"En az yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumluyuz", “Yaşam; hem bireysel, hem de toplumsal açıdan bir tür ‘bilgi’ oluşturur. Her bilgi, öncüllerine gereksinim duyar ve bunu kendinden önceki yaşamlardan alır, yaşarken ve sonrasında da kendisinin ekledikleri ya da yarattıklarıyla ardıllarına katkıda bulunur, dolayısıyla yaşam ve yaşamak dönüşümün temel bir unsurudur” diyen ve bu dediklerini hayata da geçiren çok şapkalı bir adam, Mustafa Sütlaş. Doktor, dermotolog, sağlık hakkı aktivisti, bilim-sanat-kültür ortamları katılımcısı ve gönüllüsü, gezgin, yazar, bianet.org yazarlığı bu şapkalarından en çok bilinenleri.
Yaşamı boyunca üretmiş ve üretmeye devam eden Sütlaş’ın yazdığı, çevirdiği, editörlüğünü yaptığı 10 basılı kitabı; 11 e-kitabı; çeşitli bilimsel yayın organlarında Türkçe ve İngilizce yayınlanan çok sayıda yazı, makale ve araştırması; bianet.org’da yayımlanmış, çoğu ‘sağlık hakkı’ ve sağlık sistemindeki ‘haksız’lık ve aksamalara’ ilişkin 1600’ü aşan yazısı var.
“yaşamı eşitlemeye dilimizden ve alfabemizden başlayabiliriz” diyerek yazılarında büyük harf kullanmayan Sütlaş’ın son çalışması kendi yayını bir e-kitap: "düş kurmadan dünya dönüşmez: benim cüzzam hikayem".
Kitabın adı da; iç kapaktaki “kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir, bilgi verilerek paylaşılır” notu da; girişteki “(kitapta) mesleğimin ve yaşamımın büyük bölümünde uğraştığım lepra/cüzzam konusunda yaptıklarımı, öğrendiklerimi, deneyimlediklerimi ve yaşadıklarımı paylaşmanın da bu anlamda üstlendiğim önemli borçlarımdan birisi olduğunu düşünüyorum. Anlatılanların hiç birisini tek başıma yapmadım, bana bildiklerini öğretenlere, işbirliği yapanlara, destek olanlara, katkıda bulunanlara, kıyısında köşesinde duranlara, ilham ve şevk verenlere teşekkür ediyorum”, cümleleri de yazanın amentülerine uygun düşüyor. Kapak fotoğrafındaki kafası hafif sola devrilmiş cüzzamlı amcanın gözlerindeki ifade ise etkileyici.
Üç bölümden oluşuyor kitap: “cüzzam çalışmalarım”, “Türkân Saylan’dan öğrendiklerim” ile içeriğinde cüzzam-lepra hastalığına ilişkin değişik bilgi-belgelere yer verilen “ekler”.
“O güne kadar ‘lepra’ / ‘cüzzam’ diye bir hastalıktan haberim var mıydı, bugün bunu hatırlamıyorum”, cümlesindeki ‘o gün’ ; 1978 kışında, İstanbul Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisi yazarın Çapa Hastanesi Cildiye Kliniğinin önünden Türkân Saylan Hoca ve 8-10 arkadaşıyla birlikte gittikleri Akıl Hastanesi bünyesindeki şarkısız, kadınsız ve içkisiz 28 Numaralı Lepra Pavyonunda, cildiye stajına başladığı gün. O gün bulaşıyor cüzzam Sütlaş’a ve sonra da iflah olmuyor zaten. Yine o gün dokunuyor hayatına Türkân Saylan.
Öğrencilerini inşaat halindeki hastane binasına götüren, inşaat bittiğinde orayı onların ve meslektaşlarının ‘hayalleriyle’ döşeyen Türkân Hocanın bu tavrını daha sonra Sütlaş “değişim için hayal etmek gerekir” şeklinde formüle ediyor. Hocasından ilk öğrendiği cümleyi, “bir hekim hastasına dokunur” cümlesini hiç unutmuyor.
Okul bitiyor, doktor oluyor; memuriyete 1982’de Ordu’da başlıyor; bir yıllık aday memurken Frengi ve Lepra Savaş Başkanlığına atanıyor; 1985’de İstanbul Tıp Fakültesi’nde cildiye ihtisasına başlıyor; uzmanlığını alıyor; cüzzam üzerine ve cüzzamlılarla çalışıyor çalışıyor; 2006 yılında, kendini memuriyetten ‘zorunlu’ emekliliğe sevk ediyor ama çalıştığı alandan kopmuyor, uzaklaşmıyor.
Meslek yaşamı boyunca cüzzam hastalarından şefkatini esirgemiyor; tıp etiğinin ‘önce zarar verme’ ilkesine uyuyor; hastalarına ‘eşit ve ayrımsız’ davranıyor, bir yandan tedavilerini yaparken bir yandan da hastalık yüzünden kendilerini toplumdan uzak tutan ya da toplum tarafından dışlanan yani ‘lepra stigması’na maruz kalan hastaların sosyal rehabilitasyonu için anlamlı çalışmalar yapıyor, tüm Anadolu’da lepra tarama amaçlı saha çalışmaları örgütlüyor, üyesi olduğu İstanbul Tabip Odasının her tür mücadelesine omuz veriyor; üyesi olduğu “Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği (HAYAD)” ile “Sağlık Hakkı Hareketi Derneği” aracılığıyla hastalarına farklı bir noktadan da desteğini sürdürüyor.
Kitap çok okunası ama özetlenmesi çok kolay değil. Mesela Türkân Hoca’nın Lepra (deri ve zührevi hastalıklar) Hastanesinin kapatılması gündeme gelince, engellemek adına yapılan çalışmalar içinde yer alan Sütlaş’ın Cumhurbaşkanı, Başbakan ile Sağlık Bakanına hitaben “Cüzzam Hastanesinin eski bir çalışanı, hasta hakları aktivisti” imzasıyla yazdığı açık mektubu özetlemek de zor.
“(…) Bu ülkede ‘yüz akı’ işlerden birisi; insanları sakat bırakan, özel bir sağlık ve destek hizmeti gerektiren, toplumun dışına iten, çağ dışı bir hastalık olan cüzzamın kontrol edilmesi ve bitirilmesi Türkân Hoca’nın öncüllüğünde ve önderliğinde, pek çok isimsiz kahramanın ve toplum kesimlerinin katkısıyla, bilimsel ve toplumsal çabayla oldu. 35 yıldır cüzzam hastalarına şimdi büyük rant getirecek ama başlangıçta yolu bile olmayan bir yerde kurulan İstanbul Lepra Hastanesinde, olanaklar ölçüsünde verilmektedir. Rantın ve paranın tüm değerlerin üstünde olduğu bir dönemde, sizleri; kendiminki dahil emeğe sahip çıkan ve hastalar ile topluma vicdani borcu olan bir insan olarak bilgilendirmeliyim. Arazinin büyüklüğünü ve değerini bilen ama cüzzamı ve cüzzamlıyı bilmeyen kimi yetkililer, bu hastaneyi kapatmaya karar vermiş.(…)”
2003’de HAYAD üyesi olarak, arkadaşlarıyla birlikte, savunma temelinde bir toplumsal karşı çıkış eylemi, Sağlık Bakanının şikâyetiyle dava konusu olduğunda, yargılama esnasında Sütlaş kendini savunurken ‘sağlık hakkı’nı ve ‘hasta hakkı’nı cüzzam üzerinden anlatıyor. Savunma metninin her satırı okunası ve düşünülesi ama özetle yetineceğiz.
“(…) Bu ülkenin insanları, insanlık ailesinin sahip olduğu her türlü hakka layıktır. Bunun başkalarınca dayatılmasını, bu ülkenin bir yurttaşı, aydını, hekimi, kamu çalışanı olarak onurumu kıran bir sonuç olacaktır. Ben buna layık olmadığımızı düşünüyorum. Bu ülkenin insanları olarak onurumuza, geleceğimize sahip çıkmamız hem görevimiz hem hakkımızdır. Ben bu hakkı kullandım. Siz de aynı hakkınızı kullanın ve size verilen emir ne olursa olsun, hukukun üstünlüğünü gözeterek karar verin.(…)”
Emekli olsa da, kendine yeni bir hayat kursa da; ona bulaşan cüzzamın tedavisi olmadığından ömür boyu bu hastalıkla ‘bile isteye’ haşır neşir olmaya devam etmekte kararlı. O cüzzama bağlanmaktan mutlu; insan olmayı da, hekim olmayı da, bir aydın ve içinde yaşadığı toplum için bir şeyler yapmayı da cüzzam vesileyle öğrendiği için. Başta hastalara, ‘lepra ailesi’ içinde yer alan ve bu nedenle ilişkide olduğu kişilere, ‘başöğretmeni’ dahil pek çok öğretmenine müteşekkir.
O'nda gördükleri, O'ndan öğrendikleri
Öğrenci-öğretim üyesi olarak rastlantıyla başlayan tanışıklıkları 1982 itibarıyla iki meslektaş olarak çalışma arkadaşlığına dönüşüyor Mustafa Sütlaş’ın, Türkân Saylan’la ilişkisi. Otuz yılı aşkın bu birliktelikte tanık oldukları, onu gözleyerek ve izleyerek ondan öğrendiklerinden kaynaklanan bildikleri ve onun doğrudan kendisinden öğrendiklerini de anlattığı kitabın ikinci bölümünden kısa bir alıntı.
“(…) Aldığım ilk ders, onun gibi ‘‘cüzzam’a yakalanma’ konusunda oldu. Gördüğünüz bir sorun, o sorunun çözümü için bir şeyler yapma sorumluluğunu da verir size. İnsanlığın yaşadığı, belki de neden olduğu her sorun için ‘herkesin yapabileceği, en az bir şey vardır’ ve siz de ‘ben de o herkesten biriyim’ diyorsanız o zaman sizin de yapabileceğiniz’ bir şey vardır” ve bu her neyse onu yapmalısınız. Çoğalma yollarından biri ‘düşleri paylaşmak’tır. Bunun için düşleri konuşmak, yazmak, duyurmak, bilinir hâle getirmek gerek. O düşlerini ifade eder ve paylaşır, örgütlenmeyi formel bir şey olarak düşünmez, herhangi bir paylaşımın paydaş ya da ortaklarını ‘örgütlü’ ve dolayısıyla ‘beraber’ sayardı. Onun çoktan fark ettiği ‘paylaştıkça düşler çoğalır’ gerçeğini bana da o fark ettirdi. Çoğalma birkaç boyutlu: önce düşün ayrıntıları çoğalır, sonra paylaşılan kişi sayısı ve paylaşılması çoğalır, sonra da düşün gerçekleşme olasılığı çoğalırdı.(…)
“düş kurmadan dünya dönüşmez: benim cüzzam hikayem(**)” kitabı cem’an öğretici, düşündürücü ve örnek alınasacı. Eline, yüreğine, emeğine sağlık Mustafa Sütlaş. (ŞD/ÇT)
* Şadiye Dönümcü. sosyal hizmet uzmanı
** Kitap için iletişim: [email protected]