Son sıralar ekonomideki göstergelerin giderek olumsuzlaşması moralleri biraz bozmuştu. Merkez Bankası’nın faiz ayarlamalarının beklenen sonuçları vermemesi üzerine “para politikası yetmez maliye politikalarına ağırlık vermek lazım” diyenler artmış, herkesin ayrı bir anlam yüklediği yapısal reformlar yeniden talep edilmeye başlamıştı. Hazine veya Maliye’den umut verici yeni adımlar beklerken, çözüm başka bir kamu kuruluşundan geldi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) milli gelir hesaplarında yeni bir yöntemi uygulamaya koyarak sorunu çözdü, durumun sandığımız kadar kötü olmadığını göstererek yüreklere su serpti.
TÜİK’in haber bülteninde yer alan açıklamaya göre, milli gelir hesaplarında artık SNA-2008 uygulaması terk edilerek ESA-2010 uygulamasına geçilmiş. Zaten Avrupa Birliği yönetmeliklerine göre öyle olması gerekiyormuş. Bundan böyle Gayrısafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) ve Kişi Başına Gayrısafi Yurtiçi Hasıla bu yeni yönteme göre hesaplanacakmış.
Tabii yeni bir yönteme geçince rakamlarda da bazı değişiklikler oluyor. 2016 yılı henüz kesinleşmediğinden, 2015 yılından bir örnekle durumu gösterelim. Eski yöntemle 2015 yılında GSYH 1.952.638 milyon TL olarak hesaplanıyordu, yeni yöntemle 2.337.531 milyon TL oldu. Eğer aynı hesaplamayı dolar cinsinden yaparsak, eski yöntemle 719.620 milyon dolar, yeni yöntemle 861.469 milyon dolar buluyoruz. Yani dolar hesabıyla da TL hesabıyla da Türkiye’nin Gayrısafi Yurtiçi Hasılası meğerse bizim sandığımızdan yüzde 19,7 daha fazlaymış.
İstatistiklerde yöntem değişiklikleriyle bir zaman serisi bozuluyorsa, yeni yöntemi eski yıllara da uygulayıp yeni bir seri oluşturmak adettendir. TÜİK bunu GSYH için nedense yapmamış ama hiç olmazsa Kişi Başına GSYH için yapmış. Eski yılların değerlerine bakınca da çok ilginç verilerle karşılaşıyoruz.
Örneğin 2010 yılında cari fiyatlarla Kişi Başına GSYH’nın eski yönteme göre yüzde 10,8, yeni yönteme göre yüzde 17,6 arttığını görüyoruz. Nitekim o yılın değeri 10 bin dolardan 10 bin beş yüz dolara fırlıyor. Benzer şekilde 2011 yılının büyümesi yüzde 4,2’den yüzde 6,1’e çıkıyor. 2012 yılında hiç büyüme olmazken, birden yüzde 3,4 büyüyoruz. 2013 yılında büyüme yüzde 3,4’ten yüzde 7,7’ye çıkıyor. 2014 yılında ekonominin yüzde 3,9 küçüldüğünü sanıyorduk, meğer yüzde 2,9 küçülmüş. 2015 yılında da yüzde 10,9 sandığımız küçülmenin yüzde 9,1’de kaldığını öğreniyoruz.
Geçmiş yıllardaki değerler de aynı yöntemle hesaba katıldığına göre değişen bir durum olmadığı söylenebilir. Durum pek öyle değil, ayrıntılarını tam bilemediğimiz ve haber bültenlerindeki açıklamalara bakılırsa bilmemizin de pek istenmediği yeni yöntem her yıl aynı düzeyde değişikliklere yol açmıyor.
Küçük bir örnek vermek gerekirse, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Kişi Başına GSYH eski yöntemle 3.492 dolar olarak hesaplanmışken, yeni yöntemle 3.581 dolar olarak hesaplanıyor. Yani arada yüzde 2,5 dolaylarında bir fark var. 2015 yılında Kişi Başına GSYH eski yönteme göre 9.257 dolar olarak hesaplanırken, yeni yöntemle 11.014 dolar olarak karşımız çıkıyor. Yani 2015 yılındaki fark yüzde 19 dolaylarında.
Bu durumda orta gelir tuzağına mı düştük diye endişelenmeye hiç gerek olmadığı anlaşılıyor. Zaten milli gelirimiz hiçbir zaman 10 bin dolar sınırının altına düşmemiş. Yıllardır 12 bin dolar civarında bir gelire sahibiz. Gerçi 2016 yılının 3. çeyreğinde yeni yöntemle bile yüzde 1,8 oranında küçülme var ama anlaşılan temel sağlam.
Bütün ülkelerin istatistiksel yöntemlerde zaman zaman değişiklikler yaptığı, bunun bir gereklilik hatta gelişme olduğu söylenebilir. Doğrudur, hiçbir yöntem sonsuza kadar uygulanmaz. Fakat ekonomide olumsuz göstergelerin öne çıktığı, ülkenin önü alınamaz bir krize doğru yuvarlandığı endişeleri yaşanırken böyle bir yöntem değişikliğine gitmenin kuşku uyandırması doğaldır.
Devletin verdiği rakamların inandırıcılığını kaybetmesi önemli bir durumdur. Buna örnek olarak istihdam ve işsizlik istatistiklerini verebiliriz. Türkiye’de kimse işsizlik rakamlarına inanmaz. Kimse işsizliğin nasıl hesaplandığını bilmemektedir fakat mevcut yöntem o kadar gerçek dışı sonuçlar vermektedir ki, gündelik hayat resmi rakamları yalanlamaktadır.
Türkiye’de mevcut tanıma göre, istihdam halinde olmayan kişilerden iş aramak için son üç ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan çalışma çağındaki kişiler işsiz nüfusa dahildirler. Yani son üç ayda iş aramayanlar işsiz sayılmamaktadır. Daha önce iş aradığı halde bulamayan veya kendi vasıflarına uygun bir iş bulabileceğine inanmadığı için iş aramayan ancak işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişiler işgücüne dahil olmayan nüfus içinde sayılır, işsiz nüfus kapsamına girmez.
İşsizlikle ilgili tartışmalar yatırımcıları doğrudan ilgilendirmediği için o kadar önemli olmayabilir. Fakat milli gelir verilerine ilişkin güvensizlik doğrudan yatırımcıları, iş çevrelerini, uluslararası fon yöneticilerini ilgilendirir. Verilerin sağlamlığı önem kazanır. Sonuçta faizlerin devletin talimatlarından etkilendiği, döviz kurlarının milli mücadele meselesi haline geldiği, cumhurbaşkanının “ekonomi benim alanım” dediği bir ülkeden söz ediyoruz. (BD/HK)