"Ha buhar hun ku da dıçın (Baharı bekliyordunuz, bahar geldi siz nereye gidiyorsunuz)
"Nekın Jınên azad hun kuda dıçın (Yapmayın özgür kadınlar nereye gidiyorsunuz)"
Gurbette öldürülen üç Kürt kadın, şehirdeki kadınların omzunda, dağda ölen bir kadının sesiyle uğurlandı.
Çatışmada ölen gerilla Delila'ya ait bu şarkı, herkesin soluğunu tutarak izlediği Diyarbakır'daki "yası" en iyi anlatan şeydi.
Çarşamba, perşembe Diyarbakır'da, cuma günü ise Dersim'deki törendeydim.
Diyarbakır'a bir yıl önce 20 askerin öldürüldüğü zaman gelmiştim. Herkes çok umutsuzdu, o zaman "umut" kelimesini kullanmak çok zorlamaydı. Bu sefer ise öldürülen üç Kürt kadını için aynı kentteydim. Yine cenazeler vardı ama cümlelerinde umut da vardı.
Farklılık kendini daha İstanbul'dan Diyarbakır'a giden uçakta hissettirdi. Yaygın medyadan bir muhabir yayında "terörist lafını kullanmayacağız" dedi. Birkaç muhabirden daha duydum aynı cümleyi. Gizli ya da açık bir anlaşma vardı sanki. Her ne kadar tören canlı verilmese de ertesi gün gazeteler "barış" mesajında birleşti.
Oysa günler öncesinden "Habur gibi olmasın, provokasyon olabilir" lafları dolaşıyordu. Hamburg'dan cenazeye katılmaya gelen biri, "Habur sürecinde bir sevinç vardı, şimdi ise yas. Kürtlerin sevincini de üzüntüsünü de kontrol altına alma çabası niye?" diye yakınıyordu.
Diyarbakır ve Dersim'de gerginlik değil, sadece yas vardı. En üzgün olanlar ise kadınlardı; boğazları düğümleniyordu her konuşmada.
O yüzden cenazede kadınlar hep en öndeydi, yanlışlıkla bir erkek öne geçse kadınlara kalmadan diğer erkekler uyarıyordu: "Arkaya geç" .
"Bugün bu törene katılabiliyorsak, o kadınların mücadelesi sayesinde" diyordu konuştuğum tüm kadınlar.
Yani erkekler, meseleye Kürt mücadelesi yönünden bakarken, kadınlar için kadın mücadelesinin de simgesiydi onlar. Yaslarını da daha derinden yaşıyorlardı.
Ama bu matem havasına rağmen iki kentte de bir "barış mitingi" gibi geçti törenler. "Şehit namırın" (şehitler ölmez) sloganının arkasından "intikam" değil; jin, jiyan, azadi (kadın, yaşam, özgürlük) diye seslendiler.
Siyahlar giyinen kalabalık, havada uçan güvercinlere boyunlarındaki beyaz atkılarla alkış tuttu.
Törenlerde verilen çok açık barış mesajı, insanlarda hükümete karşı tam bir güven olduğu anlamına gelmiyordu tabii. Güvensizlik ve arada kalma halini en iyi yansıtan durum, aynı aileden insanların dahi barış sürecine farklı bakmalarıydı.
Yıllar yılı yaşadıklarını aynı öfkeyle anlatan anne kız, söz barışa gelince ayrışıyordu. Anne "Bu sefer inanıyorum" derken, kızı "Bu filmi çok gördük" diyordu.
Ya da iki kardeşten büyüğü "Asla inanmıyorum, somut adımlar nerede" diyen küçüğünü sabırlı ve umutlu olmaya ikna etmeye çalışıyordu.
Kuşaklar arasındaki bu ayrışma akla ister istemez Şerafettin Elçi'nin "Biz sorunu çözebilecek son kuşağız. Bizden sonrakiler ile zor bu iş" lafını getiriyor.
Son söz Diyarbakır'daki kitleye seslenen Sakine Cansız'ın babasına ait; "Barışı getirmek isteyen üç kadını katlettiler. Ama sizden ricam barışı istemenizdir. Çünkü barış güzeldir."
Üç kadın tam barış diye konuşmaya başladığımız bir zamanda doğdukları topraklara geri döndüler. Dersim'den, Maraş'tan, Mersin'den çıkmışlardı yola; cezaevi, dağlar, gurbet. Uzun yollar katetmişlerdi, cenazeleri de kilometreler boyu omuzlarda taşındı. Kadınların ardından uzayan bu yol barışa gider gibiydi. (NV)
* Diyarbakır'da halkın barış süreciyle ilgili düşünceleri için tıklayınız.
* Vahap Coşkun'un barış süreci ile ilgili söyleşisi için tıklayınız.
* Diyarbakır'daki tören haberi için tıklayınız.
* Dersim'deki tören haberi için tıklayınız.