Memleketin doğusunda bir savaş var. Çatışma diyenler olsa da adını doğru koyalım: Bu bir savaş. Binlerce kişinin yerinden edilmesine, yüzlercesinin aç susuz kalmasına, yine yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine, çocukların travma yaşamasına, kadınların bebeklerini düşürmesine sebep olan bir savaş. Her savaş gibi sonuçları ağır olmaya devam eden bir savaş.
Halkın bilgi alma hakkını sağlamak medyanın görevi. Savaşta da barışta da bu böyle, biz gazeteciler açısından değişen bir durum yok. Ancak basının sorumluluğunu ne kadar yerine getirdiği bir muamma.
Yaşadığımızın adı savaş olduğuna göre, ana akım medyanın da bu yönde irade gösterdiğini ifade etmekte bir sakınca yok. Yani karşı karşıya kaldığımız tabloda, bir savaş medyası var. Belki tankı, tüfeği yok ama iradesini barıştan yana kullanmayan bir medya bu.
Bu yazıda, Hürriyet'in son iki günde manşetine yansıyanlar ele alınacak. Ancak önceden belirtelim:
Hiçbirimiz Hürriyet'ten barış gazeteciliği yapmasını beklemiyoruz. Böyle bir beklenti olsa olsa naiflik olur. Ve fakat savaşı körüklemek, bir seçimdir. Bir dayatma ya da zorunluluk değil, seçimdir.
Hürriyet gazetesi, 28 Aralık 2015 tarihli baskısında Diyarbakır'da düzenlenen Demokratik Toplum Kongresi'ni şu manşetle okuyucularına taşıdı:
"Hendekli Bildirge"
Birinci sayfadan müjdelenen "haberde", 14 maddelik bildirgede "PKK'lı teröristlere açık destek verildiği" ifade edildi.
Hürriyet gibi bir gazeteden barış gazeteciliği yapmasını beklemediğimizi yukarıda belirtmiştim. Ancak bu sözler, bir başka gerçeği ortaya koyuyor:
Hürriyet'in yazı işleri kadrosu Kürt meselesine dair hiçbir şey bilmiyor.
Ben bu manşetin "zorunda" kalındığı için atıldığına inanmıyorum. DTK, yeni bir oluşum değil. Son kongrede ilan edilen maddeler yeni değil. Özerklik meselesi yeni değil. Her şeyi geçtim, Kürt meselesi iki sene öncenin konusu değil! Kürt siyasi hareketinin talepleri yıllardır aynı. O 14 maddelik bildirgede yer alan konuların hiçbiri ilk defa söylenmedi. Yeni söylenen bir şey olmadığı için zamanlama da manidar değil.
Aynı zamanda DTK bildirgesi, herkesin desteklemesi gereken bir bildiri değil. Ancak gazetelerin sorumluluğu, okuyucusuna analitik bir çerçeve çizmek olmalı aynı zamanda. Ne yazık ki Hürriyet'in hem de böylesi kanın gövdeyi götürdüğü bir dönemde "hendekli bildirge" manşeti atması da yeni değil. Arşivlere bakarsak, bunun çok eski bir gazetecilik pratiği olduğu görülebilir.
TIKLAYIN - POLİSE İLİŞTİRİLMİŞ GAZETECİLİK ETİK DEĞİL
Gelelim, ikinci manşete:
"Kurşun yağıyor: Hürriyet Sur'da"
Haberin altında İsmet Berkan'ın imzası var. Berkan, Kabataş vakası ile son dönemde oldukça gündeme gelen biri. Bu bağlamda, kamuoyu nezdinde hiçbir güvenirliliği kalmamış bir gazeteciyi Diyarbakır gibi yangın yerine dönmüş bir şehre göndermek okuyucuyla dalga geçmekten başka bir şey değil.
Berkan manşete taşınan haberi boyunca Sur'daki polis ablukasını ve çatışmaları aktarıyor. Anladığımız, kolluk kuvvetleri ve bürokraside görev yapan yetkililerden bilgi aldığı. Başka bir kaynak yok haberde. Yani sen gazeteci olarak Diyarbakır'a git ama ne vatandaşla ne de insan hakları aktivistleriyle görüş. Durum budur.
Berkan'ın haberinden bir alıntı yapalım:
"Dağkapı’da DSİ’ye ait kamyonlar bekliyor, söylediklerine göre kamyonların içi kum dolu. Bir hendek ele geçirilip güvenlik sağlandığında bu kamyonlar oraya giriyor, hendeği dolduruyor."
Evet, çözüm de gözler önüne serilmiş. Artık rahat uyuyabiliriz. Hendekler de doldurulmuşsa geriye bir sorun kalmıyor. Bence herkes artık evine dönmeli.
İşin trajikomik yanı bir yana, Hürriyet'in yalnızca bu son iki manşeti bile Diyarbakır'da UFO gördükleri yönünde izlenim veriyor.
Hâlbuki vaziyet çok ciddi, çok vahim. Sulandırılmayacak, etraflıca ele alınacak kadar ciddi.
Ana akım medyanın bu ciddiyetsizliği hiçbir işe yaramıyor. (BK/HK)