Geçtiğimiz cuma günü, Amed zindanına bir görüşçü olarak gittim. 2005 yılından bu yana Amed zindanında tutuklu olan, Hakkari halkı için önemli bir isim olan Musa Çiftçi’yi görebilmek için yeniden demir parmaklıkları arasında bir görüş kabininde görüştük.
Amed zindanı adıyla işkenceyi andıran ve duruşuyla bir zaferin bir varoluşun açık ve net yaşayan tanığıydı. Amed zindanı kentin epey uzağına taşınmış içerdekilere cezaevi, olduğu gibi içerdekilerin yakınlarına da ceza olsun diye kurulmuş adeta.
Diyarbakır cezaevinin girişinde olmak, bir yandan tarihi itibarıyla, anlam ve duygu yoğunluğu yaşatırken, öte yanı anlamsızlıklarla dolu bir taş duvar ve demir yığınından başka bir şey değildi.
Görüş için içeri alındık; ancak ailelerin bekleme yeri adeta bir buz haneyi andırıyordu. İçerisinde oturabilecek bir sandalye bile konulmamış. Her şey işkence gibi geliyordu insana.
İlk girişinde asker ve gardiyanlar üzerimizdeki tüm metal takıları, Kemerlerimizi çıkartmamızı söyledikten sonra, ilk kimlik kontrolü başladı. Ardında bir tane daha, bir tane daha ve en son göz kontrolü ve parmak izi alımının ardından yedi arama ve sorgulamadan sonra nihayet bir numara vererek cezaevinin demir kapısının açılma sesi geldi.
Kapalı görüş olduğu için tüm tutsakların aileleri gelmemişti. Buna rağmen cezaevinin koridorları hüzünlü ve gururlu bakışlar içerisinde, heyecanlı tutsak yakınlarıyla doluydu.
Ben iki yıl boyunca hep içerde görüş heyecanı yaşarken, şimdi dışarıda bu heyecanı başka bir anlam vererek yaşıyordum. Şimdi anlıyorum ki içerisi bekleyişten işkence olur, dışarısı da görüşçü olmak, görüşe geliş işkenceden ötede bir şey oluyor.
Bizden önce gelen ilk tutsak yakınları kabinlerde görüş yapıyorlardı. Bizde bir setten fazla orada bekledikten sonra görüş için yerlerimizi aldık.
Her görüş kabininde beş görüş yeri vardı. Kabinlerde yarım metreyi bile bulamayan bir kalın camdan ve dört parmak arayla kalın demir çubuklar konulmuştu. Her görüş yerinde bir oturak ve görüşte yapılan konuşmaların cezaevi yetkililer tarafından kayda alındığı bir telefon vardı. Biz oturduktan sonra tutsaklar geldi.
Yıllar sonra görüş kabinin diğer tarafında görüşçü olabilmenin derin hissiyattı içinde bu defa yandı yüreğim. Yer yer kafam beni cezaevinde olduğum anlara götürüp, esaretin acı kokusunu hissettirse de bu defa bir görüşçüydüm.
Musa Çiftçi BDP genel merkezi PM üyesiydi. Bu nedenden dolayı 2008 Nisan ayında tutuklanmıştı, bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra 2009 yılında tahliye olmuştu. Dışarıda 3 ay bile kalmadan 2009 yılında KCK Şırnak ana davasından tutuklanarak Diyarbakır cezaevine konuldu. Üç çocuk babası olan Çiftçi’nin çocukları birçok Kürt çocuğu gibi babalarını doğru düzgün göremeden büyüdü ve büyümeye devam ediyorlar.
Nihayet diğer tutsaklar gibi Musa Abi de görüş kabinine geldi. Aradan beş yıl sonra demir parmaklıklar arasında gözlerim gözlerine değdiğinde onu ne çok özlediğimi ve canımın ne kadar yandığını hissettim.
Öyle bir duygu ki tarifi imkansız. En son onu gördüğümde saçları siyahtı. Şimdi saçları bembeyaz olmuştu. İçindeki alevlerin tek ve en belirgin göstergesiydiler sanki. Gözleri hala eskisi gibi anlam yüklüydü. Bedeni yıllarında yorgunluğunu gösterse de barışa, huzura duyduğu umudu hep taptazeydi. Onu gördüğümde gözlerimdeki yaşlara mani olmadığım gibi göz yaşlarım bir süre sonra boğazımda bir düğüm olup yüreğimin ateşini aşikar etti, ben istemesem de…
O benden önce tutuklanmıştı ve benden önce çıkmasını bekliyordum. Onu, ben görüşçü olarak yazacaktım; ama o beni görüşçü olarak yazmıştı. Onu gidip davulla zurnayla cezaevinden çıkışını hayal ederken, zindan da kahrolasıca demir parmaklıklar arasında görmek canımı çok yakmıştı.
O görüşte gördüğüm bir tek Musa Çiftçi değildi, Diyarbakır İnsan Hakları Derneği Başkanı Muharrem Erbey’le de görüştüm. O da çok moralli ve umutluydu. Mücadele her yerde mücadeledir diyorlardı.
Musa Çiftçi ve Amed zindanında bulunan tüm tutsakların selamı var dışarıdaki herkese. Selam söyle Halka, Hakkari’ye, dağlara, taşlara, göllere… Barışa selam söyle dediler. (HÇ/HK)