Cumhuriyet tarihi boyunca egemen politikayı belirleyen güç sivil alan değil, devlettir! Bir diğer deyişle devlet, politikanın baş aktörü olarak ülkenin önemli alanlarının politik haritasını çizer. Bu alanlar dış politika, iç politika, milli eğitim, stratejik yatırımlar, askeri yapı ve devletin kurucu unsurları denilen ideolojik çizgilerinden oluşur.
Türkiye’de siyasal partilerin tamamına yakını devletin genel politik haritasını dikkate alarak politika yaparlar. Hareket noktaları birey ve toplum değildir. Hükümet kuran parti (ya da partiler koalisyonu), devletin genel ideolojik ve politik hatlarının dışına çıkmaya başladığında (bu dışa çıkış her zaman bireyin ve sivil alanın yararına olmayabilir. Buradaki ölçü, resmi alandır) darbeler devreye girer. Darbelerin amacı, hat değiştiren ya da değiştirmeye meyilli lokomotifi tekrar eski hatta çekmektir. Osmanlı’yı katmazsak, Cumhuriyet tarihinin serencamı budur!
İktidarı almak için yarışan partilerin çok büyük bir kısmı, politik egemenliği sağlamanın yolunun, devletin dönemlere göre saptadığı düşman konseptlerinden geçtiğini bilirler. Çok partili dönem boyunca devlet şemsiyeli partiler, bu hususu parti politikasının belirleyici unsuru olarak ele aldıklarının örnekleriyle doludur.
Cumhuriyet tarihi boyunca devletin iç ve dış düşmanlar söylemi hiç bitmedi. Devletin iç düşman anlayışı, dönemine göre değişse de komünizm, Kürt sorunu ve siyasal İslam olmak üzere üç ana noktada yoğunlaştı.
Devletin kronik dış düşmanlarını ise Yunanistan, Ermenistan, çökene kadar SSCB ve 90’lı yıllardan itibaren oluşturulan ve Erdoğan iktidarıyla birlikte kısmen göstermelik de olsa, güncellik kazanan Batı’dır.
Başka bir yazının konusu olmakla birlikte bu iç ve dış düşman politikalarının demokratikleşmemizin önündeki en büyük engeli oluşturduğunu ilave edelim.
Komünizm ve İslamcılık kısmı yazıyı çok uzatacağından girmeyeceğim.
Cumhuriyet tarihi boyunca kimi zaman artarak, kimi zaman azalarak ama 1990’larda alabildiğine artarak devam edegelen Kürt sorunu, devletçi partilerin ortak paydasını oluşturmaktadır.
Bugünkü egemen politikanın şekillenmesinin ana ölçütünü (Suriye meselesiyle birlikte yakıcılığı artan) Kürt sorunu oluşturduğu için, bu husus üzerinde durmaya çalışacağım.
Kürt sorununun siyasal boyutunu ve dinamiğini oluşturan HDP’nin varlığı ve politik mücadelesi ise, devletin esas politikasının uygulayıcısı Erdoğan’ı çok ama çok rahatsız etmektedir. Bu nedenle HDP’yi tümüyle etkisizleştirmenin, silmenin peşindedir.
Şu Kürtler olmasaydı!
II. Abdülhamit döneminin Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin “Mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim” sözü gibi, gerçekten de devletin egemen siyasetinin aktörleri “Şu Kürtler olmasaydı memleketi ne güzel idare ederdim” diye mi düşünüyor?
Böyle düşünmedikleri kanısındayım. Hatta çoğu kez, iyi ki Kürt sorunumuz var diye de düşünüyorlardır!
Neden?
Neden sorusuna karşı bir soru soralım.
Bu ülkede Kürt halkı olmasaydı veya bir Kürt sorunu olmasaydı, politika nasıl şekillenirdi?
Eskiye gitmeyelim. Şu son otuz yılda egemen siyasetin (devleti kastediyorum) ortak paydasını oluşturan Kürt sorunu çekip bunların elinden alınsa (Kürt sorunu demokratik bir çözüme kavuşturulsaydı) bu çevreler çok büyük bir boşluğa düşmezler mi?
O zaman Erdoğan, devletin karakteristiği olan Türkçü höykürmeleri kime karşı yapacaktı? AKP iktidarının ortağı MHP’nin koltuk değneği olan Kürt sorunu olmasaydı, MHP’de yürüyecek hal kalır mıydı?
Son yıllardaki FETÖ hususunu saymazsak, HDP ve bazı sol partiler hariç, hemen bütün partiler Kürt düşmanlığı üzerinden zımni bir koalisyon oluşturmuyorlar mı? Egemen siyasetin ortak paydasını oluşturan Kürt sorunu olmasaydı, iktidar, toplumun çok büyük bir kesiminin zihin dünyasında nasıl bir düşman yaratacak ve nereden meşruiyet devşirecekti?
Toplumda Kürt sorunu üzerinden yaratılan ayırımcılık ve düşmanlaştırma, iktidara çok geniş bir manevra alanı sağlıyor. Öyle ki Kürt siyaseti ve HDP ekonominin kötüye gidişinin, adaletsizliğin, yolsuzluğun, rüşvetin ve bilumum kötü işlerin üzerini örten bir kılıf olarak kullanılıyor. (Buna bir de dış düşmanlar aldatmasını eklemeliyiz). Çünkü toplumun büyük bir bölümünün dikkati ve tepkileri, Kürtlere ve onun bir partisi olan HDP’ye yönlendiriliyor.
İşin diğer bir yanı ise, iktidar, Kürt sorunu üzerinden muhalefete pranga takıyor. Erdoğan sürekli olarak CHP’yi terörle işbirliği yapıyor diye suçluyor. CHP’nin devletin kurucu partisi olma refleksi ve özellikle zihniyeti, bu sorun üzerine demokratik bir talep ve öneri geliştirmiyor. Dolayısıyla pranga CHP’yi pek rahatsız etmiyor!
Herhangi bir siyasal matris üzerine oturamayan İP ise, siyasal damarı gereği Kürt siyaseti üzerine milliyetçi naralar atmak için kendini zor tutuyor. Erdoğan, Millet İttifakını dağıtmanın zayıf noktasından vurmaya devam ederken İP, iktidar eksenli bağlaşıklıklar kurmaya eğilimli olduğunu örtük olarak ifade ediyor.
HDP dışındaki muhalefet, bir yandan HDP’nin oylarından sonuna kadar yarar sağlamaya çalışırken (ki, son yerel seçimleri HDP sayesinde kazandılar) diğer yandan iktidarın HDP’ye yaptığı adaletsiz ve hukuksuz uygulamalarına karşı istikrarlı bir tavır koymuyorlar. Bu çelişik tutum, tam da Millet İttifakının zayıf karnını oluşturuyor. Yani Kürt oylarından fayda sağlayanlar, egemen siyasetin tarafında olması nedeniyle yine Kürt sorunu üzerinden dağılabilir. Egemen politika açısından bunun uzun vadede bir önemi de yoktur.
Erdoğan’a odaklı bir muhalefetin ceberut yapılanmaya karşı kısa vadeli yararları olabilir. Ancak demokratikleşme siyaseti, devletçi şemsiyenin niteliğini hiçbir zaman göz ardı etmemeli.
Hal böyle olunca, bu ülkede demokrasi mücadelesinin dinamiğini HDP, daha geniş bir deyimle Kürt sorunu oluşturuyor.
Kürt sorunu, iktidarların egemenlik tesis etmelerinin önemli bir gerekçesi olarak kullanılıyor.
Egemen siyaset ve iktidar için, Kürt sorunu bir nimet oluşturuyor.
Egemenler için bu nimetin külfetini ise, Cumhuriyet tarihi boyunca halk çekiyor!
NOT: Kürt sorunu olmadığını, aslında bunun Türkçülük anlayışından kaynaklanan bir Türk sorunu olduğunu söyleyenler de var. Politika nihayetinde bir özne olması nedeniyle, bu bakış açısı da doğru. Ancak Kürtler diye bir olgunun varlığı nedeniyle, politik sorunun daha iyi ifade edilmesi anlamında Kürt sorunu demenin daha doğru olduğu kanısındayım. (HŞ/DB)