Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öteden beri bir dil sorunu vardı, ama bu sorun gittikçe arttı. Özellikle dış politikada hayret verici boyutlara ulaştı.
Erdoğan’daki bu dil sorunu, politik alanda bir miktar ajitasyonun, bir miktar popülizmin, bir miktar blöfün olabilirliğinin ötesinde, açıkça bir arkaiklik ve alabildiğine hamaset taşıyor. Burada arkaik derken antik dönemi değil, kullanımdan düşmüş, eskimiş olanı kastediyorum.
Dil ve vücut dili, zihniyetin dışavurum biçimidir. Elbette zihniyetin dile yansıması, koşullara göre bir baskılama, bir otosansür biçiminde olabilir. Bu nedenle politik dilin en süzülmüş, sofistike, yer yer mizah ve zeka pırıltıları taşıyan, anlam genişliklerini içinde barındıran, elastiki ve restin bile lisan-ı münasip olarak çekildiği şekline diplomatik dil denilir.
Diplomatik dil, esas olarak kapitalist döneme hastır.
İmparatorlukların kendi aralarındaki dili ile ulus devletler döneminin kendi aralarındaki dili arasında çok büyük farklar bulunur. İmparatorluklar döneminde iki kral, padişah birbirine meydan okurken kapitalist dönemdeki devletlerarası dilin yapısı, iktisadi ilişkilerin niteliğinden, uluslararası anlaşmalardan, hukuktan ve sermaye hareketlerinin etkin biçimlerinden ileri gelir.
İmparatorluklar döneminden Doğu toplumlarına özgü olan birkaç örnek vereceğim.
Yavuz Selim, Safevi hükümdarı Şah İsmail’e yazdığı bir mektupta şöyle diyor. “Sen, 'orman aslandan boşalınca çakal ortaya kahraman olarak girer' hükmü üzerine, tecavüz yoluyla Doğu ülkelerini ele geçirdin…
“Gelip eşiğim toprağına yüz sürmek sana ve senin gibilere iftihardır. Bir an önce bu dediğimi yapasın. Yoksa sonra mazeretin kabul edilmeyecektir.”
Bir başka mektubunda “Bundan sonra da geçmişteki kaçış üzere korku köşesine çekilirsen erlik adı sana haramdır. Miğfer yerine başörtüsü, zırh yerine çarşaf giyip serdarlık ve şahlık davasından vazgeçmelisin.” Bu mektupla birlikte Selim, Şah İsmail’e bir takım kadın elbisesi de yollar. www.tariheyolculuk.org (Çaldıran öncesi mektup savaşları)
Bir başka örnek:
Timur’dan Bayezid’e “Aklını başına topla ve Kara Yusuf'la Ahmet Celayir'i topraklarından kov. Emirlerimize karşı gelen hükümdarların akıbetini duymuş olsan gerektir. Siz de o hükümdarların arasına girmekten sakının...”
Bayezid’ten Timur’a “Ey ihtiyar köpek, tekfur kâfirlerinden daha şiddetli kâfirsin… Bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun.” (https://tr.wikisource.org/.../)
Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu kadarı bile, dönemin imparatorları arasındaki çatışmalarda kullandıkları dilin niteliğini açıklamaya yeter. Bu dilin esasını kabadayılık, gücün erkeklikle özdeşleştirilerek erkeğin övülmesi, korkaklığın kadınla özdeşleştirilerek kadının aşağılanması, hakaret gibi kabalıklar oluşturmakta.
Bunlar 500 yıl öncesinin imparatorluklar çağının dili.
Gelelim bugüne.
İşte birkaç örnek.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Bir adam gibi ölmek var, bir de madam gibi ölmek var. Ölelim ama adam gibi ölelim” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Irak Başbakanı İbadi için "Şahsıma hakaretler ediyor. Sen benim muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, kıratımda değilsin, kalitemde değilsin... Irak'tan senin bağırman çağırman bizim için hiç de önemli değil, biz bildiğimizi okuyacağız. Kimsin sen, Irak'ın başbakanı... Önce haddini bil. Bunu böyle bilesin"
Erdoğan, İbadi için "‘Türkiye topraklarımızı işgal etti’ diyor. Sen bize kabadayılık yapacağına git DEAŞ ile PKK ile uğraş ya. Onlara karşı en ufak bir tavır koymuyorsun, Türkiye'ye meydan okuyorsun" diye konuştu
“Şimdi onu da konuşuyorlar. İşte 30 bin kişiyle Haşdi Şabi geliyor. Kaç bin kişiyle gelirse gelsin, geleceği varsa göreceği de var.”
“Ey Amerika! Size kaç kere söyledim. Bizimle beraber misiniz yoksa bu terör örgütü PYD ile YPG ile mi berabersiniz?”
Erdoğan’ın bu minvalde örnekleri çoğaltılabilir.
Bu dilin uluslararası ilişkilerde bir esamisi yok, tersine, müstehzi gülümsemelerin ve bakışların konusu olur. Ancak bu dilin bu toplumda bir karşılığı var; toplumun ortalamasına hitap ediyor. Ve AKP iktidarı, tam bu verili sosyolojik/siyasal yapıdan kendine aktif destekçi olarak rantiyeci mültezimler ve tımar sahipleri, Mercedesli ilmiyeciler, medreseli talebeler ile ‘amele’ taifesinden kapıkulları oluşturdu. Bu kesim, emret efendimci Havuz basınıyla birlikte ‘helal sana Reis, işte bu, işte bu’ illüzyonları içinde salınıp duruyorlar. Gerçeklerden bu denli kopuk, yalanlarla, hamasetle yaşayan bir toplum olarak 21. yüzyılı da ıskalıyormuşuz, ne gam!
Erdoğan’ın bu nobran dilinin amacı, bir yandan yeni Osmanlıcılık görüşüne alan açma çabası olmakla birlikte (bunun bela getirmekten başka hiçbir karşılığı yoktur!) bir diğer amacının da, dış politika üzerinden iç politika oyununu kurması olsa gerek.
İç politika oyununun merkezinde ise, başkanlık yer alıyor.
Erdoğan’ın başkanlıktan anladığının bir bakıma padişahlık olduğunun bir göstergesi de, işte yukarıda verdiğim örneklerde de görüleceği üzere, padişahlara benzeyen bir dil kullanmasıdır!
Bir not: Bir yanda bu kabadayılık ve hamaset gösterileri yapılırken, son haberlere bakılırsa Türkiye Bağdat’ta ‘sürünüyor’! Gerçek, acıdır!