En çok Başbakan'ın "Onlarla aralarına mesafe koymayanlar da bedelini ödeyecek" sözüne takıldım. Partilerinin 10. kuruluş yıldönümü etkinliklerinde diyor ki; "...Bakınız, unutmayın, artık, yine açık söylüyorum, bıçak kemiğe dayanmıştır diyorum ve bu ülkede bölücü terör örgütüyle arasına mesafe koymayanlar da bu suça iştirak ediyorlar, bunu da buradan açıklamak istiyorum ve onlar da bunun bedelini ödemeye mahkûm olacaklardır."
Açık uçlu bir tehdittir bu! Başta Barış ve Demokrasi Partili vekiller, belediye başkanları olmak üzere; Kürt açık alan siyasetinin görünür şahsiyetlerini ve kurumlarını "gösteren" bir tehdit.
Belleğim beni 1980'li yılların sonuna, yanılmıyorsam, 1988'e götürdü. O yıllar Diyarbakır'da OHAL (Olağanüstü Hal) Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu'ydu. Yine şiddetin gerildiği bir dönemdi ve devletin güvenlik politikalarının bölgesel aktörlerinden en tepedeki şahsiyet ağırlıklı olarak medyaya hitaben diyordu ki; Varsayın ki ortada yabancı bir ülke milli takımı ile maç yapan milli takımımız var. Siz bu durumda maçı izlerken tarafsız kalabilir misiniz? Tabii ki hayır, biz de bölücülere karşı bir milli mücadele içindeyiz. Tabii ki bizden yana taraf olacaksınız."
Medya, yaygın ya da değil, hakkıyla bu tarafgirliği o yıllarda ziyadesiyle yaptı. Asker kıyafetleri giyerek toplu halde, değişik gruplarla bölge gezileri gerçekleştirip sonra da yazılarını yazarak haberlerini OHAL'cilerin istediği "hal'e göre" yaptılar.
Ama görünen o ki aradan geçen yirmi küsur yıla rağmen yine aynı noktadayız. Tek farkla ama! O zamanlar parmak sallayan bölge valisiydi. Taraf olunmasını isteyen bölge valisiydi. Şimdi başbakan benzerini yapmayı yakıştırıyor.
Siyasetin bu tarz diline alışkın olanlar biliyor tabii! "Taraf olmayan bertaraf olur" sözü daha önce ekonominin patronlarına dillendirilmişti. Şimdi sıra siyasal aktörler ve siyasetin bir şekilde ilgi alanında olanlarda: Ya Kürtlerle, Kürt siyaseti ile aranıza mesafe koyarsınız ya da bedelini ödersiniz.
Güvenlik politikalarına endekslenerek Kürt meselesini şiddetvari yöntemlerle çözmeye yeltenmek üzerine politika yapmak, bu ülkenin son otuz yılını yeni bin yıla girerken gasp etti. Bu sıcaklık içinde pişti Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) çizgisi.
AKP geleneği çok iyi bilir ki; bu işin sonu yok. Sonu olsaydı eğer, denenmemiş hiçbir şeyi geride bırakmayan "asker" çözerdi bu işi. Çözemedi ve o "şerefe nail olamadı". Adeta "benden buraya kadar, artık yetki sivil idarede" deyivermeye getirip bıraktı.
Kanımca AKP son düzlükte ve "gördüğünüz gibi bu iş hiçbir güvenlik politikası ile çözülmüyor" deme "haklı" noktasına taşınacak söylemin bir önceki ara durağı olan, daha önce de denenmiş "polisiye" bir güvenlik politikası tarzını yeniden denemeye taraftar.
Deneyebilir. Bir miktar daha kan dökülebilir. Kimi ocaklara daha, o kor ateş düşebilir.
O ateş düşmeden çözüm mümkün değil mi? Elbette mümkün.
"Söz bitti" diyor başbakan.
Hayır, söz bitmedi sayın başbakan. Sözün henüz başladığı yerdeyiz. Çünkü sözümüz var sayın başbakan. Sözümüz, barış isteyen insanlığadır...
Unutulmasın ki, tarih barış yapanları, barışın sesi olanları unutmaz, baş tacı eder. Şiddeti geçer akçe sananları ise tarihin çöplüğüne atar.
Unutulmasın ki; en ağır şiddeti faili meçhullerle, toplu mezarlarla, katliamlarla uygulayanlar, yoksul Kürt halkına reva görenler; bugün kendilerini kurtarmak için "ne yaptıysak devletimiz için yaptık, yoktu bir suçumuz" deyip sıyrılmaya çalışıyorlar.
Hâlâ vakit var.
Barış hâlâ mümkün.
Şiddet ise en kolayı...
Asıl mesele zor zamanlarda zor olan politikaları tercih etmek... (ŞD/EKN/YY)