Anlamak kimi zaman bilmekten daha fazla bir derinliği sahiptir. Yaralı bir toplumuz. İyileşebilmenin yolu yüzleşmekten geçiyor. Yüzleşebilmek için anlamalıyız. Anlamak, yolun başıdır.
İşte Selahattin Demirtaş'ın "Devran" kitabı, okura toplumumuzu ve insanını anlama davetiyesi vasfında. Elbette edebi bir tatla birlikte.
Selahattin Demirtaş'ın ikinci hikâye kitabı "Devran" İletişim yayınlarınca Nisan 2019 tarihinde yayınlandı. Kitabı temmuz ayında aldığımda üçüncü baskıya ulaşmıştı.
Demirtaş'ın ilk hikâye kitabı olan "Seher" ise, 2016 yılında yayınlanmış olup 250 bin baskı yapmış ve 12 dile çevrilmiş.
Yazar ve ürünü arasındaki ilişki
Her iki kitabın da bu kadar yüksek sayıda baskı yapmasının nedenlerinin başında yazar Selahattin Demirtaş'ın samimi, sempatik ve sahici kişiliği ve bu kişiliğinin yazdıklarına yansıması gelmektedir.
Yazar ile ürünü arasındaki ilişki (örtüşme ve mesafe) hususu yazardan yazara değişmekle birlikte, genellikle tam bir örtüşmeden ya da tam bir kopukluktan söz edilemez. Böylesi de doğaldır.
Fakat sanatçının ürettiği konuya içerden bakması gibi bir gerçeklik de vardır.
Eseri değerli kılan da sanatçının bu içerden bakışındaki yetkinliktir. İçerden bakış, sanatçının da illa ki eserin konusu dâhilinde bir yaşam tecrübesine sahip olması anlamına gelmez. Yeter ki konuyu içselleştirmiş ve bunu estetik bir düzeyle (dil, renk, ışık, biçim vb.) ifade ediyor olsun.
Elbette içerden bakış derken, sanatçının kendini ilgili konunun, nesnelliğin içerisiyle sınırlamasını kastetmiyorum. İçerden bakışı dışarıdan bakışla tamamlayabilmek ve özellikle onu (o şey her neyse) yeniden üretebilmektir.
Demirtaş ile hikâyeleri arasında büyük bir örtüşme var. Nasıl olmasın ki; hikâyelerindeki yaşamların içinde, kıyısında köşesinde şu veya bu ölçüde bulunmuş birisi.
Bir de bunun üstüne ezilenlerin (sınıfsaldan kimliklere dek bir yelpaze) siyasi mücadelesinin öncülerinden oluşu eklenince, o dünyanın içinde yer alan donanımlı bir figür çıkıyor karşımıza. Demirtaş'ın ezilenlerin dünyasının siyasal sorumluluğunu taşıması ve kendini o dünyaya ait görmesi, hikâyelerindeki toplumsallığa da rengini veriyor.
Huzursuz etse de...
İlk kitabı "Seher", bana bir edebi değerlendirmeden çok, edebiyatın eşiğinden içeri giriş tadını ve umudunu verdi. "Devran" kitabıyla bu umudun boşa çıkarılmadığını gördük. Artık Demirtaş, o değerli siyasi kişiliğinin yanına edebi kişiliğini de eklemiş oldu.
"Direnmek Güzeldir" hikâyesinin giriş cümlesi bana göre hem Devran kitabındaki hikâyelerin hem de yazarın dünyasının özünü oluşturmakta:
"Yapmış olmaktan gurur duyacağınız çok fazla şey olmayabilir hayatınızda. Bunu biliyor olmak sizi huzursuz etse de, düşündükçe kahrolmazsınız en azından. Tersinden düşünün, yapmış olmaktan utanç duyacağınız şeyler varsa ne olacak peki?" (Syf. 49)
Utanç duymak!
Hemen Ingmar Bergman kötü gidişattan "Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir" sözü geldi aklıma. Bu söz biraz safça gelebilir, ama öyle değil. İnsanlar utançlarını duyabilseler, utanç içinde yaşamayı zül görebilseler...
Direnmenin ve umudun hikâyeleri
Devran'da yer alan on dört hikâyenin her bir anlatıcısı, toplumsal hayatın kılcal damarlarında dolaşıyor. İşte tam da Demirtaş'ın hikâyeleri bize toplumsal yaşamın örgüsünün bu silik, her yerde olup da göze batmayanlardan ve toplumsal yaşamın kaporta altındaki dişlililerinden örülü olduğunu gösteriyor.
Ülkemizin yakın geçmişini ve bugününü anlatan Devran, doğrudan insana, insani olana dokunuyor.
Selahattin Demirtaş'ın "Devran" kitabının ilk hikâyesinin adı "Gün Olur Devran Döner". Hikâyede Devran adındaki gencin işkenceyle öldürülmesinin faillerinden olan bir savcının 25 yıl sonra olay mahalline dönerek Devran'ın babası Hasan Sürgücü ile yüzleşeme çabası (ki, yüzleşemiyor da), hikâyenin kurgusunu zayıflattığını düşünüyorum.
Hikâyede de yer aldığı üzere devletin has görevlisi savcı Salim'in Devran'daki suç ortaklığı gibi, bir değil beş değil, çok sayıda uygulaması var.
Bagajı 'kötülüğün' yüküyle dolu bir savcının (ki, emeklilikten sonra avukat oluyor ve büyük nemalı davalara bakıyor) 25 yıl sonra, oğlunun trafik kazası geçirmesi üzerine, insanın canından canı olan çocuğunun olağanüstü bir değere sahip olduğunu görüyor ve bunun üzerine Hasan Sürgücü'nün 20 yaşındaki oğlunun kendinin de dahli olduğu işkenceyle öldürülmesi gözünün önüne geliyor.
Bir arınma hissediyor, bir özeleştiri de bulunmak istiyor. Ve kara kışta İstanbul'dan kalkıp Erzurum'un dağ başındaki Devran'ın köyüne gidiyor.
Devran'ın babası Hasan Sürgücü'nün misafiri oluyor. Yüzleşemiyor ve neden geldiğini söyleyemiyor. Fakat Devran'ın babası savcıyı tanıyor, ama tanımamazlıktan geliyor. Bir yanda acısını yüreğinde taşıyan vakur bir baba, diğer yanda o acıya katkı sunmuş bir fail!
Mesleğinin derin işlerinde profesyonelleşmiş ve mesleği gereği, ölçüsü adalet olması gerekirken devlet için her şeyi mubah sayan bir görevlinin birden bire hidayete ermesi; işte hikâyeyi zayıf kılan yer de burası.
Böyle olmakla birlikte Devran hikâyesi bize bir yüzleşme ve hesaplaşma olmadan ne insanın ne de toplumun iyileşmesinin mümkün olmadığını anlatıyor. Gün olup da devranın dönmesi, bu duyguya ve bu arınmaya bağlı.
Tam bir Demirtaş mizahı
Demirtaş'ın içten, samimi, sıcak ve mizahi bir dili var. Kısa ve vurucu cümleler, yer yer ironiler üslubu güçlü kılıyor.
"Sultan Reşat'ın Torunu" hikâyesi, tam bir Demirtaş mizahı. Siyasetteki mizahi dokundurmaları, ironileri bu kez edebi bir dille bu hikâyede kendini gösteriyor. Zenginlik hayalleri kuran yeni mezun ziraat mühendisinin yaşamın gerçekleriyle kuşatılmışlığının ve sevgilisi dâhil kaybedişinin hikâyesi ancak bu kadar güzel bir mizahla anlatılabilir.
Gazetelerin üçüncü sayfalarında iki paragraf halinde mevsimlik işçileri taşıyan araçların kaza haberleri yazılıdır. Genellikle şöyle bir bakılıp geçilir.
TV haberlerinde bazan kaza yapan araçtan ve ölen insanlardan söz edilir. Ölen aileler yoksuldur, sıradandır, mevsimlik işçilerin 'kaderidir'.
Bu yoksul insanların yol kazalarında ölmelerine bir de kimi yerlerde linç edilmeleri eklendi. Mevsimlik işçiler Kürt'tür. Kürt olmaları, düşman görülmeleri, hatta insan sayılmamaları ve linçe maruz kalmaları için yeterlidir!
"Baran'ın Beşiği" hikâyesi, mevsimlik işçilerin aileleriyle birlikte bir minibüsle Adana'ya gidiş yolunun başlangıç hikâyesidir. Minibüs karşıdan gelen tırın yola savrulmasıyla tırın altında kalır. Önce Baran'ın beşiği minibüsün üstünden yola savrulur. Bebeğin yarınlarını sonlandıran ölüm, minibüstekilerin de hayatını sonlandırır.
Bu hikâye Orhan Kemal'in ve Yılmaz Güney'in Çukurova anlatılarının tadını taşımakta.
Devran kitabında yer alan 14 hikâyenin her birinin tadı başka ve okunması keyifli.
Demirtaş yazmaya devam ettiğini söyledi. Edebi yanını geliştirsin, güzel ürünler vermeye devam etsin, bu iyi bir durum ve okurları için sevindirici. Ancak bununla birlikte ben Demirtaş'a demokrasi mücadelesinde büyük ihtiyaç olduğunu, bu nedenle aktif siyasetini devam ettirmesinin elzem olduğunu düşünüyorum. (HŞ/PT)