Fotoğraf: boredpanda.com
Başlarken...
Artık inkâr etmenin imkânsız, her zamankinden daha absürd olduğu bir noktadayız: İklim krizi, ülkelerin (zaten kısıtlı olan) uyum çabalarından daha hızlı ilerliyor ve bizler, iklim afetleriyle kavrulan, tahrip edilmiş, doğanın vahşi sömürüsü, gasp ve yıkımıyla sarsılan bir dünyada hayatta kalmaya çalışıyoruz.
Başka canlıların ölümüne ya da acısına tanık olurken, bir yandan da burnumuzu suyun üzerinde tutup nefes almaya çalışma hali, bu halin yarattığı kaygı, telaş, belirsizlik, öfke, güçsüzlük ve çaresizlik hissiyle yoğrulan duygusal ve düşünsel yoğunluk, küresel sermayenin kâr maksimizasyonu için, bir avuç ayrıcalıklı elit dışında, milyarlarca insanın gündelik yaşamını ele geçirmiş durumda.
İklim krizinin ve doğanın yıkımının en kritik boyutlarından biri ise, su krizi.
Bir yanımız sular altında, diğer yanımız çöl
Su krizine yönelik geliştirilen siyasi söylemleri, eylemleri ve çözüm önerilerini de, küresel ısınmaya dair endişelerle yoğrulan duygusal âlemlerimizi de şekillendiren ana motiflerden biri, ortalama sıcaklık artışının yerküredeki toplam su varlığını ne kadar etkilediği.
Ya su varlığının azalmasını (su stresi), tamamen yok olmasını (kuraklık), çölleşmeyi, giderek daha az sayıda insanın temiz, içilebilir ve sağlıklı suya erişebiliyor olmasını, milyonlarca çocuğun içme suyuna hasret yaşayıp açlık içinde öldüğünü konuşuyoruz. Ya da sel, su baskını, toprak kayması ve taşkın gibi afetlerden söz ediyoruz. Üstelik tüm bunlar aynı anda oluyor.
Bir damla suya hasret çekerek kavrulan yaşamların az ilerisinde taşan sulardan, evleri, sokakları, arabaları yutan sele kapılıp giden insanları, hayvanları görüyoruz.
Başta küresel güneyin gelişmekte olan ülkeleri olmak üzere pek çok ülke, sel, su baskını, taşkınlarla boğuşuyor. Gambiya, Uganda, İran, Fildişi Sahili, Haiti, Ekvator, Madagaskar, 2022 yılının ilk aylarından beri şiddetlenerek devam eden sel ve toprak kaymalarında binlerce insanın ve sayısız hayvanın öldüğü ülkelerden.
Yalnızca birkaç ay önce, Pakistan’da aşırı yağışlardan dolayı toplam yüzölçümünün üçte birinin sular altına kalmasına, 33 milyondan fazla insanın etkilendiği, 500’den fazla çocuk olmak üzere 1600’den fazla insanın sele kapılarak ölmesine, taşkında boğularak ölmüş hayvanların sular altında kalmış yollarda sürüklenmesine tanık olduk.
Ülkede haziran ayından bu yana, 750 binden fazla büyükbaş hayvanın hayatını kaybettiği biliniyor. Bu korkunç rakam yalnızca çiftlik hayvanlarını, tarımda, et ve süt üretiminde çalıştıranları kapsıyor. Selde ölen evcil hayvanların, sokak hayvanlarının ya da yaban hayvanlarının sayısı ise bilinmiyor.
Sel, su baskını ve taşkın, suyun döngüsünü tamamlayıp toprağa kavuşmasına engel olmakla kalmıyor. Aynı zamanda yeni patojenlerin ortaya çıkmasına ve hastalıklara neden olurlar. Pakistan’ın selden en çok etkilenen iki eyaleti Belucistan ve Sind’de yaz aylarından bu yana sıtma salgını ve dang humması ile boğuşuyor.[1] İshal, kolera, sudan geçen virüsler, ortaya çıkan yeni patojenler, sel suları altında boy veren dünyamızın yeni normali.
Güneydoğu Asya’dan sel ve salgın haberleri gelmeye devam ederken, Afrika kıtasının en doğu ucu olan Afrika Boynuzunda, yaklaşık 20 milyona yakın insanın ise açlık ve susuzluktan ölmek üzere olduğunu öğrendik. Eylül 2022 itibariyle, Etiyopya, Somali ve Kenya’da aşırı kuraklıktan ciddi ölçüde etkilenen insan sayısı 36.1 milyona ulaşmış durumda.[2] Afrika Boynuzunda Eylül 2022’de 1.1 milyon insan kuraklık nedeniyle zorunlu olarak yer değiştirmek zorunda kaldı.
21.1 milyon ise gıda yardımına muhtaç. Suya sınırlı erişim, temizlik hizmetlerinin ve hijyen tedbirlerinin yetersizliği, açık alanlardaki dışkılama ve su arıtma altyapısının çalışmaması nedeniyle kolera tüm kıtayı sarmış durumda. Etiyopya’daki kızamık salgını ve artan menenjit vâkâları, kuraklığın en can alıcı sonuçlarından. Küresel ölçekte ise, en az 2.3 milyar insanın, yani yaşayan her üç insandan birinin evinde ellerini yıkaması için gerekli su tesisatı bulunmuyor.[3] Şebeke suyuna erişimi olan en az 2 milyar insanın ise içtiği suda, dışkı kalıntıları mevcut. Su varlığını azaltan ve bizlerin suyla kurduğumuz ilişkileri krize sürükleyen faktörlerin listesi, maalesef uzun.
Su krizi, sudaki yaşamın da krizi
Sel, su baskını ve taşkınlar, ya da kuraklık, bir damla suya hasret çocuklar ve çorak topraklar, su krizinin şok etkisi ve duygusal gücü en fazla tezahürleri olabilir. Fakat maalesef su krizi, iklim krizi ve küresel ısınmaya bağlı olarak sıklaşan aşırı hava olaylarıyla, suyun varlığı ve yokluğuyla, doğrudan insan sağlığı üzerindeki etkilerle sınırlı değil.
Su krizini, aynı zamanda sudaki yaşamın krizi olarak da düşünmemiz gerekiyor. Küresel ısınma, aşırı hava olayları, sellerin ve kuraklığın şok etkisi yoğun alametleriyle sınırlı olmayan, sudaki yaşam üzerindeki etkileri uzun sürede ve karmaşık bir ilişkiler ağının içinde görünür olan insan faaliyeti kaynaklı tahribatları incelemek, hem yöntemsel olarak bir zorunluluk, hem de doğa ve hayvan hakları savunuculuğu açısından etik-politik bir aciliyet.
Bu yazı dizisi, sudaki yaşamı, türlerin varlığını ve denizel biyoçeşitliliği, sucul ekosistemleri etkileyen, her yıl milyonlarca deniz canlısının ölümüne neden olan, hareketlerini, doğal habitatlarını, adaptasyon ve gelişme kapasitelerini şekillendiren temel dinamikleri ele alıyor.
İlk sırada, okyanusları ve sudaki yaşamı krize sokarak yaşamsal bir tehdit oluşturan, her yıl suda yaşayan trilyonlarca deniz canlısının doğrudan ve dolaylı ölümüne neden olurken, kölelik koşullarında üretim, güvencesiz ve güvenliksiz çalışma koşullarıyla kârını katlayarak artıran, okyanusları ve derin deniz tabanını altüst eden bir üretim ve öldürme sistematiği yer alıyor: Endüstriyel balıkçılık.
Sudaki yaşamın ‘su ürünlerine’ dönüşmesi
Canlı yaşamı kaynak, alınır satılabilir mal ya da ‘ürün’ (‘su ürünleri’) olarak görerek metalaştıran popülasyon yönetiminin kâr amacıyla örgütlediği öldürme eylemlerinin her biri, elbette yaşam hakkı ihlali.
Suda avlanma da, tıpkı kara avcılığı gibi, temelinde hayvanların yaşamlarına, bedenlerine, hak ve özgürlüklerine el koyulmasını, bazı yaşamların ancak sermaye birikiminde ya da toplum düzeninde işlevleri olduğu sürece değerli kabul edilmesini, bazılarının ise gözden çıkarılabilir ve cezadan muaf biçimde ‘öldürülebilir’ kılınmasını temel alır.
Balıkçılığın tarihi, 40 bin yıldan daha uzun bir geçmişe dayanıyor ve insanlığın sürdürdüğü en kadim avlanma biçimlerinden. Ancak bugün, balık piyasalarının geldiği noktada, bir balıkçı kasabasında, sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp denize açılan, saatlerce oltasının ucuna taktığı solucana bir balığın uğramasını bekleyen, doyacağı kadardan fazlasını avlamayan insanların, geçim ekonomilerini romantikleştiren, olta balıkçılığının etrafında örülen nostaljik, romantik anlatıların çok uzağındayız.
Endüstriyel balıkçılık nedir?
Endüstriyel balıkçılık, balık ve suda yaşayan canlıların gelişkin teknikler kullanılarak vekitlesel ölçekte avlanması, yetiştirilmesi, işlenmesi, depolanıp bir yerden başka bir yere nakledilmesi, pazarlanması, metaya dönüştürülerek satılması ilişkilerinin toplamına karşılık gelir.
Sudaki yaşamın metalaştırılması ve su ürünlerine dönüştürülmesi sürecinin farklı aşamalarında dâhil olan tüm aktörlerin hareketlerini kapsar: Sermaye hareketleri, işçiler ve çalışma koşulları, balıklar ve diğer türler, onlarla birlikte avlanan hayvanlar, kullanılan ağlar, av malzemeleri ve teçhizat, kıyılar, derin denizler ve deniz tabanı ve üretim çiftlikleri.
Sudaki yaşamın metalaşması süreçlerine farklı şekillerde dahil olan tüm canlıları, nesneleri, coğrafyaları, şehirleri ve açık denizleri, sermaye grupları, kâr artırımı hareketlerini ve emek koşullarını, aralarındaki çapraz bağlar ve karmaşık ilişkilerle bir araya getiren, sistematik ve bütünleşik bir doğa yıkımı, canlı yaşamın gaspı (expropriation) ve hak ihlalleri, ekolojik tahribat ve emek sömürüsü rejimine verilen ad.
Küresel kapitalizmin çoklu gasp, sömürü ve ihlal rejiminin sudaki parçası olan endüstriyel balıkçılık, bugün milyar dolarlık bir sektör.
2017’de toplam ihracat hacmi 152 milyar doları aşmış bir sektör üstelik. Bu dünyadaki toplam tarım ürünleri ihracatından fazla bir ekonomiye denk geliyor. Pek çok ülkede ticari malların toplam değerinin %40’ından fazlasını, endüstriyel balıkçılık ağlarında ya da çiftliklerinde yetiştirilen balıkların kıtalar aşırı alınıp satılması karşılıyor.
Her yıl 9 milyardan fazla hayvan yemek için öldürülüyor. Ancak bu vahim rakam, yalnızca kara hayvanlarını yansıtıyor. Bir başka deyişle, büyürken dünyayı batıran devasa bir buzdağı olarak gıda sistemimizin yalnızca görünen kısmını ifade ediyor. Avcılığın aslan payı ise taşıdığı tüm nostaljik ve romantik tınıya rağmen, sudaki yaşamı yok eden yegane faaliyet olan endüstriyel balıkçılığa ait.
Balık ağlarına takılarak ölen hayvanların toplam sayısı ve ağırlığı, yemek için öldürülen diğer hayvanların sayısından ve toplam ağırlığından binlerce kat daha fazla.
Öyle ki, ilgili istatistikler yemek için avlanıp öldürülen kara ve deniz hayvanlarını aynı çizelge üzerinde gösterdiğinde, tavuk çiftliklerinde öldürülen kanatlı hayvanların ya da merkezileşmiş hayvan besleme operasyonlarında öldürülen ineklerin ve domuzların sayısı bile ihmal edilebilir rakamlar olarak kalıyor.
Balıkların yüzde 94’ü tamamen avlandı
Yasadışı, kayıt dışı ve denetimden uzak endüstriyel balıkçılık, bugün yapıldığı şekliyle, zaten yok olma tehlikesindeki balık türlerinin karşılaştığı en büyük tehlike.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, 2016 yılı itibariyle toplam balık varlığının yüzde 94’ünün tamamen avlandığını ya da aşırı avlanma baskısıyla karşı karşıya olduğunu raporladı.[4]
Bir yıl içerisinde ağlara takılan balıkların toplam sayısı bilinmiyor; çünkü o acıklı hüsnütabirle (öfemizm) ifade edilen ‘su ürünleri piyasası’ avlanan canlıları sayıyla değil ağırlıklarıyla kayıtlara geçiriyor. Tüm dünyada balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliğinin ulaştığı toplam hacim 2020 yılında kendi rekorunu kırdı: Ağlara takılıp yakalanan ve balık çiftliklerine kapatılan canlıların toplam ağırlığı 214 milyon ton.
Covid-19 pandemisinin arifesinde, 2019 yılında küresel toplam av bir yıl öncesine oranla yüzde 4.4 oranında azalmıştı, bu oran 2020’de yüzde 2’lik bir düşüşle devam etti.
Bunda Çin’in 2020 yılındaki balıkçılık faaliyetlerinin, son üç yıla kıyasla, yüzde 10 oranında düşmesinin ve okyanuslardaki sıcaklık artışı nedeniyle balıkçılıkta yem olarak kullanılan Pasifik hamsilerinin sayısının azalmış olmasının payı büyük.
Ancak bu dönemsel ve ihmal edilebilir düşüş, balıkçılık endüstrisinin son altmış yıldaki büyüme eğilimini değiştirmiyor: Tüm dünyada balık ve kabuklu hayvan üretim çiftliklerinin sayısının artmasıyla, 2020 yılında çiftlik balıkçılığının toplam üretimi (yıllık 106 milyon ton), ilk kez avcılıkla yakalanan balık miktarını (94 milyon ton) geride bıraktı.[5]
Son altmış yıl içinde, dünya nüfusu ikiye katlanır ve küresel balık avcılığı görece sabit kalırken (yılda 90-95 milyon ton arası), çiftlik balıkçılığı 1960’dan 2015 yılına 50 kat büyüyerek yılda 100 milyon tonluk balık yetiştiriciliği hacmine ulaştı.[6]
Toplam endüstriyel balık üretiminin ilk sırasında 2017 itibariyle 60 milyon tonluk toplam üretimiyle Çin yer alıyor. Çin’i sırasıyla Endonezya, Hindistan, Vietnam ve ABD takip ediyor. Aynı sıralama vahşi avlanma ve akuakültür (çiftlik balıkçılığı) sıralamasında da geçerli.
Hem vahşi avlanma hem balık çiftliklerinde üretilen toplam balık sayısı ve ağırlığı açısından birinci sırada Çin olmasına rağmen balık ihracatında birinci sırada Avrupa Birliği yer alıyor. 2020 yılı itibariyle Avrupa Birliği, 36.2 milyon ton balık ihracatıyla Çin’in iki katı kadar balığı başka ülkelere satıyor.[7]
Üretici olarak görünmemesinin nedeni ise, Aralık 2013’de onaylanan ve 1 Ocak 2014’te yürürlüğe giren AB Ortak Balıkçılık Politikası (CFP), AB sınırları dâhilinde balıkçılığın sıkı sıkıya denetlenmesini, AB sınırları içinde balık çiftliklerinin kısıtlanmasını ve sürdürülebilir ilkelerle işletilmesini gerektirirken, AB üyesi ülkelerin birlik sınırları dışındaki sularında avlanabilmesine yasal çerçeve sunmuştur. Böylelikle toplam balık üretimi istatistiklerinde AB ülkeleri alt sıralarda görünür, ancak neokolonyal doğa sömürüsünün örtük mekanizmaları devrededir.
Aslında olmakta olan, AB sınırları dâhilinde sucul ekosistemleri aşırı avlanmaya, kirliliğe ve denizel çeşitlilik kaybına karşı korunurken, ucuz iş gücü ve sömürü rejiminin denetimsizlik içinde büyüdüğü sular AB ülkelerine ait devasa gemilerin operasyon alanına dönüşür.
Balık üretiminde ikinci sırada yer alan Endonezya’nın balık ihracatında son sırada yer alması ise, küresel kuzeyin ekolojik maliyeti gelişmekte olan ülkelerin canlıları üzerine yıkan sürdürülebilir çevre politikalarının, çevre adaletinden ne denli uzak olduğunun bir başka örneği.
İnsanlar geçmişe kıyasla daha mı çok balık yiyor?
Artan sadece avlanan ve yemek için yetiştirilen balık, su canlısı miktarı ve ağırlığı değil. Üretimdeki, özellikle çiftlik balıkçılığındaki artışa paralel olarak, tüm dünyada sudaki yaşamdan elde edilen proteine, balık etine ve su canlılarının tüketimine yönelik talebin de son 60 yıl içinde ciddi oranda arttığını görüyoruz.
Maalesef, insanlık son on yıl içerisinde bugüne kadar hiç yemediği kadar balık ve deniz canlısı tüketiyor. Bugün karada yaşayan bir insan, yılda ortalama 20.5 kg balık tüketiyor. Bu da altmış yıl öncesine kıyasla iki kat daha fazla balık tükettiğimiz anlamına geliyor.
Ancak bu, küresel balık üretiminin kuş bakışı genel görünümü. Farklı kültürel ve toplumsal bağlamlarda balık eti ve deniz canlısına yönelik talebin daha karmaşık bir hal aldığını söylemek mümkün: Tıpkı yemek için öldürülen diğer hayvanlarda olduğu gibi balık ve diğer su canlılarını tüketme miktarları ve kişi başına düşen balık eti miktarı kıtalar, bölgeler, toplumsal sınıflar arasında ciddi farklılıklar gösteriyor. Deniz canlısı tüketimi de sınıfsal her farklılık gibi toplumsal cinsiyet, ırk, etnisite, kimlik, yaş, yapabilirlik ve bireysel kapasitelerle şekilleniyor ve değişiyor.
Tüm bu farklarla birlikte, kişi başına düşen balık tüketiminde birinci sırada (yılda ortalama 60 kg ile) Japonya yer alıyor. Hemen ardından gelen Malezya’da kişi başına düşen yıllık balık tüketimi 47kg. Türkiye’de ise kişi başına düşen ortalama deniz canlısı tüketimi 2017 yılı itibariyle, 4.85 kg.[8]
1960 yılında dünyada kişi başına düşen balık tüketiminin ortalama 9 kg olduğunu düşünecek olursak, küresel ölçekte son 60 yılda okyanusları yalayıp yuttuğumuz söylenebilir.
Balık etine ve su canlılarına yönelik talebin artmasının ardında pek çok faktör var: Entegre et endüstrisinin üretim koşullarının daha görünür olmasıyla ortaya çıkan hayvan hakları ihlalleri, et üretiminin neden olduğu zoonoz hastalıklar ve patojen aktarımı riskleri, karbon ayak izi ve iklim krizine katkısı, yem endüstrisinin neden olduğu çevre kirliliği, ormansızlaşma ve türlerin kaybı, hayvan hakları ve özgürlüğü siyasetinin haklı ve yerinde müdahaleleri sayesinde, kırmızı et tüketimine yönelik talebin azaldığını görebiliyor. Ancak bu azalmanın, henüz pembe ve beyaz et olarak tarif edilen domuz, kuzu, hindi, tavuk ve balık eti tüketimi için de geçerli olduğunu söyleyemiyoruz. [9]
Bir yandan et endüstrisi yapay et ve alternatif protein araştırmalarıyla üretim modellerini geliştirme çabasındayken balıkçılık endüstrisi ise hayvansal proteine yönelik artan talebi karşılamak için teknolojik kapasitesini, küresel dolaşım ve lojistik ağlarını, son ürün dondurma, paketleme ve nakil süreçlerini geliştirmekle meşgul.
YARIN - Endüstriyel Balıkçılık: Avlanma, emek ve hayvan hakları ihlalleri
(MY/EMK)
[1] Pakistan Malaria Outbreak – Ağustos 2022. ReliefWeb. (2022, Ekim 27). ReliefWeb. Kaynak: https://reliefweb.int/disaster/ep-2022-000340-pak.
[2]Dünya Meteoroloji Örgütü. Greater Horn of Africa drought forecast to continue for fifth year | | 1UN News. (26 Ağustos 2022). UN News. Kaynak: https://news.un.org/en/story/2022/08/1125552 Son erişim tarihi: 30 Ekim 2022.
[3]Mekonnen Birhanie Aregu, vd. “Safe water supply challenges for hand hygiene in the prevention of COVID-19 in Southern Nations, Nationalities, and People's Region (SNNPR), Ethiopia”
Heliyon, Cilt 7, Sayı 11,2021,
[4] Dünya Gıda ve Tarım Örgütü. Towards blue transformation. www.fao.org. Kaynak: https://www.fao.org/state-of-fisheries-aquaculture. Son erişim tarihi: 30 Ekim 2022.
[5]https://www.fao.org/state-of-fisheries-aquaculture#:~:text=In%202020%2C%20global%20capture%20fisheries,over%20the%20previous%20three%20years. (n.d.). Our World in Data. Kaynak: https://ourworldindata.org/grapher/fish-and-seafood-consumption-per-capita. Son erişim tarihi: 30 Ekim 2022.
[6] Fish and seafood consumption per capita. (tarih yok). Our World in Data. Kaynak: https://ourworldindata.org/grapher/fish-and-seafood-consumption-per-capita. Son erişim tarihi: 30 Ekim 2022.
[7]Leading exporters fish and fishery products worldwide, 2020 | Statista. (tarih yok.). Statista. Kaynak: https://www.statista.com/statistics/268269/top-10-exporting-countries-of-fish-and-fishery-products/. Son erişim tarihi: 30 Ekim 2022.
[8]Fish and seafood consumption per capita. (tarih yok). Our World in Data. Kaynak: https://ourworldindata.org/grapher/fish-and-seafood-consumption-per-capita. Son erişim tarihi: 30 Ekim 2022.
[9] Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü ve Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün hazırladığı Tarımsal Görünüm Raporu 2019 ve 2021 yılları arasında ve orta vadede (2022 ile 2031 yılları arasında), kırmızı et tüketiminin azalma gösterdiği ve düşüş eğrisini sürdüreceği, bunun yerine domuz ve tavuk eti tüketiminin artışta olduğunu ortaya koyuyor. Kaynak: https://www.fao.org/3/CC0308EN/Meat.pdf