… Türk Ermeni ilişkileri açısından da işte, asırlardan gelen ve asırlara gidecek olan ortak yazgımız bir kez daha önümüzde.
Atalarımız geçmişte kendilerine düşen sayfaları iyi kötü doldurdular.
Asıl sorun bugün bizim bu beyaz sayfaları nasıl dolduracağımız.
Geçmişte yaşanan büyük felaketin sorumluları gibi mi davranacağız, yoksa o yanlışlardan ders alarak yeni sayfaları bu kez uygar insana yakışır bir şekilde mi yazacağız?
Hrant Dink (2005)
İşte bu beyaz sayfaları doldurmanın yanı sıra, geçmişimizle yüzleşmek için ve bu özdeş kültürleri tekrar canlandırabilmek için yapılabilecek başka bir şey daha var… Köprüler kurmak, bunu da görsel olarak en çok iz bırakacak şekilde, fotoğrafla yapmak…
Davet edildiğiniz bir evde, 1940’lardan kalan bir buzdolabının üstündeki tencerenin, size güldüğünü düşündüğünüzde ne hissederdiniz?
- Fotoğrafını çekip onun hikayesini dile dökerdim...
Yoksul, hüzünlü bir evin içindeki rastgele konulmuş gülen bir suratı anımsatan tencere, kısaca tezatlıklara rağmen hayatın nasıl devam ettiğini anlatıyor.
"Bridging Stories" projesi, 22-29 Ağustos 2016 tarihinde Ermenistan’da gerçekleştirildi. Fotomuhabirliği konusunda düzenlenen çalışma grubuna Türkiye ve Ermenistan’dan 12’şer fotoğraf gönüllüsü katıldı. Ermenistan'daki ABD Büyükelçiliği tarafından düzenlenen bu projeyi National Geographic’ten John Stanmeyer, 4plus Photos’tan Anush Babajanyan, ve Nar Photos’tan Serra Akcan yürüttü. Benzer toprakların, benzer insanların hikayelerini kullanarak sosyal ilişkileri geliştirmeyi amaçlayan bu proje, şubat ayındaki sergiyle ilk dönemini tamamlamış olacak.
Projeye Türkiye’den katılanlardan biri olarak, bu deneyimlediğimiz fırsattan daha çok insanın yararlanabilmesi için; kişisel düşüncelerimi yansıtan yazıma, kısa bir röportaj ve bazı arkadaşlarımın düşüncelerini de katmak istedim...
Proje kapsam ve amaçlarını John Stanmeyer, Serra Akcan ve Anush Babajanyan şöyle açıkladı:
Babajanyan: Bridging Stories projesi, Storyteller’s café STK ve National Geographic fotoğrafçısı John Stanmeyer tarafından Erivan ABD Büyükelçiliği desteğiyle yürütülen bir proje. Buradaki ilham kaynağımız genç jenerasyonlar arasında bağ kurmak ve onları oluşturdukları hikayeleri paylaşmak konusunda desteklemek.
Stanmeyer: Bridging Stories projesi aslında Türkiye ve Ermenistan halklarını fotoğraf ve görsel öykücülük (storytelling) aracılığıyla bir araya getirmek, köprüler kurmak için geliştirildi. Bu iki ülke zamanında kültürel olarak birbirine bağlı birer komşuydu ve ortak değerleri paylaşıyordu. Onların birbirlerini daha iyi anlamaya yönelik çalışmaları, yardımlaşmaları her şey büyük resim için, tekrar köprüler kurmak için, barışa ulaşmak için…
Akcan: Hrant Dink’in de söylediği gibi, Türkiye ve Ermenistan, “iki yakın halk, iki uzak komşu”… Bizler ayni toprakların çocuklarıyız, atalarımız sevinçlerini, hüzünlerini yıllar boyunca birlikte yaşadılar. Bizleri ayıran o günleri tabii ki unutmamalıyız ancak, sadece acılarla ve o suçluluk duygusuyla devam etmesi bize ilişkiler kurma konusunda yardımcı olmuyor. Daha güzel bir yaşam için birbirimizi iyileştirmeliyiz ve teselli etmeliyiz. Sadece kendimiz için değil bunu ayni zamanda çocuklarımız için yapmalıyız. Algılarımı ve hikayemi, barışçıl tutumumu büyüklerimden gördüklerimle, tarih dersinde öğrendiklerimle, hikayeler okuyarak ve arkadaşlarımla konuşarak oluşturdum, Sonuçta ben bir fotoğrafçıyım ve fotoğraf kendimi ifade etme, insanlarla iletişim kurma, konuşma, tartışma, birlikte üretme ve sonunda da içinde yaşadığımız dünyayı daha iyi bir hale getirme aracı. Bu kendim, arkadaşlarım ve bütün çocuklar için yapabileceğim bir şey ve bu projeyle birlikte, Bridging Stories fotoğrafçıları da bu barış, sevgi ve arkadaşlık zincirine katkıda bulunacaklar. Biz sadece bu iki milletin yaşadığı acıyı dindirmek, yaraları iyileştirmek ve köprüler kurmak için katkıda bulunan birer halkayız. Birbirimiz hakkında daha çok öğrendikçe dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için çalışacağız.
Neden genç jenerasyonu tercih ettiklerini ise şöyle açıklıyorlar:
Babajanyan: Özellikle genç jenerasyona (18-25) odaklanmak istedik çünkü bu yaşlardaki bireyler, yaşadıkları yer ve başka ülkeler hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırken, daha çok aradıkları soruların cevaplarına yönelik hareket ediyor. Bu noktada katılımcıların Ermenistan’ı ve Türkiye’yi komşuluk çerçevesinden daha iyi anlamasını istedik.
Stanmeyer: Genç jenerasyonun, toplumların değişmesinde bir aracı olduğu bilinen bir faktör. Bridging Stories’e seçtiğimiz bu 24 genç fotografçı değişime aracı olan kişiler. Onların çalışmaları şu anki durumdaki komşuluk ilişkilerine yeni bir perspektif getirerek barışa giden yola katkıda bulunacak.
Akcan: Gençlik, geçmiş ile gelecek arasındaki bir köprüdür. Bugün, artık onlar için kötüyü iyiye çevirme zamanı; onlar bizden öğrenirken biz de onlardan öğreneceğiz… Onlar hikayeleri gelecek jenerasyonlara taşıyacak insanlar, ülkelerimiz arasındaki anlaşmazlıkları çözebilecek olanlar... Gençlerin şarkılarını dinlemeliyiz, fotoğraflarına bakmalıyız ve hikayelerini okumalıyız ki, bugün neler yasadığımızı daha iyi kavrayalım. Dayanışma içinde olarak. Birbirimizden öğrenerek ve yaşanılabilir bir dünya oluşturmak için uğraşacağız.
Peki, fotoğrafın uluslarası dili bu iki ülke arasındaki ilişkileri nasıl etkileyebilir?
Babajanyan: Bizim projemiz Türkiye ve Ermenistan arasındaki arkadaşlığı güçlendirmeye, iki milletin birbirini anlamasına yönelik yalnızca bir adim. Fotoğrafçılık hikayeler anlatmak demek ve bizim inandığımız şey, daha fazla dayanışmayla hayatlar, benzerlikler, farklılıklar hakkında daha fazla bilgiye sahip olabileceğimiz.
Stanmeyer: Fotoğraf bütün dilleri bilir, hatta aslında görsel olan; kelimeleri, halkları birleştiren ve sonunda bir ortak anlayışı anlatan bir dildir. En çok etki edeceği nokta bence umudu tekrar getirmek, farkındalığı artırmak olacaktır. Bunun yanında uzun zamandır beklenen barış için büyük bir adim olacağını düşünüyorum.
Akcan: Birbirimizi anlamak için ortak bir dil bilmeye ya da anadillerimizi bilemeye gerek yok. Fotoğraf aynı müziğin, resmin, filmin olduğu gibi birbirimizi anlayacağımız bir ortak dil. Bu Ermenistan’ı ikinci kez ziyaretim, ilki yaklaşık 10 yıl önceki MerhaBarev çalışmasıyla birlikte oldu. Amacımız birbirimizin şehirlerine bakarak, Erivan ve İstanbul’daki hayatları anlamaya çalışarak önyargılarımızı kırmak ve iki ülke arasında yeni bir atmosfer oluşturmaya yönelik ilk adımları atmaktı. Sokaktaki insanlarla konuşarak, fotoğraflarını çekerek herkese anlatacağımız hikayeler topladık. Fotoğrafçılarımızdan Özcan Yurtalan’ın da MerhaBarev çalışmasının giriş yazısında söylediği gibi, “Zamanın akışını durduran her karemizle, yaşamın bütünlüğünden ayırarak yarattığımız her görüntüyle bugüne dair bir cümle kurmaya ve geleceğe bir söz bırakmaya çalışırız. Ortaya çıkan ürünler itirazlarımızı, eleştirilerimizi ve önerilerimizi taşır. Fotoğraflarımız, insanlar-toplumlar-kültürler-halklar arasındaki mesafenin kapanmasına destek olsun isteriz." 10 yıl önce bu işle birlikte deneyimlerimizi fotoğrafladık ve fotoğraflarımız hikayeleri bugüne taşıyan birer yorum, görüş. Şimdi de zaman genç fotoğrafçılar için yeni görüşler yeni hikayeler oluşturarak bunları bir sonraki nesle taşıma zamanı.
“Dürüst olun… Bundan fazlasısınız”
Dilican’da geçirdiğimiz süre hem teori hem de alan çalışmalarını kapsadı. Zamanımız gözlemlemek, konuşmak, hikayeler oluşturmakla geçti. Saatlerce yürüdük, küçücük Dilican’ın her tarafını öğrendik, misafir olduğumuz evlerdeki insanların duygularını paylaştık. İlk gün dikkatimizi çeken ne varsa fotoğrafını çektik ve hem Babajanyan, Stenmeyer ve Akcan’ın yorumlarını duymak için, hem de biraz beğenilme kaygısı güderek toplantı odasına gittik. Örneğin, olayı ne kadar anlamadığım çektiğim çiçek fotoğraflarından belliydi; yalnızca bir çiçek fotoğrafıydı, bir hikaye anlatmıyordu.
Kendimizden emin bir şekilde, ama biraz da gerginlikle, fotoğraflarımızı sisteme yükledik. Ancak Stenmeyer’in yorumları genelde; “Bu sadece yolda duran bir insan”, “Dürüst olun, bundan fazlasısınız” şeklinde olunca, köprü kuracak hikayeler oluşturma fikrinin ne olduğunu kavramaya başladık. Hikaye oluşturmanın püf noktalarını anladıkça, baktığımız her yerde çeşit çeşit hikayeler görebiliyorduk. Bu işin, görmenin ve düşünmenin yanı sıra önemli bir sırrı vardı: İletişim...
Gördüğümüz evler, çeşmeler, sokak satıcıları bizi doğrudan fotoğraflamaya itiyordu; ancak gördüğümüz karelerin altında yatan birçok detay vardı. Hikaye oluşturmanın kilometre taşı iletişim kurmaktı. Bomboş sokaklarda her kapıya bakıldığında, sessizce işini yapan insanlar görüyordunuz. Onları öylece fotoğraflayarak güzel sonuçlar elde edebilirdiniz. Ancak bu fotoğraflarda, yalnızca bahçelerinde çalışan insanlar görülebilir. Oysa, iletişim kurarak, görüntünün arkasındaki hikayeleri kavrarsanız, çekeceğiniz fotoğrafa ruh katabilirsiniz.
Kediler, kaynayan reçeller, kahveler, yolluklar...
Onlar, her ne kadar işlerine odaklanmış olsalar da şunu anlamak oldukça kolaydı; Dilican’da güler yüzle “Barev!”diyen neredeyse herkesin, kahveleri ve ikramlık şekerleri hazır oluyordu. Yanında da ya büyük şehirlere ya da Rusya’ya göç etmiş torunların, çocukların, kuzen, dayı, eş kim varsa çocukluk albümleri. Kiminin damadı Putin’in avukatlarından biridir, kiminin en büyük yoldaşı ihtiyar kedisidir, kimi kızını kaybetmiştir kiminin de kızı bir türlü evlenmek istemez, buna dert yanılır; hatta Ermeni arkadaşlardan birine laf arasında evli olup olmadığı bile sorulur. Hiçbir şey yoksa, kapının kenarında kaynayan kızılcık reçelinden ikram edilir; yolluk verilir…
Her ne kadar kültürel bir çalışma kapsamında olsak da siyasi birçok gözlem yapma fırsatı da bulduk. Ermenilerin yaşadığı dramları hâlâ gözlerinden anlamak mümkündü. Girdiğim bir evde, ev sahibi Türkiyeli olduğumu öğrenince, balkonundan görünen köy manzarasının fotoğrafını çekmeme izin vermedi; elime telefonu her aldığımda rahatsız oldu.
Ne kadar insanı üzen bir durum olsa da acılarını paylaşmak, soykırım gerçeğinin farkında olduğumuzu hissettirip, teşekkür ederek evden ayrılmak, yapılabilecek en doğru şeydi. Konuşmak, paylaşmak, dil bilmeksizin sadece bakışmak, gülüşmek; aslında bunlar bile birer hikâye oldu bizler için. Uzun yürüyüşlerden sonra yemek öncesinde, tekrar toplantı salonunda bir araya geldiğimizde, herkesin çantasındakini ortaya atması, 23 ayrı fotoğraf için 23 ayrı bakış açısı, 23 ayrı düşünce edinmemize yol açtı; gelişmeleri çok yönlü ve çeşitli halleriyle kavradık. Orada birey değildik, 24 kişiydik ve her şey bu 24 kişi içindi.
İlk günler gözlemle geçti. Hatta gözlemden çok Türkiyeliler açısından iç hesaplaşma, geçmişe dönme, irdelemeyle geçti. Türkiye tarafından bir konuşma arasında şunu işittim; “Oda arkadaşım Ermeni ve aynı odada uyumak çok garip geldi. Sonuçta atalarımızın bu insanlara yaşattıkları belli!..”
Ancak zamanımız daraldıkça saatler değerlendi, daha çok yakınlaştık; aslında köprülerin oluşması için gereken bir sürü unsura sahiptik. Katılımcılardan bazılarının yorumları şöyle oldu;
Ege Batuhan: Tam anlamıyla rüya gibi bir kamptı. John, Serra ve Anush ile çektiğiniz fotoğrafları yorumlamak, aynı masada oturup birlikte gülmek... Ama bir şey daha var ki orada çok değerli fikirlere sahip 23 dost daha edindim. Şu anda özlem duyuyorum. Umarım sevgi ile aramızdaki köprüler kurulur. Bu köprülerden birinin parçası olduğum için çok mutluyum.
Sasun Minasyan: Durust olmak gerekirse en başında Türklerle iletişim kurmanın çok zor olacağını düşünmüştüm ve ayrıca benim için bariyerleri ortadan kaldırabilecek hiçbir yol yoktu... Fakat onların gülüşleri, konuşmaları nezaketleri beni onlarla konuşmaya ve paylaşmaya itti. Kalıpları aklımdan silip ‘neden yeniden başlamayalım?’ diye sorduktan sonra benim için her şey daha kolay ve güzel ilerlemeye başladı.
Haydar Taştan: Köprü Hikayeleri diye yazıp çokça Barev diye okuyorum. Gördük, tanıdık, kaydettik ve anlattık. Ermenistan ise bize kaldı... Biraz Dilijan, biraz Ararat ve unutulmayacak birçok anı... Benim için kendisi bir şarkı, tamamlanacağı günü bekliyor.
Christina Suciasova: Türkiyelilerle arkadaş olabileceğimi asla düşünemezdim... Bu proje aslında sevginin, arkadaşlığın ne kadar kolay ve hızlıca oluştuğunu görmemi sağladı. Şu an tanıştığım bütün katılımcıları özlüyorum bir an önce tekrar birlikte gülüp kahkahalar atacağımız günleri bekliyorum.
Ekin Taneri: Bridging Stories, daha önce defalarca yürüdüğüm bir yolda, farklı bir insan olarak yürümemi sağladı. Tanışmak, tanış olmak insanın kendine ve fotoğrafa olan bakış açısını çok değiştiriyor. Kolektif bellek oluşturmak, birlikte aynı sokaklarda yürümek ve bakmak genç bir fotoğrafçı olarak benim vizyonumu çok değiştirdi. Ekiple beraber geçirdiğim bir hafta hayatımdaki en güzel deneyimlerden biriydi.
Zafer Yorgancı: Dilijan'da geçirdiğim bir hafta boyunca, Ermeni arkadaşların ve oradaki yerel halkın misafirperverliği ve kültürlerimizin benzerliği beni çok etkiledi. Bu kamp devletler tarafından örülen ön yargı ve düşmanlık duvarlarının ne kadar anlamsız olduğunu daha iyi anlamamı sağladı.
Toparlamak gerekirse, yine Hrant Dink’in de söylediği gibi; Ermenistan ve Türkiye, “İki yakın halk, iki uzak komşu!..” Biri topaçla oynuyorsa, diğeri “Hol” ile oynuyor; ancak sonuçta ikisi de aynı ahşaptan, aynı ipten oluşuyor. Biri “can” diye sesleniyorsa, diğeri “jan” diye sesleniyor. Konuşmalar arasında sıklıkla, “bizde de aynı kelime var”; aynı oyun, aynı yemek, aynı türkü… derken aslında ne kadar aynı olduğumuzu fark ettik.
Sınırlarımız, yalnızca diplomatik olarak ayrılmış toprak parçalarını belirleyen şeffaf perdelerden oluşacağına, demirden duvarlardan oluşuyor. Fotoğraf gibi birleştirici, hafıza oluşturan bir güç ile ve küçük adımlarla bu sınırları aşmak mümkün. Çünkü olay sadece fotoğraftan ibaret değil, mesele fotoğrafın köprüler kurarak konuşması; mesele her şeyden çok yüzleşme meselesi.
"... affetmedi bu ermeni vatandaş
kürt dağlarında babasının kesilmesini.
fakat seviyor seni,
çünkü sen de affetmedin
bu karayı sürenleri Türk halkının alnına"
Nazım Hikmet
(YK/EKN)
* Fotoğraflar: Yağmur Karaca