Savaş, yalnızca insanları değil, yaşandığı bölgedeki bitki, hayvan ve mikroorganizma varlığını da tehdit ediyor. Hatta yok ediyor. Savaşların, başta iklim krizi olmak üzere savaş sonrasında da devam eden, uzun dönem ekolojik etkilerinin yanında; savaşta kullanılan her türlü silah, toprağın kimyasal ve fiziksel yapısını da bozuyor. Konvansiyonel olanlar da dâhil radyoaktif ve radyoaktif içerikli bombalar ile alev bombalarından her biri patladığında, açığa çıkan sıcaklık toprağın alt katmanlarına kadar ulaşıyor. Kullanılan kimyasal ve biyolojik silahların yanı sıra, araçlardan toprağa akan petrol ve türevleri ile tank gibi ağır araçlar tarafından toprağın ezilmesi de büyük tahribatlar yaratıyor.
Aynı toprağın yeniden işlenebilir hale gelmesi için yüzlerce, bazen de binlerce yılın geçmesi gerekiyor. Bunlarla birlikte, su kaynakları kirleniyor, bölgeye ait ekolojik bitki ve hayvan türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor, yok oluyor.
Halk sağlığı alanında yasa özelliği kazanmış olan bilimsel bilgiye göre; en çok öldüren, en çok sakat bırakan ve en çok görülen hastalıklar/sağlık sorunları halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda, savaşların halk sağlığı üzerine doğrudan ve dolaylı etkilerini en az 11 başlık altında değerlendirmek mümkündür: Savaş öldürür, savaş sakat bırakır, savaş göç ettirir, savaş en çok çocuklara ve kadınlara zarar verir, savaş kıtlık ve hastalık getirir, savaşta işkence ve tecavüz artar, savaş kitlesel psikolojik incinmeye neden olur, savaş sonrasında da mayınlar aracılığıyla sakat bırakır-can alır, savaş sağlık sistemini bozar, savaş ekolojik felaketler yaratır ve savaş hazırlık aşamasından başlayarak ekonomik kaynakları yutar. Tarihsel süreç içinde, nesnel verilerin bilimsel yöntemle değerlendirilmesine dayanan söz konusu bilgiler, savaş taraftarlarını öfkelendirse de “savaş bir halk sağlığı sorunudur” saptamasının bilimsel bir temele dayandığının da kanıtıdır.
Savaş, ekolojik bir felakettir
ABD, Körfez Savaşında kullandığı konvansiyonel bombalara delici gücünü artırmak için, ilk kez, seyreltilmiş uranyum (U-238) koydu. Bombalara eklenen seyreltilmiş uranyum, patlama anında ortaya çıkan yüksek sıcaklık nedeniyle buharlaşıp, uranyum oksit zerrecikleri olarak atmosfere karışıyor ve 40-50 kilometre çapında bir alana yayılabiliyor. Bu zerrecikler uzun bir süre havada asılı kalabiliyor. Böylece, bombanın hem etki alanı genişlemiş hem de etki süresi uzamış oluyor. Ortaya çıkan buhar, solunum yolu ile “dost-düşman” ayrımı yapmadan solunduğu için hem bombanın hedefindekiler hem de atanların yanı sıra, farklı yer ve zamandaki birçok insan, canlı ve toprak etkileniyor ya da etkilenme riski taşıyor.
ABD ordusunun Körfez Savaşı sırasında 800 ton seyreltilmiş uranyumlu bomba kullandığı, takip eden yıllarda Bosna’da 18 bin adet, Kosova’da ise 31 bin adet seyreltilmiş uranyumlu bomba atıldığı biliniyor. Sonrasında sayılmasına yetişilemeyecek kadar sıklıkta ve sayıda kullanıldığı da.
Savaş, ekolojik bir felakettir. Birleşmiş Milletler Çevre Örgütü (UNEP) verilerine göre, dünya genelinde yaşanmakta olan ekolojik sorunların yüzde 34’ünün nedeni savaş ve silahlardır. Aynı verilere göre; dünyada biyolojik çeşitlilik açısından zengin bölgelerin yaklaşık yüzde 65-70’i son 60 yılda savaş ve çatışmalar nedeniyle tahrip edilmiştir.
Savaş sırasında tarafların gizlenmesini engelleyebilmek için ormanlara yönelik tahribat ve yok etme girişimlerinin birçok örneği bilinmektedir. ABD’nin Vietnam’ı işgale kalkıştığı 1961-1971 yılları arasında, ordusu eliyle Vietnam'ın güneyindeki bölgede, bitki öldürücü (herbisit) ve yaprak dökücü (defoliant) kimyasallar kullandığı ve bir savaş stratejisi olarak ormanları kasıtlı olarak yok ettiği belgeleriyle ortaya kondu.
Biyoçeşitliliğin zarar gördüğü bir diğer bölge ise Irak. Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği noktada yer alan ve Orta Doğu'daki en geniş sulak ekosistemlerden biri kabul edilen Mezopotamya bataklıklarının, 1990'ların başında, ülkenin güneyindeki Şii ayaklanmasına tepki olarak kurutulduğu biliniyor.
Savaş karşıtlığı
Afganistan'da NATO işgalinin ardından uzun yıllar devam eden çatışmalar sonucu, ormanların yarısından fazlasının yok olduğu, ormansızlaşma oranının bazı bölgelerde yüzde 95'e kadar çıktığı ve bunun sonucunda milyonlarca Afgan'ın sel, çığ ve toprak kayması gibi doğal afetlere karşı savunmasızlıklarının arttığı kanıtlandı.
Rusya-Ukrayna Savaşı sırasında, çatışmalardan kaynaklanan orman yangınları nedeniyle, 100 bin hektar alanın tahrip edildiği ve ülkede bulunan 70 binden fazla nadir ve endemik bitki ve hayvan türünün zarar gördüğü raporlandı.
Bunlarla birlikte, Birleşmiş Milletler, ödev ve sorumluluklarını reddeden bir tutum alarak, Suriye ve Irak örneklerinde olduğu gibi, üye devletlerin tüm karşı çıkışlarına karşın, başka bir üye devlet tarafından egemenlik haklarının ihlal edilmesine göz yummayı sürdürüyor. Bu olaylarda yaşanmakta olan ekolojik felaketlere de raporlarında yer vermiyor. Buna karşın, yıllardır devam eden, Cudi sıradağlarındaki yangınlar ve kitlesel ağaç kesimleriyle ortaya çıkan tablo UNEP dışında birçok ekoloji örgütünün raporlarında yer alıyor.
Özellikle 90’lı yıllarla birlikte hem ülke içi çatışmalar hem de irili ufaklı bölgesel savaşlarda önemli artışlar yaşandı. Öyle ki Avrupa’nın göbeğinde NATO eliyle bir ülkenin varlığının sonlandırılmasına dahi tanık olduk. Çünkü, şiddetin her türlüsü ve savaş, patriyarkal kapitalizmin neoliberal politikalarının uygulanabilmesi için refah artışı yerine, hem ülke yönetimleri hem de halklar üzerinde “biricik rıza aracı”na dönüştü. Ve savaş karşıtlığı, günümüzde doğrudan antikapitalist ve antiemperyalist bir içeriğe sahip hale geldi.
Bu nedenle de savaş istemiyoruz. Barış, sağlıklı toplum için de insan olabilmek/kalabilmek için de ön koşul olma özelliğini koruyor. Savaş karşıtlığı ile barış talebi ve mücadelesi yirmi birinci yüzyıl insanının görevi değil, özelliğidir-niteliğidir. Ekolojik mücadelenin de vazgeçilemeyecek bir parçasıdır. (OH/TY)