Kendi rutininde süre giden bir hayatı ikiye bölü verir o illet hastalık.
Hiç beklenmediği bir anda ortaya çıkması yetmezmiş gibi, sardığı kişiyi ve onun çevresindeki tüm sevdiklerini bilinmezliğe sürükler.
İnsanın bedeninin iyilik halini bozar.
İnsanın ruhunun iyilik halini bozar.
İnsanın toplumsallığının iyilik halini bozar.
Tedavi süresi uzun, meşakkati fazladır.
Hastalık sürecinin her evresinde ortaya çıkan farklı sorunlara hasta ve sevdikleri farklı tepkiler verir, farklı savunma mekanizmaları geliştirir.
İlletin varlığı ilk öğrenildiğinde başkalarına açıkla(ya) mayıp, –yoksa utanırlar mı?- kabuklarına çekilirler.
İsyan, öfke ve kızgınlık aşamasındayken “Neden ben?” diye sorar hasta. “Neden benim sevdiğim?” diye sorar sıkça hasta yakını.
İllet hastalığın tedavisi için yapılacaklar bellidir.
Hastane. Doktor. İlaç. Eczane. Tahlil. Ameliyat. Kemoterapi. Beslenme.
İllet hastalığın saçların dökülmesine, iştahsızlığa, zayıflamaya, halsizliğe yol açacağı bilinir.
Katlanılır çaresiz.
İllet hastalık korku, kaygı ve tedirginlik yaratır, doğası gereği.
İlleti tanıyıp, tedavisini öğrendiklerinde, iyileşenler olduğunu görüp duydukça, korkuları hafifler (mi?) bir nebze.
Yaşanan sosyal güvenlik ve ekonomik boyutlu sorunlara duygusal travmalar eşlik eder.
Çaresizliğin insanı tükettiğini anlayıp, illetle birlikte yaşamayı kabullendiklerinde alınganlık, kırılganlık ve hassasiyet duyguları güçlenir.
Hasta ve sevdikleri illetin adını ağzına almama oyunu oynadıkları bu süreçte küçük kandır(ama)macalar da girer devreye.
En çok lazım olan; sabır ve ille de umuttur artık.
Söylenebilecek tüm sözcükler tükendiğinden karşılıklı susulur.
İlletin sardığı hasta “Gün sona ermeden önce/ Benim bu arzumu yerine getirmelisin/ Yalnız bir defa için,/ Bahar çiçeklerini/ Beraberce toplamağa gidelim.”(*) demeye çalışır sevdiklerine. Beceremese de bir türlü.
Kolay değildir çünkü “Senin bahçene/ İlkbahar ayları/ Tekrar tekrar gelecekler.“ diyebilmek.
Hasta yattığı yerden hayatın onca yıllık muhasebe defterlerini raftan indirip, tek tek tüm kalemleri gelir –gider babında inceler bu süreçte. “Günlerim!/ Boşuna geçip gittiler/ Onları ihmal ettim.” pişmanlığını yaşarken de çok yorulur
Sevdiklerinin verdiği sosyal destekle hastanın -belli bir oranda- stresi azalır, ruhsal ve fiziksel sapmaları daha çabuk giderilir belki ama; hasta yakınlarının da duygusal desteğe gereksinimi olduğu düşünülmez hiç.
Sevdiği yanı başında “Ansızın bugün/ İkindi aydınlığında / Gözlerimin/ Seninkilerle buluştukları anda/ Daha fazla zamanın/ Olmadığını anladım.” derken...
Yakınları onun hayatına gün katamayacağından, günlerine hayat katmak için çırpınırken, kendilerinin de tükendiğini -çoğu kez- bilemez.
Gözünün önünde eriyen ve “En son baharımın günlerini/ Büyük bir sabırsızlıkla/ Saymaktayım./ Ey sevgili!/ Korkma!/ Senin çiçekli bahçelerinde/ Uzun zaman duracak değilim“ diyen hasta için -zaten sınırlı olan- yapılabilecekler yapıldığından, elinden başka bir şey gelmeyen yakınlarına –sessizce- isyan etmek düşer.
Ve...
“Gül sevdiceğim!/ Tatlı kahkahalarla gül./ Ve sonra/ Sincabın ardından/ Onu korkutmak için koş.“ denilemeyeceğini, onu artık çiçekli bahçede ağırlayamayacağını kabullenmek düşer.(ŞD/EÜ)
* Şadiye Dönümcü, sosyal hizmet uzmanı.
** Rabindranath Tagore: “Son İlkbahar”