Doğup büyüdüğüm memleketim Hakkari’deydim. Geçen haftaki yolculuğumda bana, ABD ve Hollanda’dan gelen iki kadın gazeteci yazar meslektaşım eşlik etti.
Meslektaşlarım yıllardır Hakkari’yi ziyaret etmek istemelerine rağmen yaşanan çatışmalı süreçten dolayı gelememişlerdi. Barış sürecini fırsat bilerek Washington’dan sırf Hakkari’yi görmek, gezmek ve incelemek için gelen “Kan ve inanç” kitabının yazarı olan, aynı zamanda New York Times gibi tanınmış gazetelerde köşe yazarlığı yapan değerli gazeteci yazar Aliza Marcus ve Holanda’da daha önce beş kitap yazan ve yeni yazacağı kitabı Hakkari’de geçecek olan Jesika, bilgisi ve deneyimi ile bölgeye hakim olan serbest gazeteci Ercan Öksüz ile birlikte Hakkari’de sümbül dağının eteklerinde buluştuk.
Hakkari yoluna koyulduğumuzda bile bambaşka duygulara kapılmamak elden değil. Dağların art arda dizilişi, sanki bir ressamın parmaklarının arasından süzülmüş bir tablodan ibaret. Yollar, delinmiş dağların arasından geçiyor. Ve ne yazık ki yıllar geçse bile yol çalışması halen devam ediyor.
Hele Zap suyunu ve vadisini anlatmak için yeterli kelime üretilmemiş. Onca can almasına rağmen öyle asil süzülüp akıyor ki, ona bakıp da dalmamak ne mümkün. Tam Sümbül dağının eteklerine geldiğinde işte orada kopar insan, çünkü artık dağların, acıların, hüzünlerin, umutların ve direnişlerin kentine giriş yaparken sanki başka bir dünyaya ayak basıyorsunuz.
Hakkari kent merkezine daha önce gelmek istediğinde en az 3-4 arama noktasından geçmek zorunda kalıyordunuz. İnanmak zor ama barış sürecinin oluşturduğu olumlu etkiyle hiçbir yerde durdurulup devletin sana verdiği kimliği sormuyorlardı. İlk doğduğumdan bu yana ilk defa kimliğimiz bu kadar cüzdanda duruyordu. Daha önceki yolculuklarımızda beş dakikada bir kimlik kontrolü yapıldığından dolayı kimliğimizi cüzdana koyma gereği duymuyorduk. Ta ki süreç değişine kadar.
Van’dan Hakkari’ye gelene kadar hiçbir arama noktasında durdurulmadık ama hiçbir yerde kalmayan sadece Hakkari’ye özel güvenlik önlemleri gözümüze çarptı. Hakkari’ye özel olarak her mahalle girişinde, her sokak başında ve şehir merkezinde panzerler durmaya devam ediyordu. Bu durum gazeteci arkadaşların da çok dikkatini çekti.
İlk durağımız, Hakkari’yi en güzel görebileceğimiz Gazi mahallesi oldu. Oradan Sümbül dağını ve Hakkari’nin eşsiz manzarasını doyasıyla izledik. Hakkari’nin eşsiz manzarasını izlemeye doymadan Hakkari Belediyesine geçtik. Belediye meclis üyeleriyle kısa bir selamlaşma ve görüşmeden sonra Hakkari’de ilk defa kadın belediye başkanı seçilen Hakkari Belediye Eş Başkanı Dilek Hatipoğlu ve Belediye Eş Başkanı Nurullah Çiftçi ile görüştük. Hakkari’de kadın belediye başkanıyla çok şey değişmiş, kent merkezindeki çiçek figürleri bunun en büyük örneği. Kent merkezinden yaşayan vatandaşlara sorduğumuzda da kentte yaşanan su sorunu dışından herkes kadın eş başkandan epey memnun görüyor. Eş Başkan Hatipoğlu, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen halkın taleplerine cevap bulmaya çalıştıklarını ifade ediyor.
Daha sonra yabancı gazeteci arkadaşlarla Hakkari’de yaklaşık 3 yıldır kültür faaliyetleri yürütülen Faqre Teyran Kültür merkezine gittik. Orada, gençlerin zamanlarını dolu dolu geçirdikleri, kültür etkinliklerinin yapıldığı odalarını yakından gezdik. Hakkarili gençleri kendi öz değerlerine, kültürlerine sahip çıkarak kültür merkezine yoğun ilgi göstermesi bizleri mutlu etti.
Kentte yaşanan eylemlerin dışından düğünlerden bahsetmemek olmaz. Gittiğimiz gün hafta sonu olması itibarıyla kentin birçok mahallesinden düğün sesleri duyuluyordu. Bir yandan yerli kıyafetlerle kadınlar düğünlere giderken, öte yandan Sümbül dağının doruklarında helikopterlerin sesi düğün sesine karışıyordu. Hakkari’nin çiçek kokan ve ters lale figürlü ışıkları altında sokaklarını dolaştık. Orada da Hakkarili basın emekçileriyle buluştuk uzun uzun sohbet ettik. Sümbül dağının ve Hakkari’nin en güzel göründüğü Valilik parkına çıktık. Valilik parkında, “bir kaçak çay bin derde deva derler.” Bizde orada birer bardak kaçak çay içtik.
Sonraki gün hep beraber koyulduk Gever yoluna. Gever’de dolaştıktan sonra kentin yoğunluğunun ardımızdan bırakarak Şemdinli’ye doğru yola çıktık. Şemdinli’nin essiz büyüleyici duruşu başka anlamlar verir insana. Hele o manzarası gerçekdışı adeta. Şemdinli ormanları operasyonlardan ve çatışmalardan dolayı tahrip edilmesine rağmen insanı büyülemeye devam ediyor. Yıllarca savaşında içinde yaşayan Şemdinli halkı duruşuyla, azmiyle halen direnişin kalesi gibi dimdik ayakta duruyor.
En son Şemdinli’ye gittiğimde top sesleri ve barut kokusu vardı. İnsan bir dakika bile orada kalmaya tahammül edemezken orada yaşayan binlerce yürekli insan vardı. Evet zor zamanlar geçirdiler ama şimdi en güzel şekilde doğayla iç içe yaşıyorlar. Göç edenler de artık geri dönüyor. Halkın memleketine geri dönmesi çok güzel bir gelişmeydi. İş yerleri artmış, ticaret yapılıyor, kadınlar yöresel kıyafetleriyle dolaşıyor ilçe merkezi cıvıl cıvıl adete bir huzur kokusu var. Ve insanlar mutlu.
Şemdinli’ye ilk gittiğimizde beraber cezaevinde kaldığımız DBP Kent Sözcüsü ve aynı zamanda Şemdinli Belediye Başkanı Seferi Yılmaz’ın eşi Pınar Yılmaz’la görüştük. Uzun süre sonra Pınar’ın sohbetiyle kent sorunlarını, çalışmalarını dinledik. “Şemdinli değişti, Şemdinli artık bambaşka bir kent oldu” diyor. Bu yönde çalışmaları da devam ediyordu.
Şemdinli’nin simgesi haline gelen Umut Kitapevi’ne de gittik. Bilindiği daha önce Umut Kitapevine bombalı saldırı yapılmış bir yurttaş yaşamını yitirmiş, bomba atanlar halk tarafından suçüstü yakalanmışlardı. Burası aslında patlamadan sonra kapatılmıştı. Geçen yıl patlamanın yıldönümünde tekrar açılışı yapılmış. Kitapevi de yeniden restore edilmiş ama tavandaki patlama izleri ve yerdeki bomba izlerine hiçbir şekilde dokunulmamış.
Özellikle dikkat çeken bu iki detayın yanında kitapevinde kanlı kitaplar, delinmiş çaydanlık, yırtılmış kitaplar da sergileniyor. İnsanın tüylerini diken diken eden ve anlam yüklü kitapevinde Şemdinli Belediye Başkanı Seferi Yılmaz’la yaptığımız sohbetin ardından orada fotoğraf çekip ve birer kitap alarak ayrıldık. Şemdinli’de gezilecek çok yer vardı. Sıcak iklimi sayesinde yetiştirilen üzümleri dalından koparıp yedikten sonra Şemdinli’ye gidip de ünlü Şemdinli balını ve tütününü almamak ayıp olurdu.
Meskan dağı ve diğer dağların arasından ayrılırken, gece olduğu için asker bizleri durdurup cüzdanlarımızda olan kimlikleri istedi bizden.
Şemdinli gezintimizin ardından yine Hakkari’ye döndük. Oradan birkaç köy dolaşıp yöre halkı ile görüştük.
Herkes barış sürecinden memnun ama yine temkinli. Her an bir sorun olacak da barış süreci bitecek diye düşünmeden edemiyorlar tabii. Herkesin tek dileği var, barışın kalıcı ve devamlı olması. (HÇ/AS)