Yazımın başlığındaki “Dokunan Yanar” sözü, Gazeteci Ahmet Şık’a aittir. Mart 2011 tarihinde gözaltına alınan Şık, iki yanından koltuğuna girmiş polislerin arasından kafasını kameralara çevirerek, siyasi operasyonların en şık ve özet sözünü söyledi: “Dokunan Yanar”. Ahmet Şık’ın cismanisinden daha fazlası, bu sözün beynimdeki nakşıdır.
“İmamın Ordusu” adındaki kitap taslağının yazarı Şık, bu sözü iktidarın ortağı Cemaat için söylemişti. Aslında sözün özü, bütün baskıcı, diktacı iktidarları kapsar niteliğe haizdir. Epeydir AKP iktidarına ve özel olarak da Tayyip Erdoğan’a dokunan yanıyor! Toplumların tarihinde egemenlere karşı çıkanlar için nice ‘fırınlar’ inşa edildiği bilinmektedir.
Dünün yakıcısı Cemaat, bugün yakılıyor! Demokrasiden uzak iktidarların kanatları arasındaki çatışmalar genellikle şiddetli geçer. Uç bir örnek olacak ama Hitler’in 1934 yılında kendini iktidara taşıyan SA’ları tasfiyesi, çarpıcıdır.
Her yazı eksiktir ama AKP iktidarının Samanyolu TV ve Zaman gazetesine karşı yürüttüğü gözaltı operasyonlarına karşı Ahmet Şık’ın son derece şık tweetini anmadan geçmek, yazıdaki eksiği çok büyütür. Şık tweet’inde, “Birkaç yıl önceki faşizm döneminin kudretli sahiplerinden Cemaat'in bugün yaşadığının adı da faşizmdir. Faşizme karşı çıkmak erdemdir” diyor.
Zaman Gazetesi Washington Temsilcisi Ali H. Aslan ise Şık’ın açıklamasına, “Faşiste faşist dediğin için teşekkürler Ahmet Şık. Ve lütfen hakkını helal et. Biz senin özgürlüğüne böyle sahip çıkamamıştık” diyerek şık bir cevap vermiş. Bu açıklama hem bir özür hem de bir özeleştiri olarak okunabilir.
İktidar tarafından Cemaate karşı bürokraside tasfiyeler, ekonomik alanda (Bank Asya vahim bir örnektir) boğmalar, basın yayın alanında susturmalar devam ediyor. Operasyonlar için yeni yasalar çıkarılıyor vs. Erdoğan’ın Başbakanlık döneminde söylediği “İnlerine gireceğiz” sözünün gerekleri, hukuk devleti normlarının dışında hoyratça yapılıyor.
Delik büyük yama küçük
AKP iktidarı ve özel olarak da Tayyip Erdoğan tarafından Cemaate karşı bu hiddet ve bu kin nereden ileri geliyor?
Bütün bu operasyonların altında yatan neden nedir?
Üç dönemdir iktidar olan AKP’nin, Cemaatin yaptıklarından haberi yok muydu?
Kupon arsaların imar durumlarına, madenlerin işleticilerine, kamuya alınacak memurların inançlarına, ihale verileceklerin eşlerinin türbanlı olup olmadıklarına dek el atan, karar veren AKP iktidarının Cemaatin yaptıklarından haberi yok muydu?
‘Paralel devlet’ inşa edilecek de, ‘esas devletin’ bundan haberi olmayacak!
Hrant Dink cinayeti de Cemaatin işiymiş!
Ne kadar melanet varsa, melun Cemaatin işiymiş!
"Ak Parti", adı gibi sütten çıkmış ak kaşık(mış)!
Geçin bunları, havuz medyası ve iktidar borazancıları!
AKP ile Cemaat arasında olanların çok az bir kısmını biliyor olsak da, kendi adıma, asıl neler olduğunu bilmiyorum. İp bir şekilde kopuyor ve Cemaat tarafından 17 Aralık ile 25 Aralık yolsuzluk operasyonları başlatılıyor.
İktidar, Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarını etkisizleştirmek için ihtiyaç duyduğu yasaları, yönetmelikleri çıkardı, yargıda düzenlemelere ve emniyette tasfiyelere gitti.
Ancak olanlar olmuştu!
Ortada bir yığın ses kayıtları, para trafikleri, ayakkabı kutuları vs. vardı.
Hele o ses kayıtlarının montaj olduğuna dair nice komik yazılar yazılmıştı!
Ancak mızrak bir türlü çuvala sığmıyordu.
Pandora’nın kutusu açılmıştı.
Çalma hastalığı anlamına gelen kleptomaniden türetilerek, yolsuzlukların sistematik hale gelmesine kleptokrasi deniliyor. Türkiye, bu sistemin içinde ve toplum bunun hiç de yabancısı değil. Dünün iktidarları yolsuzluğun şu veya bu ölçüde içinde oldular.
Peki, bugünkünü diğerlerinden farklı kılan nedir? Yolsuzluklar iktidarlara pek yara açmazken, ne oluyor da sarsılmamış gibi gözüken AKP iktidarı bu denli sarsılıyor?
Bunun nedeni, partinin söylemlerinde yatıyor.
AKP, dünün siyasi paradigmalarından farklı ve hatta ona karşı olarak, omurgası adalet, elbisesi üstün ahlak ve doğruluktan mürekkep bir siyasi paradigmanın savunucusu olduğu iddiasıyla iktidara geldi ve üç dönemdir devam ediyor.
Dindar gençlik yetiştiricisi, üstün ahlak vaazcısı, İslam adaletinin övücüsü, ecdadın bayraktarı, Yeni Osmanlıcılığın sancaktarı söylemleriyle teçhizatlanmış bir iktidarın yolsuzlukla irtibatlanması, keskin bir çelişkidir.
İşte bu nedenden dolayı AKP iktidarının deliği büyük, yaması küçüktür!
İktidar, Gezi’nin ve 17 Aralık’ın bir darbe olduğu iddiasını sürekli tekrarlıyor. Bu siyasi taktik, AKP’li seçmen nezdinde epeyi tutmuş durumda. Bu destek, AKP ve Erdoğan için biraz olsun bir rahatlama sağladı. Ancak bu taktiğin verdiği rahatlamanın ne kadar gideceği pek belli değil.
Her ne kadar AKP seçmeni ve siyasi İslamcı cenah, “Yedirmeyiz” sloganı etrafında bütünleşmiş gözükse de, iktidar yara aldı bir kere. Sözünün ettiğim kesimlerden küçük de olsa AKP iktidarına yönelik eleştiriler başladı. Eleştirilerin büyümesi kuvvetle muhtemeldir. Bu yara, AKP’yi iflah ettirmez! Her yerde ve her zaman yolsuzluk olgusu ağır bir gölge gibi AKP’yi takip edecek. Ve bu öyle hale geldi ki, bundan sonra elbise çıkarır gibi 4 bakanı tasfiye etmesi de işe yaramaz.
Deliği kapatacak büyüklükte bir yama ne siyaseten, ne ahlaken, ne moral olarak ne de İslamcı retoriklerle yapılamaz.
Yarayı derin, deliği büyük kılan ikinci husus da şudur: İktidarının temini ve kitle desteğinin devamı için seçmenin yüzde 40-50 bandını toplumu iki kampa bölerek (Yüzde elliyi zor tutuyorum diyecek kadar şiddeti çağrıştıran bir gözü dönmüşlük az buz şey değildir) hedefleyen bir siyasi stratejinin karşıt hesapları da ona göre yapılır. Demirel, Ecevit, Özal, Çiller, Yılmaz dönemindeki yolsuzluklar, hükümetler için derin siyasi kırılmalar yaratmadan devam ederek atlatıldı. Ancak kuvvetle muhtemeldir ki, toplumu iki kampa bölerek düşmanlaştırdığı için AKP iktidarına bunun hesabı derin bir kırılma yaratmak ve büyük tasfiyeler yapmak amacıyla sorulacaktır.
Tayyip Erdoğan bunu çok iyi biliyor!
Siyaset çok şeye gebedir!
Bundan 2-3 yıl önce Erdoğan’ın Cemaat için “İnlerine gireceğiz” demesi kimin aklına gelirdi?
Bundandır Erdoğan’ın dönüşü olmayan bir yola girmesi!
Bundandır Erdoğan’ın bağırıp çağırarak gündem değiştirmesi!
Peki, nereye kadar? (HŞ/HK)