Akademik yayınlar, ilgili kitaplar dışında duyacağımız, okuyacağımız şekilde yürütülen bir tartışma yok. Birikmiş mevzular ise arkalarda bir yerlerde konuşuluyor. Geri kalanı biraz ezber tanımlamalar, biraz ayıklanıp seçilmiş ve yakıştırılmış kodlamalar.
En revaçta olanı “cellâdına âşık Aleviler” başlığı altında. Koca bir azınlık, hiç öyle eşeleyip, neden-sonuç ilişkisi kurma gereği duyulmadan saflıkla nitelendiriliyor. Mesela Kemalizm’le ilişkileri üzerine “çünkü”lü cümlelere hiç ihtiyaç duyulmadı bugüne kadar. Faydadan ziyade zarar gördükleri CHP’de niçin ısrar ettikleri konusunda da anlaşılamıyorlar.
Konuşulmadıkça sorular birikiyor haliyle. Muhataptan ses çıkmayınca, herkes bir yorum yapıştırıyor olan ya da olmayan tarih bilgisiyle ki bu da doğal sanırım. Neden mücadeleci bir halk olmayı tercih etmediler örneğin. Var olabilme savaşında, Kürtlere nazaran daha mı az cesaretliydiler? Hâlihazırda bir Kürtlük varken bir de Alevi olmak takiye yapmalarını zorunlu mu kıldı? Mezhep savaşında Kürtlerin de Türklerin de zulmüne uğradıkları için yalnız mı hissediyorlar kendilerini?
Yavuz Sultan Selim, Kuyucu Murat Paşa, İdrîs-i Bitlîsi, Şeyh Ahmet Fevzi Efendi ilk akla gelen isimler. Gelen vurmuş giden vurmuş tam tabirle. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte zikredilen laikliğin içerisinde kaybolacaklarını düşündüklerinden güven tazelemişlerse de yine olmamış. Kemalizm önlerine bir tek “Türk dini” seçeneğini sunmuş.
Halkların hikâyeleri çok şey anlatabiliyor. Hatta kaderleri de bu hikâyelere göre belirleniyor. Asi Demirci Kawa’nın yanında Zülfikar’ın hikâyesi pasifist kalabilir. Hz. Ali’nin kılıcı Zülfikar’ın ucu çatallıdır. Bu “öldürme, konuş” manasına gelir. Çok şey anlatıyor gibi geliyor.
Sır olanların sesi
Aleviler hakkındaki yaygın kanılardan biri de Türkiye’deki etnik yapıların içerisinde Alevi kadınlarının daha bir özgür olduğu. Gazeteci- Yazar Gülfer Akkaya, bundan yola çıkarak 13 Alevi kadınla konuşmuş. Her biri çeşitli şekillerde politika yapmış, erkek siyaset alanını zorlamış kadınlar. Çoğu Alevi inancının yaşama pratiğine geçmediği konusunda hemfikir. Ezeli Osmanlı’ya kadar giden Sünnileştirme politikaları tabi olarak kadının da yerini sarsmış.Konunun geldiği nokta ise “kadın her yerde kadın.”
G. Akkaya’nın, “Sır İçinde Sır Olanlar” kitabı, Emel Sungur’un dertleşme havasında söyledikleriyle başlıyor. Son yıllardaki kırılma noktasının, bir asimilasyon politikası olarak gördüğü, umreye gönderilen Alevi dedeler olduğunu söylüyor. Bir şekilde muhafazakârlıktan Alevilerin de nasibini aldığını şöyle bir anekdotla anlatıyor:
“İlk yıllarda yönetimlerde, karar organlarında en azından üçte bir oranında kadın vardı ama ben görüyorum ki Alevi Bektaşi Federasyonu’nun son kongresinde listede kadınlar neredeyse yoktu.
“Ben bağırarak dedim ki ‘Arkadaşlar, bu size verdiğim son oydur.’ Bu fotoğraf Alevi fotoğrafı değildir, ben bundan sonra bunun içinde olmayacağım. “Seçilenler sadece erkek ve yaşlılar. Yönetimde 2, denetim kurulunda 1 kadın var. Liste 21 kişi.
“Bundan 5 gün önce bütün Alevi örgütleri meclisinin önünde tek kişiydim. Fotoğraf çektiriyorduk. ‘Yanıma gel’ dedi başkanımız. Gel dedi ama yapıştırma görüntü olsun diye, onu da biliyorum. Sonra gelenler sıkıştırdı sıkıştırdı, sırf kafam kaldı fotoğrafta.”
Sungur, Kürt hareketinin çok ağır bedeller verdiğini bunun yanında örf, adalet, gelenekler konusunda da itirazlarını epeyce dile getirdikleri için mesafe kat ettiklerini söylüyor.
Sungur’a göre Kürt hareketi ile Aleviler arasındaki mesafenin Aleviler açısından en temel nedeni İslam rezervi. İslam, Alevileri ürkütüp uzaklaştırıyor. 2013 Newroz’unda A. Öcalan’ın gönderdiği mesajı kast ederek, siyasi hattın İslam birliği altında buluşma önerisinden rahatsız olduğunu söyleyen Sungur, Gültan Kışanak’ı örnek veriyor. “Alevi kimliğiyle yok, orada Kürt kimliğiyle ilgili mücadelesiyle var öncelikle.”
Değişen isimler
Bir diğer görüşülen isim Canan Çolak ise çuvaldızı kendine batırmayı tercih ediyor.
“Aleviler siyaseti kabul etmiyorlar. Ali’den bugüne siyaset yapmamış. Şimdi bir değişim var. İkrarına sadık kalıp kendini değiştirmeyen, böyle geldik böyle gideriz diyenler de var, ciddi anlamda bizim mücadele etmemiz gerekiyor diyenler de. Bana kalırsa direkt mücadele ve örgütlenme olmalı.”
Çolak da umreye gönderilen Alevi dedeleri hoş karşılamamış. Çoğu kadının en başta verdiği örnek bu zaten.
Edibe Şahin ise ekolojik bakışın Alevilikle benzeştiğini söylüyor. Bunun yanında patriyarkal kültürel özelliklerin zamanla Alevi inancına yansıyan sonuçlarından biri de kadın ismiyle bilinen ziyaret yerlerinin adlarının değişmesi:
“Ana Fatma, Xaskare, Jele ya da Zele, Baxıre ya da Bakıra Sıpiye, Buyere, Karsniye bunlardan bazıları. Zamanla bu ziyaret adlarından bazılarını eril yapmışlar. Mesela Buyere ve Baxıre şimdilerde Buyer Baba, Bağır Baba olarak anılmakta. Oysa çok değil, bizim çocukluğumuzda bile bu ziyaretler baba olarak söylenmezdi.”
Geçmişten bu yana asimilasyon politikalarının renk değiştirse de hiç bitmediğini ve hepsinin amacının “yok etmek” olduğunu söylüyor Şahin.
“38’de kaba katliam biçiminde geliyor, 80’lerde inanç üzerinden ben sizi eğiteceğim, dönüştüreceğim diye dini eğitim üzerinden geliyor. Şimdi de okşanarak geliyor. Çok yumuşak, kimse kaba bir şey söylemiyor hatta Aleviyiz diye eskisi kadar horlanma yok.
“Ama burada çok ince bir şey var. Şuna benziyor: Kadınlara soruyorsun ‘Şiddet görüyor musunuz? Yok, ben şiddet görmüyorum’ der. Çünkü şiddeti kaba dayak sanıyor, diğer şiddet çeşitlerini görmüyor. Bu çok benzeşen bir durum.
“Aleviyiz diye kendimizi saklama gereği duymuyoruz ama inceltilmiş bir baskı var. Cami-cemevi projeleri var. Cemevlerine cami işlevi gördürecek şekillendirmeler var. Aleviliği İslamiyet’le buluşturma noktasında Alevi önderler farkında olmadan Aleviliğin içine ha bire yeni ritüeller katarak bizi İslamiyet’le yakınlaştırmaya çalışıyorlar.”
Kadın her yerde kadın
Çilem Öz, çoğu insanın bildiğinden emin olmadığım bir şeyin altını çiziyor, o da Alevilikte öte dünya inancının olmadığı.
“Öteki dünyaya yönelik kurgulanan dini bir faaliyet yok. Mesela 12 İmam orucunu tutar Aleviler ama bu orucu tutarken cennete gitmeyi planlamaz. Bu dünyada yaşanan bir şeyle ilgili yas tutar ve bunu hatırlatır.
“Alevilik hiçbir şekilde kan dökmüyor, geçmişin yasını tutuyor. Sünni inancına ait kişiler ramazan orucunu böyle hesaplarla tutar. Kaç gün tuttum, ne kadar tuttum, bu beni öbür tarafa nasıl entegre eder şeklinde…
“Benim cennet cehennemle ilgili en eski hatırladığım şey şu; bir pirimiz ‘Cennet ana rahmidir bizim açımızdan çünkü hakikaten hiçbir acının çekilmediği, hiçbir dertten haberdar olmadığın, beslenip büyüdüğün cennet ana rahmidir’ demişti.
“Cehennem de toprağın altıdır aslında, dünyanın bütün güzellikleri artık bitmiş ve senin yaşayacak hiçbir şeyin kalmamış... Alevilik, İslam gibi dünyada olmayı, geçici, ara dönem diye değerlendirmiyor. Onun için başka bir yer yok. Dünyadasın ve her şey burada yaşanır. Ceza da, mükâfat da buradadır”
Öz, Alevilerin bir süre takiye yaparak yaşamalarının bugüne etkisini şöyle anlatıyor:
“Takiyeyi yaparken bazı özellikleri içselleştiriyor. Cumhuriyeti, katı İslamcı bir inanç olarak değil, demokrasiyle gelişebilecek bir yapı diye düşündüğü için destek veriyor ve bir açılma oluyor Alevi toplumunda.
“Bu açılmayla beraber daha büyük bir asimilasyon geliyor. Kuran’ı hiç bilmeyen kişiler köylerde Kuran okumaya başlıyor. Bu asimilasyonla beraber kadına bakışta da ilerleme değil gerileme gerçekleşiyor.”
Öz, erkek egemen sistemin sonuçta her yerde olduğunu söylüyor. “Alevi kadınların özgür olduğu bir yalan. Sanki özgürlük mücadelesine ihtiyaçları yokmuş gibi bir noktaya çekiliyor kadınlar ama değil. Kadın her yerde kadın.”
Öz, Alevilerin siyasi arenadaki zayıflığını şuna bağlıyor.
“Alevilerin kafası hep nereden geldim, ne kadarım, ne kadar katliama uğradım, nasıl geldim gibi konularda. Bunlara kafa yoruyor ama şu an ne oluyor, gelecekte ne olacak kısmıyla ilgili ciddi siyasi zayıflık var.
“Sonuçta devlete karşı iki yerden mücadele etmeye gücü yetmeyen Kürt Alevileri, Kürt kimliğinden vazgeçerek hayatta kalmaya çalıştı. Özellikle Kürt coğrafyasının sınırında yaşan Aleviler ciddi asimilasyona maruz kaldılar, göçlerle, katliamlarla yaşadıkları coğrafya boşaltıldı.”
Sistemin çabası
Selva Oruç, ayrımın kurumlardaki işleyişinden bahsediyor.
“Benden olmayana iş verilmiyor, atanmıyor. Askeriyede bile Alevi olanlara üst rütbe verilmiyor, düşünebiliyor musunuz? Yüksek Askerî Şûra’da (YAŞ) kimler ihraç ediliyordu eskiden? Dindar olanlar, Aleviler ve solcular.”
Oruç’un, bugünkü Alevi devlet politikası üzerine örneklerle anlattığı tablo şu şekil:
“Şaibeli Reyhanlı patlamalarının ardından, ölen insanları ‘52 Sünni vatandaşımız’ diye mezhepleri üzerinden tanımlayan, her fırsatta kararlarını beğenmediği hâkimlerin Aleviliğinden dem vuran, Esad’a saldırırken dahi bunu ana muhalefet partisi CHP liderinin mezhebi üzerinden yapan AKP’nin Alevi çalıştaylarını samimi bulmak mümkün mü?
“Aleviliği yalnızca Hz. Ali’yi sevmeye indirgeyip ‘Ben de Aleviyim’ derken, daha birkaç yıl önce Samandağlı Alevi din adamlarına neler yapıldığını biliyoruz. Alevi dedelerini hacca götüreceksin, ama cemevlerini ibadethane saymayacaksın. AİHM kararlarına rağmen adı din dersi olan ve aslında yalnızca Sünni Hanefi İslam yorumundan başka bir şey olmayan zorunlu din derslerine devam edeceksin…
“Diyanet İşleri Başkanlığı tüm itirazlara rağmen öylece orada durup, trilyonluk bütçelere hükmedecek. Yüzlerce çalıştay yapılsa da bu sadece sistemin kendi Alevisini yaratma çabası olacak.”
Ayten Aslaner ise bugüne kadar hiç dikkat etmediğim önemli bir detayın aslında ne anlama geldiğini fark ettiriyor.
“Eve gazete girdiğinde önce erkek okur, kadın o şansa sahip olmuyor. Kadın sofrayı düzenlemek, evi toplamak, iş yapmak zorunda, bunlardan zaman kalırsa alır, okur gazeteyi.”
Yine “kadın her yerde kadın”ı dedirtiyor bu satırlar.
Aslaner, cellat-aşk ilişkisiyle Stockholm Sendromu teşhisini destekleyen örnekleri sıralasa da bunun “Şafiilik algısının” yıkılması ve “Şafii Kürt fobisinin ” geçmesi ile değişeceğini düşünüyor:
“Düşünün ki hep sosyal demokratları desteklediler ama sosyal demokratlar döneminde katledildiler ne yazık ki.
“Sivas katliamında Erdal İnönü başbakan yardımcısıydı. Maraş katliamı Ecevit döneminde oldu, 37-38 Dersim katliamlarını CHP yaptı. Bazı Aleviler bunu kabul etmez. Dersim’de Atatürk hastaydı! Oysaki 1937-38 günlük gazetelerinde ‘M. Kemal Paşa Diyarbakır’a geldi’, ‘Singeç Köprüsü’nün açılışını yaptı’ manşetleri var. Hem de Seyit Rıza’ların idamının beklendiği günlerde.
“Dersimli Kılıçdaroğlu, Dersim katliamında katledilen soyunu unutarak, kökenlerini Akşehir’e bağladı, kendisini de Türkmen yaptı.
“Hani beyinler, zihinler bu kadar dondurulunca işimiz zor. Kürtlere mi vereyim diyor, zaten en büyük korkuları Şafii Kürt fobisi.
“Orada da Alevilerin ve Şafiilerin karşılıklı bir şeyler yapması lazım. İdris-i Bitlis ile Yavuz Sultan Selim’in işbirliği ile Alevilerin katledilmesine dayanan bu korkutucu Şafiilik algısı yıkıldığı zaman birleşme olacak diye düşünüyorum.”
Cumhuriyet politikası
Nevin Kamilağaoğlu şöyle devam ediyor: “Alevileri canlarından bezdirdi Osmanlı. Alevilerin başına getirmediği katliam kalmadı. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra yeni cumhuriyeti kurtuluş olarak gördü Aleviler. Osmanlı zulmünü bitecekmiş gibi gördü ve cumhuriyete sıkıca sarıldı.
“Cumhuriyet onlara göre yeniyi, sekülerizmi temsil etti. Katliama uğramayacaklarını düşündüler. Şeriat olmayacaktı. Çünkü hilafet ortadan kalkmıştı. Tekkeleri de kaldırdılar. Türkiye devleti 1909’dan beri önüne ulus devlet projesini koydu ve dedi ki Aleviler benim için sıkıntı. Ben diğer milletleri, azınlıkları, gayrimüslimleri ortadan kaldırırım ama sayısal olarak Aleviler çok, bunları kaldıramam. Bilinçli bir devlet politikası.
“Ve arkasından ne yaptı? İkiyüzlü bir politika izledi. Bir yandan Alevilere şirin gösterdi kendini. Kıyafet devrimi, hilafetin kaldırılması gibi birtakım değişiklikler yaptı. Bunları yaptığı gibi 1925’de tekke zaviyeleri kaldırma kanununu getirdi. Tüm Alevilerin tekkelerini, dergâhlarını kapattı, mal varlıklarına el koydu, devletleştirdi.”
Ezgi Göçmen’in anısıyla bitireyim.
“İlkokula gittiğim yıllarda çok zorlanmıştım. Evdeyken böyle muhabbetler yoktu. Alevi Sünni ayrımını okula gidene kadar bilmiyordum. Okulda duyduğumda rahatsız olmuştum. Bana o ayrımı öğretmediler çünkü. Okulda bana anlatıyorlardı, iğrençler, Aleviler yok banyo yapmazlar, yok şöyle, yok böyle diye. Ben de ‘Allah Allah bunlarda kimmiş böyle’ diye merak ederek o gün öğrendim kendimin Alevi olduğunu.
“Alevi olduğumu öğrenince ‘A ben böyle bir insan mıyım?’ diye çok üzülmüştüm. Ondan sonra başladı artık o insanlara kızmak yerine onlara kendimizi anlatmak. Bak biz böyleyiz aslında siz bizi bilmiyorsunuz.”
Sır İçinde Sır Kalanlar kitabı için konuşan kadınları okumak zihin açıcı. Gülfer Akkaya ve emeği geçen herkese şimdiden teşekkürler. (FG/YY)