Türkiye'de de kadın yaşamlarına ve bedenlerine kasteden düzeylerde olan kadına yönelik şiddet, kadın intiharları, töre-namus cinayetleri, zorla evlendirilme, çok çocuk doğurmaya zorlanma gibi çok farklı türleriyle karşımıza çıkıyor.
Kız çocukların okutulmaması, işsizlik, dini inanç ve geleneklere uymaya zorlanma, maaşına, banka kartına ve takılarına el koyma, gözaltında çıplak bırakılma ve kadın ticaretine varan boyutlarıyla her geçen gün şiddetin etkisi artıyor.
Kadına yönelik şiddeti özel ya da ailevi bir sorun değil, özünde cinsiyete dayalı olan, kadına, fiziksel, cinsel ve ruhsal zarar veren, toplum içerisinde ya da özel yaşamında kadının baskı görmesine ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan bir insan hakları ihlali olarak tanımlamak gerekiyor.
Her türlü otorite, baskı ve kontrol ilişkisiyle ortaya çıkabilen aile içi şiddetten, en çok kadınlar, çocuklar, engelliler ve yaşlılar mağdur oluyor.
Uygulayıcısı da çoğunlukla da erkekler, çoğunlukla da koca ve baba oluyor.
Songül Sallan Gül'ün Bağlam Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı "Türkiye'de Kadın Sığınmaevleri: Erkek Şiddetinden Uzak Yaşama Açılan Kapılar mı?" kadına yönelik şiddeti, aile içi şiddet ve kadın sığınmaevleri özelinde tartışmaya açıyor.
Farklı ülke deneyimlerinin birarada ele alındığı kiyap, çoğu zaman gizli kalan şiddetin türlerini ve boyutlarını ortaya koyarak, bu sorunla kamusal olarak ciddi ve çok boyutlu mücadelenin zorunluluğuna dikkat çekiyor.
Erkek şiddetiyle mücadele 90'larda başladı
Kuzey Amerika ve Avrupa'da 1970'ten itibaren gelişen kadına yönelik şiddetle mücadele, Türkiye'de 1990'dan itibaren ve daha çok aile içi şiddete karşı geliştirildi.
Feminist kadın örgütlerinin hizmet sunduğu ilk kadın danışma merkezlerini, merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin ve bağımsız kadın kuruluşlarının açtığı kadın sığınmaevleri izledi.
Son yıllarda Avrupa Birliği (AB) ile müzakere sürecinde ise daha ciddi ele alınan bir sorun olarak görülmeye başlandı.
CEDAW ve AB Avrupa Bakanlar Kurulu Tavsiye Kararları gibi birçok uluslararası belge, kadına yönelik şiddete ilişkin etkin koruma sağlanmasını şart koşuyor, cezalandırıcı önlemler de dâhil gerekli yasal düzenlemelerin yapılması öngörüyor.
Ayrıca, önleyici hizmetler arasında yer alan ve şiddetle mücadele ile ilgili meslek gruplarının özel olarak eğitilmesi ve duyarlı hale gelmelerinin zorunluluğu vurgulanıyor.
Türkiye'de şiddet ve sığınmaevleri gerçeği
Kitap, 2009 ve 2010 yıllarında, İstanbul, Ankara, İzmir ve Van başta olma üzere 10 ilde, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK), belediye ve kadın kuruluşlarına ait olan 24 sığınmaevinde ve bu illerde yapılan görüşmelere dayanıyor.
Sığınmaevi yöneticileriyle, sığınmaevlerinde kalan kadınlarla, bu illerde şiddetle mücadelede öne çıkan kamu kurumlarıyla, kadın kuruluşlarıyla ve kanaat önderleriyle yapılan görüşmele aracılığıyla, sığınmaevleri süreci tüm paydaşların görüşleri ortaya konarak değerlendiriyor.
Sığınmaevlerinin destek, güvenlik ve yaşam stratejilerinin araştıran, konuyla ilgili politika oluşturma ve toplumsal diyalog sürecine katkıda bulunacak araştırma sonuçları sunan ve politika önerileriyle konuyu tartışmaya açan kitap, sığınmaevlerinin yönetsel yapılarını, hizmet sunum modellerini, kalan kadınların sığınmaevi öncesi, süreci ve sonrası deneyimlerini sığınmaevlerinin statüleri çerçevesinde karşılaştırıyor.
Erkek şiddetinden uzak bir hayat kurmak isteyen kadınlara barınma olanağı sunan sığınmaevlerinin, egemen ataerkil tutum ve yaklaşımların ötesine geçerek, yeni yaşamlar kurma ve yeni kapılar açma olanak ve olasılığı, kadın bakış açısıyla sorgulanıyor.
Sığınak yönetimleri cinsiyetçi ve deneyimsiz
Kitaptan bazı bulgular şöyle:
* 24 sığınmaevinin 17'si, yani yaklaşık dörtte üçü, 2005 yılı sonrasında 5393 sayılı belediye yasasıyla açıldı.
* Sığınmaevlerinin yönetimleri, genelde "deneyimleri oldukça az", "toplumsal cinsiyet duyarlılıkları yetersiz", "ataerkil koruma anlayışıyla hayır işlediğini düşünen bir hizmet sunum anlayışı" sergiliyor. Dolayısyla, hizmet sunum modelleri de sosyal hizmet modelinin ötesine geçemiyor.
* Çoğu sığınmaevi yöneticisi kadın olsa da kadınlara karşı cinsiyetçi önyargılara sahipler.
* Sığınmaevleri bir ev gibi olmaktan çok, bir yurt ya da otel gibi.
* Standartlara uyan sığınmaevi sayısı oldukça sınırlı.
* Sığınmaevinde kalma süreleri de kısıtlı. Yasal olarak üç ay ancak kadınların yüzde 70'i üç aydan daha az kalıyor.
* Feminist kuruluşlar hariç, sığınmaevi yönetimleri çoğunlukla şiddet mağduru kadınları, arabuluculuk rolü üstlenerek, bir an önce evlerine geri göndermeye çalışıyor. Bu nedenle sığınmaevlerinde kalan kadınların üçte biri, birden fazla kez sığınmaevinde kalmış kadınlardan oluşuyor.
* Sığınmaevlerinde anneleriyle birlikte kalan çocukların oranı sığınmaevlerinde kalanların yüzde 39'unu oluşturuyor.
Sığınmaevindeki kadınlar
Kitap sığınmaevlerinde kalan kadınlarla ilgili de önemli veriler ortaya koyuyor:
* Sığınmaevlerinde kalan kadınların yaşları 14-61 arasında değişiyor.
* Yüzde 60'ı 14-28 arasındaki genç annelerden oluşuyor ve evlenme yaşları 13'e kadar düşüyor.
* Yüzde 12'si okuma-yazmayı sığınmaevlerinde öğreniyor.
* Yüzde 41'i Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi doğumlu.
* Fiziksel şiddetle birlikte duygusal ve cinsel şiddet görenlerin oranı yüzde 57.
* Cinsel şiddet oranı yüzde 21.
* Kadınla birlikte ailede çocuğun şiddet yaşama oranı yüzde 19.
* Şiddet kadınların yüzde 74'ünde psikolojik rahatsızlıklara yol açıyor. Bunu kalp rahatsızlıkları izliyor.
* Kadınların yüzde 34'ü sığınmaevlerinden hiçbir destek almadığını belirtiyor.
* Sığınmaevinin kadınlara verdiği en büyük destek türü mesleki eğitim, sağlık olanaklarından yararlanma ve adli yardım.
* Kadınlar için sığınmaevinin en büyük kazanımı şiddet görmedikleri bir ortamda kalmalarıyla özgüven kazanmaları ve yaşama tutunmaları.
* Kadınların yüzde 10'u sığınmaevinde kalarak "namuslarını" koruduklarını düşünüyor.
Temelde kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede kadın sığınmaevlerinin, şiddetten uzak, güvenlikli ve mağdurların yeniden şiddete dönmek zorunda kalmayacakları çözümler üretilene kadar geçici olarak barındıkları yerler olması gerekiyor.
Bu kitap Türkiye'de sığınmaevleri üzerine yapılmış en geniş kapsamlı çalışma olması bakımından oldukça değerli.
Çünkü kadına yönelik şiddeti açıklayan kavramları ve yaklaşımları ortaya koyan bir kuramsal çalışma olmanın ötesine geçip, kadına yönelik şiddetle mücadele tarihini, Türkiye'de 22 yıllık deneyime ulaşan sığınmaevlerinin yönetsel süreçlerini, çalışma ilkelerini, hizmet sunum modellerini, güçlendirme deneyim ve yeterliliklerini irdeliyor.
Sığınmaevlerinde kalan kadınların yaşam ve şiddet öyküleri, okuyucuya aile içi şiddetin boyutlarını ve kadınlarda bıraktığı derin izleri görmek bakımından çarpıcı örnekler sunuyor. (AS/ÇT)