*Görülmüştür filminden.
İsviçreli yazar Friedrich Dürrenmatt'ın "Gözlemcileri Gözlemleyenin Gözlemi" (1986) adlı öyküsündeki bir karakterin dediği gibi, "herkesin herkesi gözetlediği ve herkes tarafından gözetlendiğini hissettiği... devletin insanları gözetlemek için gittikçe daha karmaşık yöntemler icat ettiği... devletin bireyden ve bireyin devletten her geçen gün daha fazla korkar olduğu" bir çağda yaşıyoruz.
Öyle ki "günümüz insanını en iyi tanımlayan ifade 'gözetim altındaki insan' olsa gerek."1
Modern kapitalist toplumlarda gözetimin en etkili kontrol yöntemi haline geldiğini söyleyen Michel Foucault, aynı düşünceyi şu sözlerle ifade eder: "Modern iktidar, büyük gözaltıdır." Panoptikon metaforunda cisimlenen modern iktidarın gözetim mekanizmalarından kaçış yoktur.2
Gözetim ağının küçük halkası
Bisiklet (Bisqilet), Musa ve Dondurma gibi kısa filmleriyle tanınan Serhat Karaaslan'ın, cezaevi mektup okuma komisyonunda görevli bir gardiyanı konu alan ilk uzun metrajı Görülmüştür (2019), gözetleme ve gözetlenme üzerine bir film.
Başkarakterimiz Zakir'in görevi, mahkumların mektuplarını okuyup "sakıncalı" görülen yerleri karalayarak sansürlemek -özellikle de mahkumların maruz kaldıkları hak ihlallerinden, kötü muameleden ve işkenceden bahsettikleri bölümleri.
Filmin açılış sahnesinde Zakir'in bir mahkum mektubunda yazan "hastanede kelepçelerimi çıkarmadılar" ve "işkence yaptılar" cümlelerini karaladığını görüyoruz.
Dolayısıyla Zakir, iktidarın devasa gözetim ağının küçük bir halkası, sansür mekanizmasının çarkında bir dişli.
Yönetmenin dediğine göre filmin çıkış noktası, cezaevindeki bir yakınından aldığı, bir bölümü hiç okunmayacak şekilde karalanmış bir mektup.
Yönetmeni, mektupları sansürleyen insanlar hakkında düşünmeye sevk eden işte bu karalamalar olmuş. Bu da gösteriyor ki mektup karalama uygulamasının birbirine zıt iki işlevi var aslında:
Bir yandan bilinmesi, duyulması istenmeyen gerçeklerin cezaevinden dışarıya sızmasını önlerken öte yandan devletin sansür mekanizmasını büsbütün görünür kılıyor. Mektuptaki karalamalar, gizlemeye hizmet ettiği hak ihlallerinin somut birer kanıtı olup çıkıyor çünkü.
Şiddete kör ve sağır
Zakir ve diğer komisyon üyelerinin mektupları sansürleyerek görünmez kılmaya çalıştığı cezaevindeki şiddet, arka planda yer yer hissedilse de doğrudan kadraja girmiyor.
Bir seferinde siyasi tutsakların hücrelerin kapılarını yumrukladığını işitiyoruz. Hemen akabinde kamera, koridorda koşuşturan polislere kesiyor, ama hepsi o kadar. Film boyunca gördüklerimiz hep Zakir'in bakış açısıyla sınırlı.
O da mahkumlara uygulanan şiddete kör ve sağır. Yaptığı iş de bunu gerektiriyor zaten. Ne de olsa o, Devletin Baskı Aygıtlarının bir parçası.
Hem de işini öyle benimsemiş ki yeri geldiğinde şiddete başvurmaktan, yerde yatan savunmasız bir mahkumu tekmelemekten geri durmuyor.
Öte yandan Zakir'in yaratıcı yazarlık kursunda tanıştığı Emel'e ilk başta gerçeği söylemekten kaçınıp kendisini vergi dairesinde çalışan bir memur olarak tanıtması, yaptığı işten utanç duyduğunu ele veren bir ipucu.
Ne içeride ne dışarıda
"Mahkumların hayatı size ilginç gelebilir, sakın ola ki kendinizi kaptırıp ucuz kahramanlıklara kalkışmayın." Mektup okuma komisyonunda işe yeni başlayanlara eğitim veren kıdemli gardiyandan işitiyoruz bu sözleri.
Onun filmin başındaki bu uyarısı, ileride olacakların da habercisi aslında: Zakir, okumakla görevli olduğu mektupların birinden çıkan fotoğrafta gördüğü güzel bir kadına ilgi duyacak ve zamanla takıntı haline getirdiği kadının kurtarıcısı rolüne soyunacak.
Bu açıdan Zakir, Konuşma (The Conversation, 1974) ve Başkalarının Hayatı (Das Leben der Anderen, 2006) filmlerinde işi gereği gözetlediği kişilerin hayatına kendini kaptıran, onlara yardım etmenin yollarını arayan, bu yüzden de hayatı raydan çıkan karakterleri anımsatıyor.
O gözetlerken başkaları da onu gözetliyor
Zakir, görüş günlerinde hapisteki kocasını ziyarete gelen - adının Selma olduğunu öğrendiğimiz- kadını gözetlemeye başlıyor, hem de öyle gizli gizli değil, fark edilmekten çekinmeden. Bununla yetinmeyip Selma'nın hapisteki kocasını da göz hapsine alıyor.
Zakir, gardiyan konumunun sağladığı imkanlar sayesinde hem Selma'yı hem kocasını dilediği gibi gözetleyedursun başkaları da onu gözetliyor: İş arkadaşları, güvenlik kameraları, hatta muhtemelen bir de sivil polis.
Zakir, işe yeni giren gardiyanların herhangi bir örgüt bağlantısı olup olmadığının araştırılması için peşlerine sivil polis takıldığını işittiğinden beri hep diken üstünde. Akşamları sokakta yürürken devamlı dönüp arkasına bakarak takip edilip edilmediğini kontrol ediyor.
Herkesi anbean izleyen güvenlik kameralarıyla donatılmış hapishanede sadece mahkumlar değil, gardiyanlar da sıkı bir gözetim altında.
Film, zaman zaman güvenlik kamerası görüntülerine kesip Zakir'i gözetleyen o isimsiz, görünmez, yaşamın her alanına sızmış iktidarın varlığını hissettiriyor.
Zakir, Selma'ya duyduğu saplantılı ilgi yüzünden cezaevi kurallarını çiğnemeye, yetkisinin sınırlarını aşmaya başladığında da güvenlik kameraları kayıtta.
"Ne iş çeviriyorsun sen?"
Zakir, görüş günleri Selma'yı yakından görmek, kocasıyla neler konuştuğunu duymak için girmemesi gereken yerlere girip dinlememesi gereken konuşmaları dinliyor.
Bu yaptıkları, onu gözetleyen meraklı gözlerden kaçmıyor elbette. Öyle ki sonunda Zakir, iş arkadaşlarından birinin "ne işler çeviriyorsun sen?" sorusuna muhatap oluyor.
Kısacası Zakir, kurallara riayet etmeyip, iş tanımının dışına çıkınca birden potansiyel bir tehdide, bir şüpheliye dönüşüyor.
İşteyken her daim gözetim altında olan Zakir, evde de annesinin gözetimi altında. Annesinin hep kilitli tuttuğu demir kapıdan geçerek girdiği ev de bir hapishaneden farksız.
Üstelik şahsi yazılarını okuyarak mahremini ihlal eden, eve giriş çıkış saatlerini kontrol etmeye yeltenen annesi, Zakir'e adeta bir gardiyan gibi davranıyor.
Zakir gece dışarı çıkmak istediğinde annesi cebinde sakladığı demir kapının anahtarını gönülsüzce çıkarıp veriyor. Üstüne üstlük, "bu gece çıkmalarını adet haline getirdin," diyerek onu azarlıyor.
Gelgelelim bütün hayatını evde oturup dizi seyretmekle geçiren anne de bir tutsak aslında. Onu annelik rolüne hapseden ataerkil toplumun cinsiyetçi yapılarının tutsağı o da.
Kocası hapse girdikten sonra kayınpederinin evinde adeta hapis hayatı yaşayan Selma da tutsak.
Selma'nın yüzünü hep görüş kabinindeki tel örgülerin arkasından görmemiz, bu izlenimi pekiştiriyor.
Neticede bütün bu tutsaklıklar, aile kurumunun bireyin hayatını denetleyen bir mikro-iktidar odağı olduğunu açığa vuruyor.
Neredeyse baştan sona dar, kapalı mekanlarda geçen film, klostrofobik kadrajları ve çerçeve içine sıkışıp kalmış karakterleriyle sadece cezaevindeki mahkumların değil, dışarıdaki insanların da aslında tutsak olduğunu vurguluyor.
Kendi hikayesinin kahramanı
Habire cinsiyetçi, homofobik, bel altı şakalar yapan iş arkadaşlarına kıyasla daha bilgili ve duyarlı görünen Zakir, yazar olmaya heves eden bir edebiyat meraklısı aynı zamanda.
Başkalarının yazdıklarını karalayarak hayatını kazanan birinin mesaisi bittiğinde eve dönüp hikayeler yazması ilginç bir tezat oluşturuyor.
Zakir'in Selma'ya ilgi duymasına vesile olan da esasen katıldığı yaratıcı yazarlık kursundaki eğitmenin verdiği bir ödev:
Herkes hayal gücünü harekete geçiren bir fotoğraf bulacak ve onun öyküsünü yazacak.
Zakir de Selma'nın fotoğrafından ilhamla "kocası hapiste olan güzel kadın"ın öyküsünü yazmaya başlıyor.
Dolayısıyla Zakir'in, hakkında doğru dürüst hiçbir şey bilmediği, hayat hikayesine vakıf olmadığı Selma, Zakir'in kafasında yarattığı kurmaca bir karakterden, bir fanteziden ibaret.
Film boyunca Selma'nın sesini neredeyse hiç duymadığımız için hep de öyle kalıyor; yaşayan, soluk alan bir karaktere dönüşmüyor hiçbir zaman.
Yönetmenin dediğine bakılırsa bilinçli bir tercih bu.
"Selma'nın fotoğraftaki kadın, Zakir'in kafasındaki hayal olarak kalmasını istedim," diyor yönetmen.3 Ne de olsa filmde anlatılan Selma'nın değil, Zakir'in hikayesi -daha doğrusu Zakir'in Selma hakkında yazdığı hikayenin hikayesi.
Kadına kurban, kendine kurtarıcı rolü
Zakir, yazdığı hikayede Selma'ya o pek bildik "yardıma muhtaç, başı dertte genç kadın" (damsel in distress) rolünü yakıştırıyor.
Ortaçağ şövalye anlatılarından tutun da Hollywood filmlerine kadar erkeklerin yazdıkları hikayelerde kadına düşen rol hep bu.
Böylece Zakir, genç ve güzel kadına kurban rolü biçiyor, kendisine de kurtarıcı. Selma'nın kocası alt edilecek bir rakip, kayınpederiyse hikayenin kötü adamı.
Aslına bakılırsa kayınpederin gelinini taciz ediyor olabileceğini ilk olarak dile getiren kişi Zakir değil, mektup okuma komisyonunun tek kadın üyesi Gülten.
Gülten bu olasılığı, Selma'nın kayınpederinin baskısından yakındığı mektubun satır aralarını okuyarak, bilhassa "evde mahremim yok" sözünden yola çıkarak ortaya atıyor.
Bu noktadan sonra Selma'nın aile içi cinsel taciz mağduru olduğuna kanaat getiren Zakir, gerçeği açığa çıkarmanın, ne yapıp edip Selma'yı kurtarmanın yollarını arıyor.
Kafanda kurduğun hikayeye kaptırmak
Burnunun ucundaki şiddete gözünü kapatan, mahkumların mektuplarını sansürleyerek yaşadıkları mağduriyetleri örtbas eden Zakir'in, kafasında kurduğu hikayeye kendini kaptırıp gerçekliğinden tümüyle emin olmadığı bir taciz vakasını açığa çıkarmak için çırpınması son derece ironik.
Neticede film, toplumda çok yaygın olduğu halde hep üstü örtülen, dile getirilmekten kaçınılan aile içi cinsel taciz ile cezaevindeki baskı ve şiddeti Zakir karakteri üzerinden bu şekilde yan yana getirerek bu şiddet türlerinden sadece birine karşı çıkıp diğerini görmezden gelmenin ne kadar tutarsız bir tavır olduğunu gösteriyor.
Selma'yı görüş günlerinde gözetlemekle yetinmeyen Zakir'in çok geçmeden dedektif rolüne soyunup onu takip etmeye başladığını, hatta mahallesine kadar gidip evinin karşısında nöbet tuttuğunu görüyoruz.
Aslında Zakir'e bu aklı veren yazarlık kursundan arkadaşı Emel'den başkası değil. Dedektif romanlarına meraklı, Agatha Christie hayranı Emel, "ben senin öykünü yazacak olsam," diyor bir seferinde, "dedektiflik yaparım, takip ederim, mahallene girerim.
Bir bahaneyle evine girerim." Selma'yı adeta bir dedektif gibi izleyen Zakir, kendisine "kahraman" ve "kurtarıcı" rollerini yakıştıradursun Selma'nın ona şüpheyle baktığı, hatta ondan korktuğu her halinden belli.
Paranoyak ve saplantılı mı?..
Sonunda Zakir'in Selma'nın sırrını çözme çabası boşa çıkıyor. Kayınpederin şüpheli tavırları ailecek üstü kapatılan bir sırrın varlığına delalet ediyor etmesine, ama bu sırrın ne olduğuna dair kesin bir bilgiye ulaşamıyoruz.
Selma'nın haline tavrına, vücut diline ve kayınpederine karşı takındığı tavra bakarak hangi sonuçlara varabiliriz?
Görülmüştür, gözetleme ve gözetlenme üzerine olduğu kadar gördüklerimizi nasıl algıladığımız ve nasıl anlamlandırdığımız üzerine bir film aynı zamanda.
Zakir, kendi kafasında kurduğu mağduriyet hikayesini gerçek zanneden paranoyak ve saplantılı biri mi, yoksa sahiden de örtbas edilen bir aile içi cinsel taciz vakası mı söz konusu?
Selma dile gelip kendi hikayesini anlatmadığı için işin aslını öğrenemiyoruz bir türlü. Genelde kurmaca, gerçek hayattan beslenir.
Zakir ise yazdığı kurmaca hikaye vasıtasıyla hayatı anlamlandırmaya çalışıyor. Yardıma muhtaç genç kadını kurtararak kendi hikayesinin kahramanı olmaya can attığından belki de.
Kısacası filmin dünyasında gerçekle kurmaca iç içe girip birbirini besliyor. Nihayetinde yazarlık kursundaki eğitmenin adeta bir epilog işlevi gören sözleriyle noktalanıyor film:
"Yazarlar hikayelerinde metaforlar kullanır. Bu metaforların nasıl algılanacağı okuyucuya bağlıdır."
Anlatılan şey ile anlaşılan şey arasındaki farktan bahseden eğitmenin sözleri, Görülmüştür'e özdüşünümsel (self-reflexive) bir boyut katarak izleyiciyi filmden kendi yorumunu çıkarmaya ve Zakir'in hikayesini kendi kafasında tamamlamaya davet ediyor. (CL/PT)
1Friedrich Dürrenmatt, The Assignment, or On the Observing of the Observer of the Obervers, (Chicago ve Londra: The University of Chicago Press, 2008), 16.
2 Bireyleri denetim altına almak için iktidarın onları her an gözetlemesi gerekmez; her an gözetlendiklerini hissettirmesi yeterlidir. Her daim gözetlendiğini düşünen birey kontrol mekanizmalarını içselleştirir ve kendi kendini denetlemeye başlar. Bireyi kendi kendisinin gardiyanına dönüştüren panoptikon mekanizması işte böyle işler.
3 Berke Göl, "Serhat Karaaslan ile Söyleşi: Bir Hikayenin Peşinde Kaybolmak", Altyazı, Sayı 191, Eylül-Ekim 2019, 70.