Emek, hayaller ve sonuç!

Eşitsiz bir dünyanın içine daha da eşitsiz koşullarda doğuyoruz. Sistem her zaman ki gibi. Yarattığı eşitsizliği janjanlı kavramlarla öznelere yöneltiyor ve kahraman rolüne giriyor. Kapsayıcı tasarlanmamış bir hayatın engellediği özneleri “Dezavantajlı” bireyler olarak niteliyor. Tabii bu ayrı bir uzmanlık. Dezavantajın nedenleri konuşulmuyor. Dolayısıyla çözümleri de. Hatta eşitsizliği derinleştiren kahraman, özne ise sorunun kaynağı gösteriliyor ustaca. Böylesi koşullara doğan ve “dezavantajlı” diye niteledikleri insanlar için hayat ekstra bir karmaşaya dönüşür.
Herkes gibi geleceğe dair hayallerin olur. Bu hayallerin önüne tonlarca engel çıkarılır. Adeta yeti çeşitliliklerini gözetmeyen sistem, en insani hayallerimizi gerçekleştirmek için bile tonlarca gereksiz ve normal koşullarda sorun bile olamayacak şeyleri tanımlı getirir hayallerimizle. “Dezavantajlıları” gözettiğini iddia ederek tabii. Daha önce eğitim hayatımızda yaşanan önyargılar, engellemeler ve materyal sorunları gibi problemlere değinmiştik. Hayatın akışına inat o konuda bazı şeyler hiç değişmiyor. Mesela hâlâ bazı dil kursları körleri kabul etmiyor. Bazı arkadaşlarımız bunu öyle kanıksamak zorunda kalmış ki “zaten orası kör kabul etmez” diye girişimde bile bulunmuyor. Haksız da değiller. Bir şeylerin değişmesi için üzerine gitmek gerekiyor ama o yıpranmayı göze almamak da anlaşılır bir nokta da duruyor. Sonuç olarak “kariyer” diye pazarlanan aslında sömürü çarkının bir parçasına dönüşmüş meslek gruplarından birisinde yetkinleşme olayına, maddi ve zihinsel olarak daha fazla emek vererek ulaşıyorsun. İşte tam bu noktada her şey yeniden başlıyor.
Özel sektörde ne kadar yetkin olursan ol şansın çok az. Gerçi son dönemde bu biraz da olsa kırıldı ama yine de “dezavantajlısın” :)) Kamuda durum daha farklı. Çoğu kurumda mezuniyetin ya da yetkinliğin ne olursa olsun santral görevlisi olursun genellikle. Adeta kör olduğun anda sana eşantiyon olarak tanımlanmıştır bu. Santral yoksa da atıl bir görevdesindir.
Kurumda en iyi bilgisayar kullanıcılarından biri olmak, çok farklı alanlarda yetenekli olmak, farklı bir bölümden mezun olmak bir şey değiştirmeyebilir. Engelli emekçi söz konusu olduğunda çeşitli mesleklerden santral görevlisi görebilirsiniz. Avukat, sosyolog… Aslında ikili bir hayat yaşanıyor gibi düşünürüm. Mesai saatlerinin dışında iyi bir bilişimci, müzisyen, radyo programcısı vb. Olarak tanınan insanlar iş hayatında bir masa başında, yer yer iğneleyici göndermeler arasında zaman geçiriyordur. “Sonuçta onlara iş verilmiştir. Daha ne istiyorlardır.”
Oysa bu her iki taraf için de kötü. Birçok engelliye “Sen gelmesen de olur” deniyor. Oysa yapılan şeyin adı çalışma hakkını kısıtlamaktır. Aynı zamanda değersiz hissettirmektir. Yani insan çalıştığı yerde faydalı olmak ister. Yeteneklerinin körelmemesini ister. Oysa engellilerin atıl yerlere çekildiği yerlerde ne ilgili emekçi başarılı olduğu işi yapabiliyor, ne de kurumu onu değerlendirebiliyor. Tabii kaçınılmaz olarak da “Sen gelme” cümleleri “Zaten bir işe yaramıyorsun” imalarıyla tamamlanıyor. Herkes yapabileceği, yetenekli olduğu, uzman olduğu alanda görevlendirilse; hem kişi mutsuz hissetmeyecek, hem kolay gözden çıkarılabilirim kaygısını gütmeyecek, hem de ilgili alanda işler daha hızlı yürüyecek.
Engellilerin iş yaşamındaki problemleri, uğradıkları mobbingler hakkıyla tartışılmıyor bile. Bu yıl da 1 Mayıs’ı geride bıraktık. 1 Mayıs’ta engelli emekçilerin talepleri gündeme bile gelmedi. Alanlara çıkmayı aklına bile getirmeyen engelli örgütleri ayrı bir tartışma konusu ama engelli emekçilerin üye olduğu emek örgütleri bu konuyu ne kadar gündemine alıyor? Alsa bile mış gibi yapmanın ötesine geçebiliyor mu? İşte tam burada klasik nakarat kendini hatırlatıyor. Sakat hareketi kendini emek hareketinden ve diğer ötekileştirilenlerin mücadelesinden soyutlanamaz Onlar da engelli hareketinden. Tabii bu birbirine eklemlenerek değil birbirini dönüştürerek olmalı. Bir şeyi dile getirmek yeterli değil. Anlatılan hepimizin hikayesi. Sakatların bu boyutuyla yaşadığı sorunları diğer kesimler farklı biçimlerde yaşıyor. O nedenle duyarsız kalınmamalı. Öyle olmasa da duyarsız kalınmamalı. Öğrendiğim her şeyin bana bir sorumluluk yüklediğini düşünürüm. Çoğu kişi bu konudan haberdar olmamış olabilir ama artık haberdar. Yani herkesin bir parça sorumluluğu var artık. Üzerine düşünmek, dillendirmek ve ön yargıları aşındırmak da onlara kalmış. Hayallerimize emeğimizle, herkesle aynı anda ve erişilebilir şekilde ulaşmanın önünde hiçbir engel yok. Yeter ki istensin.
(BS/RT)