Acaba hangisi daha sinir bozucu duvardan duvara bombardıman yayını yapan uluslararası televizyon kanallarında: Kendini 'insani bombardıman' misyonunun bir parçası saydığı her halinden belli bazı muhabirler mi, yoksa kendi ülkesinin Batılı güçler tarafından bombalanmasının ne kadar iyi olduğunu anlatmak üzere stüdyoya davet edilmiş liberal demokrat Libyalı muhalifler mi?
Pazar günü Londra'da Başbakanlık binası önünde gösteri yapan küçük bir grup, "Yemen ile Bahreyn üzerinde niye uçuş yasağı koymuyorsunuz, buralara niye müdahele etmiyorsunuz" diye sordu.
İngiltere'deki savaşa karşı kampanya Stop the War'un liderlerinden Lindsey German Libya meselesinin insanların kafasını karıştırdığının farkındaydı.Hava saldırılarının Libya'nın zavallı halkına yardım amacıyla yapıldığını iddia ediyorlar, kanmayın" dedi ve şöyle devam etti:
"Libya halkının bu müdaheleden çıkarı yok, tıpkı Afganistan ve Irak halkları gibi, onlar bu müdaheleden zararlı çıkacak. Orta Doğu'da değişimi sadece ve sadece Orta Doğu'da yaşayan halklar sağlayabilir".
Libya farkı
Fakat, Irak ve Afganistan'ın hata olduğunu söyleyenler bile bugün Libya konusunda kararsız kalabiliyor, çünkü, Batı ittifakı bir kez daha yeniden insaniyet namına müdahele kartını kullanıyor.
"Ne yapalım yani" deniyor, "bırakalım da Kaddafi Bingazi'yi ele geçirsin sivil halkı tek tek kurşuna mı dizsin? Nasıl seyredebiliriz böyle bir şeyi?"
Bu tezler son yirmi yıl içinde dünyada ne çok sol liberali susturdu ve esir etti neo-con ideolojiye!
Ve, İngiltere'de 10 yıldır seçim kampanyalarını Irak'ın işgaline karşı olmak üzerine oturtup savaş karşıtlarının oylarını toplayan bugünün hükümet ortağı Liberal Demokratlar'ın, bugün son insani bombardımanın uygulayıcıları oluvermesi de kaderin bir oyunu değil midir?
Kosova'ya ne oldu?
İngiltere'nin savaşkan eski başbakanı Tony Blair kendisine çok yöneltilen, "petrol ya da stratejik kontrol için oraya buraya müdahele ediyorsunuz, demokrasi, insan hakları aslında umrunuzda değil" suçlamalarına karşı genellikle Kosova örneğini vererek savunmaya geçerdi hep.
"Bakın Kosova'ya" derdi. "Ne petrolü vardı ne de bir önemi. Ama biz orada Sırplar tarafından müslüman halka yönelen etnik temizliği engellemek için insani bir müdahele yaptık. Ne çıkarımız vardı ki?"
Ne çıkarları olabileceği, Sırbistan'la hesaplaşmanın ardında yatabilecek şeyler, çok yazıldı çizildi yıllardır.
Biz sırf bu yazı kapsamında Kosova'ya 1999 yılında yapılan müdahelenin, Sırbistan şehirlerinin ve sivil halkının bombalanmasının ardında,Batı ittifakının ne gibi çıkarları olabileceği tartışmasını bir yana bırakalım.
Sadece, Kosova'ya müdahelenin bu topraklara neler getirmiş olabileceğine bakalım hafızamızı tazelemek açısından, çünkü siyasi tutarlılığın en büyük düşmanlarından biri hafıza kaybı...
Daha çok kan dökültü
Tony Blair, NATO'nun eski Yugoslavya'ya yönelik harekatını "hayır ve şer güçleri arasında, medeniyet ve barbarlık arasında, demokrasi ve diktatörlük arasında bir savaş" diye tanımlamıştı.
NATO'nun 78 gün süren "insanlık namına" bombardımanı sırasında, Yugoslavya'nın Kosova'da etnik temizlik harekatını durdurmadığı, aksine daha da yoğunlaştırdığı artık biliniyor.
Bu dönemde çeşitli kaynaklara göre 2 ila 10 bin arasında Kosovalı Arnavutun Yugoslav güçleri, diğer yanda 500 ila 1500 Sırp ve Arnavutun da NATO bombardımanı marifetiyle öldürüldüğünü anımsayalım.
Sonra Kosova'nın NATO işgali altına geçtiği dönem içersinde etnik temizliğin bu sefer tersine devam ettiğini ve uluslararası insan hakları, azınlık hakları örgütlerinin raporlarına göre, Kosova'nın güneyi ve Priştine'de yaşayan tahminen 200 bin Sırp, Roman ve diğer azınlık mensubunun evlerini terkedip göçmek zorunda kaldıklarını hatırlayalım.
Uluslararası Azınlık Hakları Grubu (Minority Rights Group International) tarafından hazırlanan bir raporda örneğin, Avrupa'nın hiçbir yerinde bu kadar çok azınlık toplumunun, sırf etnik kimlikleri yüzünden bu kadar saldırı ve taciz korkusu içinde olduğu başka hiç bir yer bulunmadığı açıklıkla belirtilmişti.
NATO müdahelesinden 8 yıl sonra 2007'de hazırladığı bir raporda örgüt, bölgedeki etnik bölünmenin ve düşmanlığın bunca yıllık uluslararası gözetime karşın aynen devam ettiği sonucuna varıyor.
2010 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) tarafından hazırlanan Kosova raporunda, bölgede azınlıkların insan haklarının nasıl çiğnendiği, ve nasıl ayrımcılığa maruz kaldıkları ayrıntılı örneklerle anlatılıyor.
Son seçimler
Demokrasi mi? Geçtiğimiz Aralık ayında yapılan seçimler, Sırp azınlık tarafından boykot edildi. Seçimlere büyük ölçekli hile karıştığı yaygın bir şekilde bildirildi. Hatta bir seçim bölgesinde kullanılan oyların, kayıtlı seçmen sayısının yüzde 149'una ulaştığı belirlendi!
Son olarak Avrupa'da insan haklarını izleyen ve Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nde Ocak ayında büyük oy çokluğuyla benimsenen Kosova raporuna bakalım.
Konsey, Batının 11 yıl önce Kosova'daki müttefiki olan, hatta bazı bilgilere göre özel olarak besleyip büyüttüğü siyasi hareket Kosova Kurtuluş Ordusu'nu (UÇK/KLA) dehşet verici insan hakları ihlalleri ile suçluyor.
Suçlamalar arasında 1999 yılındaki karışıklık ortamında bölgenin kuzeyinde, UÇK tarafından esir alınan Sırplar ve UÇK taraftarı olmayan Arnavutların kurşuna dizilip, böbreklerinin çıkarılarak karaborsada satıldığı gibi eşi benzeri görülmemiş dehşet vakaları var.
Avrupa Konseyi, UÇK'nın eski lideri Haşim Taci'yi mafya benzeri bir örgütlenmenin lideri olarak tanımlıyor ve bu örgütün 1999'dan bu yana uyuşturucu madde ticareti de dahil her türlü kirli işle uğraştığını ekliyor.
Libya Kosova değil ama...
Kuşkusuz Libya Kosova değil. Libya muhalefetinin UÇK ile uzaktan yakından benzerliği olduğu da söylenemez.
Libya'nın ekonomik, sosyal ve tarihi koşulları ve önemi de farklıdır. Zaten bu yazının amacı da iki ülkeyi karşılaştırmak değil, "insaniyet adına", "hiç bir çıkar gözetilmeden" yapıldığı iddia edilen Batı müdaheleleri zincirinin en sık kullanılan örneklerinden birinin aslında ne kadar çürük olduğuna dikkat çekmek yalnızca. Ve böyle müdahelelerin hiç birinden olumlu bir netice çıkmamış olduğunu bir kez daha vurgulamak.
Birkaç hafta öncesine kadar, bugün zalim diktatör diye tanımladığı Muammer Kaddafi ile her türlü silah satış anlaşmasını imzalamakta hiç bir beis görmemiş olan Batılı ülkeler, ve yine onunla her türlü işbirliğini sürdüren uluslararası sermaye ve bankacılık çevreleri, kuşkusuz Libya'da demokrasinin gelişmesini isteselerdi bunu yıllardır çok farklı biçimlerde yapabilirlerdi.
Wikileaks'e karşı uygulamaya konan siyasi, hukuki ve mali saldırı planına bakınca insan, Batının elinde istediği zaman bombalardan başka ne tür silahlar olduğunu çok iyi kavrıyor.
Mısır ile Libya
Heyhat! İkisi de Immanuel Wallerstein'ın ikinci Arap isyanı diye tanımladığı dalganın parçası olmakla birlikte Mısır ile Libya'nın kaderi bu bombardımanla nasıl derin bir şekilde ayrıldı.
Mısır'daki isyan belki hemen hızlı ve geniş kapsamlı demokratikleşme sonuçları yaratmayacak, ama muhalefetin güçlenerek, alnının akıyla çıktığı ve artık tarihsel olarak geriletilmesinin çok daha zor olduğu bir sürecin başlangıcını oluşturduğu açık.
Oysa Libya'da bombardıman sonucu Kaddafi rejimi devrilse bile aynı şeyi söylemek mümkün olmayacak.
Libya zaten rejiminin ekonomik ve siyasi kontrolü ve ekonomik yapısı ve muhalefetinin gücü açısından Mısır'dan farklıydı. Ama bombardıman ve Batı müdahelesi, iki ülkenin yarını açısından çok daha köklü farklar yaratacak.
Libya'nın halkını, muhalif olsun olmasın çok zor günler bekliyor ne yazık ki. (KB/EÖ)