, rejim yıkıldıktan sonra para kaynağı kesilen "fundamentalist" Ladin'in anti-Amerikan bir çizgiye yöneldiği, Saddam'ın da gerçekte fundamentalistlerin değil halkın yaptığı İran devrimine karşı kullanıldığı, bunun için önce BAAS partisi içinde Amerikan operasyonu ile başa getirildiği, ilk işinin Irak'taki sosyalist örgütleri yasaklamak olduğu, Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in de soğuk savaş politikaları çerçevesinde ABD kaynaklı olarak örgütlendiği gibi olgularla desteklenir.
Usame Bin Ladin, Sovyetler Birliği (SSCB) çöktükten sonra, kendisini besleyen kaynağa, ABDye, kendi yeniden üretimini gerçekleştirmek içim yönelmek durumunda kaldı. ABDnin yeşil kuşak stratejisi, bu kez, ABDnin dünya hegemonyasını tesis için gerekçe göstereceği nesnel bir temele dönüştü: ABD kendisinin yarattığı şeytana karşı mücadele bayrağını, gerçekte insanlığa karşı açtığı savaşı gizlemek için kuşandı. Bushun yanındakilere, özellikle Şarona bakın; maske hemen düşecektir.
Bunlara, Amerika'nın Latin Amerika'daki, Uzak Doğu'daki müdahaleleri de eklenirse, gerçek teröristin, yani baskı ve yıldırı uygulayarak halkı sindirmeye, aşağıdan hareketi bastırıp her türlü demokratik gelişmeye engel olanın ABD olduğunu ileri sürmek için, özel bir çabaya gerek kalmaz.
Terörle mücadele, ABD hegemonyasını daim kılmak amaç ve arzusuna eşlik eden ideolojik bir kılıftır sadece.
El-kaidenin stratejisi
El-Kaidenin (İslamcı kör terörün) stratejisi, ABDninkiyle aynıdır: Şeytanla mücadele. Bir taraf için şeytan ABD, diğer taraf için ise El-Kaide. El-Kaide, taktik planda ise, en kolay ulaşılabilir ABD-İngiliz-İsrail hedeflerini, Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün formülü ile, bu ülkelerin çıkarlarını vurmayı hedefliyor.
Bu çerçevede bakıldığında, İstanbulda patlayan bombalar, bir seri bombalamanın devamı: Endonezya, Güney Afrika, Suudi Arabistan Hepsinde vurulan hedefler aynı, Yahudi ya da Hıristiyan şeytanlar.
Türkiyedeki kör terörün hedefinin aynı olması bu bakımdan anlaşılmaz ya da şaşırtıcı değil. Özellikle dünkü bombalamada İngiliz hedeflerinin seçilmesi, Bushun İngiltere seyahati düşünüldüğünde, özellikle anlamlı görünüyor: İngiliz kamuoyunun nefret besleyemeyeceği kadar uzağından, Busha yönelen İngiliz tepkisine yeni bir dayanak oluşturma çabası sezinleniyor.
Fundamentalizmler birbirini besler
El-Kaidenin yapmaya çalıştığı şey ne olursa olsun, işaret edilmesi gereken nokta fundamentalizmlerin birbirlerini beslediğidir. İstanbuldaki kör terörün de, İsraildekinin de gerçek sonuçları, ABDnin Iraktaki işgali ile aynıdır: İnsanlığı terörle disipline etmek, terörle insanlığı kontrol altına almak.
ABDnin Irakı, İsrailin Filistini işgalinin de, El-Kaidenin kör terör eylemlerinin de kurbanı aynıdır: Çıkarı bu savaşın tarafı olmayı reddetmekte olan sıradan insanlar, yani, bizler.
Gelinen noktada şunu söylemek artık bir bedahate işaret etmektir: Bushun baş havarisi olduğu şeytanla savaş, resmi adı ile küresel terörizmle savaş, gerçekte, küresel kapitalizmin bekası için insanlığa açılmış bir savaştır. El-Kaide de insanlığa açılmış bu savaşın bir piyonu.
İstanbul: Failler
Giles Fodenin 18 Kasım 2003 günü The Guardianda yayınlanan değerlendirmesine göre, 15 Kasım 2003te İstanbuldaki Sinagoglara yönelen bombalamaları yapan, Ebu Hafs al-Masri Tugayı. Foden, bu örgütün kaynağını Ladinle olan akrabalıklara kadar inceliyor. Ebu Hafs, Muhammed Atefin takma adı, örgüt de adını buradan alıyor. Atef, İslami Cihad kökenli. Mısırda 58 turistin öldürülmesi eyleminin mimarlarından. 15 Kasım 2001de Kabilde öldürülüyor. 14 yaşındaki kızı ile Ladinin oğlu Abdullah evleniyor. Fodenin Kürt kaynaklarına dayandırdığı bilgiye göre, Atef, Irakla da bağlantılı, Taliban döneminde, Kuzey Iraklı El-Kaide bağlantılı grup olan Ansar-al İslamın üyeleri ile Afganistanda iki kez görüşüyor. Bu tür analizlerin ne kadar kıymet taşıdığı tartışılabilir. Zira, 20 Kasımdaki bombalamaları ajanslara çekilen bazı fakslara göre, İBDA-C, El-Kaide adına üstlenmiş bulunuyor.
Faillerin hangi İslami terör örgütüne üye olduğundan çok, faillerin Türkiyeli olduğuna ve failleri doğuran tarihsel sürece dikkat çekmek önemli görünüyor.
Failler, bizzat Türk Hükümetlerinin göz yumması ile Ruyaya karşı Çeçen savaşına, daha önce El-Kaide ile birlikte Afgan Savaşına katılan gönüllülerden oluşuyor. Türkiyede bu tür gönüllülerin sayısı sanıldığından çok daha fazla ve bizzat ABD tarafından Çeçenistanda ve Afganistanda eğitilmiş bulunuyorlar. Fodenin analizi doğru ise, failler bu örgütle, Çeçenistan ya da Afganistanda tanışmış olmalılar.
Faillerin fundamentalist şeytana karşı mücadele ortak paydası altında, Türkiyede ayrı örgütler oluşturmuş olmaları ya da Filistin Direnişinden esinlenerek, bazı intihar eylemleri düzenleyen çoğu tugay adını kullanan bazı örgütlere katılmış olmaları aynı oranda muhtemel. Bu ancak, gerçek ilişkilerin ortaya çıkması ile anlaşılabilir.
İstanbul:Kurbanlar
Özellikle 15 Kasımdaki Sinagog bombalamalarından sonra, ölen her kurban Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmasına rağmen, gerek Türk Hükümetinin gerekse de İsrail hükümetinin bunu unutarak ölen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Musevilere İsrail yurttaşı muamele yapması, fundamentalizmin kökenlerinin anlaşılması bakımından önemli bir gösterge.
İsrail Dışişleri Bakanının açıklamaları ve ziyareti, açıkça İsrail Devletinin fundamentalist karakterini ele veriyor. İsrail, bir yurttaş cumhuriyeti değil de sanki bir din devleti, bu o kadar öyle ki, ölenlerin Musevi olması Mossadın terör avına katılması için yeterli gerekçe sayılıyor.
Türk Hükümeti de laik karakterini unutmuş durumda, ölenlerin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olduklarını unutmuş, İsraile tepki bile göstermiyor. Bu durum, fundamentalistlerin insanlığa karşı açtıkları savaşı kolaylıkla yürütebilmelerini doğuruyor: Basit mantığa göre, ölenin, kurbanın kim olduğu tabiiyetinden öte, Musevi olması, hedefin İsrail olarak algılanmasını doğurabiliyor. Bu fundamentalistlerin Türkiyede elini kolunu sallayarak dolaşabilmelerini de açıklar.
Gerçek bir cumhuriyette, temel bağ din değil, yurttaşlıktır. Türk Hükümetinin bu eylemler karşısında herhangi bir başarı gösteremeyeceğinin kanıtı, aldığı tutumdur: fundamentalizmler, birbirini besler ve birbirlerine muhtaçtır.
Arap-İsrail/ABD savaşı tezi
Sıkça yapılan bir yorum, bu eylemlerin Arap-İsrail/ABD savaşının bir devamı olduğu yönünde. Analizciler, bitmeyen Filistin Sorunu, Irakın İşgali, Suudi Arabistandaki Vahabi diktatörlüğünün ve kukla krallıkların topraklarını ABDye üs için açması gibi olguların İsrail-ABD eksenine karşı bir Arap nefretini doğurduğunu ileri sürüyorlar ve olayları yayılan Arap-İsrail savaşı tezine göre değerlendiriyorlar. Bu bir çok bakımdan yanlış bir analizdir.
Yine bianette yayınlanan bir değerlendirmede belirttiğimiz gibi; Bu olgular gerçek, ancak bu olguları doğuran hakikat, Afganistan (ve Irak diye ekleyebiliriz) savaşını doğuran hakikatle aynı; dünyanın en önemli enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerin "küresel kapitalizm" tarafından denetlenmesi ihtiyacı. Yoksa, çok uluslu şirketler nasıl kârlarına kâr katacaklar?
Analizcilerin bu yanlış teze dayanarak çıkardıkları eksik sonuçlardan biri şudur: Hedef, Türkiye değildir. Evet, fundamentaliste göre hedef Türkiye değil, ama yürüyen savaşın hedefi bütün insanlık olduğu için, Türkiye emekçileri de hedeftir.
Açık ki, Türkiye içinde bulunduğu coğrafya da dikkate alındığında, insanlığa açılan bu savaş bitmeden hedef olmaktan kutulamayacaktır.
O yüzden, barış, emekçilerin de asli bir talebidir.
Sorumlu: İnsanlığa karşı açılmış savaş
Şaron hükümetinin canlı bombaları gerekçe göstererek Filistini yeniden işgale giriştiği günlerde yaptığımız, yukarıda sözü edilen değerlendirmede şöyle demiştik: Bu yaşanan, açık ki, basitçe Arap-İsrail savaşı değildir . ABD'nin ve koruyucusu olduğu insanlık düşmanı sistemin, küresel kapitalizmin insanlığa açtığı bir savaştır . İnsanlığa karşı açılmış bu savaş, diyalektik bir biçimde kendi varoluşunu sağlayacak kör terörü, fundamentalizmi beslemekte ve yeniden üretmektedir . Ölen Filistinli çocukların da, diskolarda eğlenmeye çalışan İsrailli gençlerin de katili aynıdır: İnsanlığa karşı açılmış bu savaş.
Aynı sözleri şimdi de tekrar etmek durumundayız, gerek geçen Cumartesi günü Sinagoglarında ibadet ederken gerekse de dün, suçu bombalanan yerlerde ya da yakınlarında olmaktan başka bir şey olmayan kör teröre kurban edilmiş Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının, dostlarımızın, arkadaşlarımızın da katili aynıdır: insanlığa karşı açılmış, bu, emperyalist savaş. (MBM/EK)