Siz bu yazıyı okuyanlar,
Öncelikle altta vermiş olduğum linke tıklayın, aletlerinizin sesini açın, kulaklıklarınızı takın ya da işte… ve şarkı bittikçe, yazı boyunca tekrar dinlenmesi katiyetle tavsiye edilir tarafımdan…
Size biraz “Up in The Air” filminden bahsedeceğim…
Ama filmden önce, yukarıdaki linkin ve harika sesin sahibi dan Auerbach’a aklınızı sürtmeden geçemeyeceğim… Şu an dinliyor olduğunuzu varsaydığım şarkı, ki adı “Goin’ Home”, bu filmin soundtrack7inden… Bu yaşıtım, melek sesli beyefendi, blues rock sevenlerin tanıyabileceği, The Black Keys grubunun vokalisti ve gitaristi aynı zamanda… 2009’da çıkardığı “Keep it Hid” isimli bir de solo albümü var. Ailesinde Robert Quine gibi pek başarılı bir müzisyen olunca, sanırım yeni sevgilimiz Dan’in maharetinin nereden geldiğini anlamak biraz daha kolaylaşıyor. Bu çok subjektif yazının, şimdilik en subjektif süjesi dan Auerbach’ın en sevdiğim şarkısının linkidir bu da; yanındakiler ise The Fast Five… Bir oda için fazlasıyla sakal var izleyeceğiniz videoda.
Bu da size bonus: en ilginç romantik şarkıdır zannımca…
Evet, Up in The Air demiştim… Neden bol uçuşlu film? Çünkü uçmaktan çok korkuyorum ve yine de çok ihtişamlı buluyorum ve yakında uçmam gerek.
İşi, insanlara işten atıldıklarını söylemek olan bir adamın, biraz romantik, biraz oyunsal, biraz da komik hikayesini anlatan filmin başrolünde, George Clooney var. Hiç ön yargıyla yaklaşmayın; ben yaklaştım ama sonunda pişman oldum. Filmin yönetmeni ise “Hell yeah!! Jason Reitman”…
1977 doğumlu, Kanadalı “über” yetenekli insan, ah canım “Juno”, “Thank You for Smoking”, “Gulp” ve “In God We Trust”ın yönetmeni olduğu gibi, aynı zamanda yazarıdır da. “Up in The Air” de George’a, “The Orphan” ,"The Boy in The Striped Pyjamas” ve "Bates Motel" de seyrettiğimiz güzeller güzeli Vera Farmiga, “Twilight” da izlemiş olmam gerektiği halde hatırlamadığım Anna Kedrick ve Amerikan televizyon dizilerinin yanı sıra harika film “Juno”nun Mark’ı, efsanevi dizi "Arrested Development"ın Michael Bluth'u Jason Bateman eşlik ediyor.
Filmi izledikten sonra, bay Clooney’nin 2010 Oscar ödülleri sırasındaki anormal davranışlarının sebebini, henüz “Up in The Air”de canlandırdığı karakterden tam olarak kurtulamamış olmasına bağladım ve her şey aydınlandı…
Dolu bavuluna karşın bomboş bir hayatı olan Ryan, şirkete yeni alınan, genç ve küstah Natalie’nin, bir iş gezisi sırasında o’na eşlik etmesiyle, biraz değişikliğe uğrar. İnsalara işten atıldıklarını söylemenin daha teknolojik ve bu durumda insana daha az bulaşan bir metodunu uygulamaya koymak fikrine sahip olan Natalie ve bunu mantık dışı bulan Ryan’ın gezisi; Natalie’ye işinin ne denli umut tüketen, Ryan için ise, kendi hayatının ne kadar yıkık olduğunu fark ettiren bir yolculuğa dönüşür.
Filmin en sevdiğim ve beyefendiyi, “hiç hoşlanmadığım George Clooney”den, “pek hoşlandığım George Clooney”e getirdiği sahnesi;
Ryan ve Nathalie, Hilton’a varırlar. “seçkin müşteri”, “altın üye”, “hep bizimle uçup bizimle kalan, yaşasın!” gibi unvanlardan pek hoşlanan Ryan, bir hışım “Hilton Honors Card”la hotel kaydını yaptırmak için resepsiyona koşar. Şık giyimli bir kadın da durumdan rahatsız olur ve aralarında şöyle bir konuşma geçer…:
Kadın: İyi de içeri girdiği gibi sıranın önüne geçti.
Hiltoncu: Hilton Honors üyelerimiz her zaman için önceliğimizdir.
Bizim Ryan: Promosyonları şahane. Muhakkak göz atmalısınız... (kadın kızar, Ryan kahkaha atar)
İşte bu kahkahasında ve tavrında öyle bir rahatsız edicilik vardır ki, olduğu yerden uzaklaşmak istersiniz ama o kadar çok istersiniz ki, “evet George” dersiniz, "o kadar tahrik edici bakıp, o kadar tahrik edici gülüyorsun ki, tabii takdiri de hakettin..." Benim paşa gönlüne pek itibar ettiğim iIMDB, filme 7.9 puan vermiş. 108 dakika, “iyi vakit geçirmek istiyorum ve biraz da hüzünlenmek” diyorsanız, siz de izleyin… Ben sevdim… Siz de seversiniz belki… (GP/HK)