Paris'te öldürülen üç Kürt kadın siyasetçi, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez'in cenazelerinin geleceği Diyarbakır'dayım.
Yarın "hayatı durdurma" çağrısı yapılan ve esnafın kepenk indirmesi beklenen Diyarbakır sokaklarında bugün hayat normal akışında.
Akşam saatlerinde gelecek cenazeler için yarın, perşembe günü kitlesel tören yapılacak. Genç, yaşlı herkesin alanda olacağı konuşuluyor. Sorunsuz bir şekilde cenazeye sahip çıkmak istediklerini söylüyorlar.
Abdullah Öcalan'la görüşme sonrası ivme kazanan "barış süreci"nde sokaklarda isim sormadan, rastgele seçtiklerimle ve muhabbete dahil olanlarla konuştum.
Hiç kimse "umut" ve "umutsuzluk" kelimelerini tek başına kullanmadı; umudun ardından umutsuzluk, umutsuzluğun ardından umut birbirini izledi.
Herkes "güvensizlik" konusunda hemfikir, somut adımlar görmeden samimiyete inanmama konusunda ortaklaşıyor.
"İnşallah" en sık duyduğum kelime oldu.
"Ölümler heyecanı kesti"
Diyarbakır'dan batı illerine çalışmaya, okumaya, gezmeye giden herkes sohbete yaşadığı bir ayrımcılık hikayesi üzerinden başladı.
Hikayeler, "güvensizlik"in sadece devletle sınırlı olmadığını iki halkın birbirini bu kadar ötelemesinin yarattığı tedirginliği de içinde taşıyor.
"Güzel bir barış gelecek, bu sefer inanıyorum" diyor esnaf bir kadın. Yan komşusu ise "Asla inanmıyorum" diye lafa giriyor ve devam ediyor.
"O kadar kandırıldık ki, yıllardır müzakere deniyor, bir olay oluyor rafa kalkıyor. Gözlerimle somut sonuçlar görmeden inanmam."
KAMER gönüllüsü bir kadın, yeni sürecin büyük bir heyecan yarattığını ancak Cansız, Doğan ve Şaylemez kadının öldürülmesinin bu heyecanı durdurduğunu söylüyor.
"Kim yaptı bilmiyoruz ama suikast günü herkes çok gergindi hala da öyle. İnsanlar cenazeye sahip çıkarak en azından mezar taşı var diye bir nebze rahatlayacak.
"Barış süreci özellikle kadınları olumlu etkileyecek. Hayat normalleşmeye başlayınca, ekonomik şiddetin getirdiği erkek şiddeti de azalacak. Buna inanıyoruz."
"Kandil ile de görüşülsün"
İki erkek esnaf, birçok kişinin "halk önderi" olarak kabul ettiği Abdullah Öcalan ile yürütülen müzakereleri olumlu bir adım olarak değerlendiriyor ancak mutlaka Kandil ile iletişiminin sağlanmasını, halkın taleplerinin dinlenmesini istiyor.
"10 metrekarede tek başına 100 yıllık meseleyi müzakere edebilecek koşullarda değil. Süreç adına daha hayırlıysa ille de her şeyi bize açıklamasınlar ama mutlaka dışarı ile iletişimi sağlansın."
Barışa yapılan suikast olarak değerlendirdikleri Paris'teki suikasti AKP hükümetinin yaptığına inanmadıklarını ancak barış sürecinin ilerlemesi için bunu aydınlatması gerekenin de AKP olduğunu vurguladılar.
"Somut adımları görmeden nasıl güvenebiliriz ki. 10 bin kişi neyle suçlandığını bilmeden içeride, ailesiyle birlikte 200 bin kişiyi etkiliyor. Bu insanları serbest bırakmadan, anayasal güvence, anadilde eğitim gelmeden samimiyete inanamayız."
"İki halkın birbirine bakışı düzelmeli"
Bir öğretmen, Öcalan ile görüşmenin barışı kurmanın en önemli ayağı olduğunu ancak devletin söyleminde barışı daha çok dillendirmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
"Yılların verdiği tahribatın köklerine başka türlü nasıl inilecek. Başbakan şehit annelerinin hassasiyetinden bahsediyor. Ya Kürt halkının hassasiyetleri? Böyle bakarsak hiç yan yana oturamayız ki. Bu kısa süreli bir şey değil, farkındayız. Barışın bir sürü ayağı var; iki halkın birbirine bakışı düzelmeden barış tamamlanamaz."
"Henüz çok erken" diyor öğretmen, "İki gün sonra 60'ında bir kadını polisin coplamayacağı garanti mi?"
"Torunum Kürt mü Türk mü, bunu mu tartışacağız?"
Ayvalık'a göç eden bir kadın, "Damadım Türk, şimdi benim torunumun Kürt mü Türk mü olduğunu mu tartışacağız, böyle bir noktaya nasıl geldik" diye soruyor.
Ancak konuştuklarım içinde en umutlusu da oydu. "Başbakan'a hiçbir konuda asla güvenmiyorum ama bu meselenin çözüleceğine inanıyorum" diyor.
Genç yaştaki kızı ve yeğeni ise ona pek katılmıyor. Kızı, zorla göçün sosyo ekonomik anlamda insanları düşürdüğü duruma dikkat çekerek somut adım olarak köye dönüşlerin hakkaniyetle sağlanması gerektiğini vurguluyor.
"Bir koyun, bir tabakla zorla köyleri yakılan, göç ettirilen insanlar kalabalık halde aynı evde yaşamaya mahkum ettirildi. Sonra bu da batıda bir ayrımcılık nedeni oldu. Oysa insanlar yaşam mücadelesi veriyordu."
Yeğeni ise batıda sürekli "Bingöllüye hiç benzemiyorsun" tepkisiyle karşılaştığını ve bir gün dolmuşta birine çok sert tepki verdiğini anlatıyor.
"Dedim Bingöllüler dört ayaklı mı? Adamın da kötü niyeti yoktu; ama 30 yıllık acıyı ondan çıkarttım. Zamana ihtiyacımız var. Ne zaman ki bana Bingöllüye hiç benzemiyorsun demekten vazgeçecekler o zaman normalleşmeye başlıyoruz demek. Öyle bir iki yılda değil, beş mi 10 mu artık ne kadarsa."
Savaş başladığından beri yani 30 yıldır ayakkabı tamirciliği yapan bir erkek, "Sabırla yavaş yavaş olacak" diyor; sonuna tıpkı diğerleri gibi "İnşallah"ı eklemeyi unutmuyor. (NV)