Asırlardır geleneksel olarak yaşatılan sıcak hava balonu kültürü nasıl suç sayılabilir?
Brezilya’nın bilhassa São Paolo ve Rio de Janeiro kentlerinde uçurulan devasa balonların peşine düşen polisler, balonculara neredeyse uyuşturucu kartel fertlerine eşdeğer muameleyi münasip görüyor.
İlk etapta akla gelen, heyula gibi balonların yarattığı yangın tehlikesi olabilir. Ne de olsa balonların kendi teçhizatı bir yana altlarında taşıdıkları bazıları futbol sahasına yakın büyüklükte, kandillerden müteşekkil süsleri ve saatlerce gökte seyahat ederken patlatmaya devam ettikleri havai fişekler gerçekten de istenmeyen neticelere yol açabiliyor.
Fakat kaybetmekten korktukları fazla bir şeyleri olmadığı için gecekondu mahallesi sakinleri, yasaklar tarafından adeta provoke ve motive edilmiş şekilde, kendilerine “balon mafyası” yaftası yapıştırılmasına aldırmadan, faaliyetlerine gizli saklı ve epeyce örgütlenmiş şekilde devam ediyorlar.
Baskın stresiyle balonların parçaları mümkün olduğunca az kişinin bildiği farklı farklı adreslerde hazırlanıyor, akabinde birleştiriliyor ve doğru an geldiğinde, genelde geceleri gözlerden ırak kırsal bir alanda 100 kişiden kalabalık ekiplerle havaya uğurlanıyor.
Balon uçurmak “favela”dakiler için bir kendini gösterme platformu, bir gurur vesilesi, bir hayat tarzı, hatta neredeyse bir varoluş nedeni. Balon uçurulduktan sonra kilometrelerce öteden, hatta okyanustan onları toplamak ise bir “ganimet avı” gibi ayrıca büyük alaka görüyor.
Fakat polis aynı amaç çerçevesinde insanların topluca bir araya gelmesinden rahatsız olmuşçasına peşlerine düşüyor, alabildiğine süslü koskocaman balonların boyutu ve kalitesi belirli bir yarışçılık ruhu çerçevesinde mütemadiyen arttıkça, filmin yönetmeni Sissel Morell Dargis‘e olduğu gibi insanın aklına “Değirmenin suyu nereden geliyor?” deyimi ister istemez geliyor.
2024 Danimarka-İspanya ortak yapımı 90 dakikalık “Balomania” adlı filmin altına imzasını atan kadın belgeselcinin de baloncuların arasına sızması malum sebeplerden dolayı kolay olmuyor; zamanla ekiplerin güvenini kazanmasına rağmen paranoyalarının hedefi haline de gelip olası muhbirlik suçlamasına bile maruz kalıyor.
İşlediği mevzu, mümkün olabildiğince yakından tanıdığımız karakterleri, yönetmenin samimiyeti ve dikkatlice ayarlanmış gerilimiyle, komple bir aksiyon filmi seyrediyormuş gibiyiz.
Aynı zamanda baskıya boyun eğmeyen Brezilya’nın fakir kesimlerinin nelere kadir olduğunu da tam manasıyla kavrıyoruz, daha ne!
İşgal sanatı tetikliyor mu?
Ortalama 120 sanatçının yaşadığı ve ürettiği, Latin Amerika’nın en büyük “işgal apartmanını” tasavvur edin.
Senelerdir metruk haldeyken, alakalı devlet kurumlarının sorumluluğu ele alarak yapması gerekenlerden ümit kesilince, sanatçılar tarafından yaşanır hale getirilmiş, yani “kamulaştırılmış”, sakinlerinin serbestçe kendilerini ifade edebildiği bir sanat membasından bahsediyoruz.
Şehrin gayet işlek bir noktasında, fazlasıyla merkezî bir pozisyondaki 13 katlı bina, sanatçıların eli değince parlıyor ve anarşist bir şablon çerçevesinde meyve vermeye başlıyor.
Red Bull markası vaziyetin farkına varıp üretimlerini kendi çıkarları doğrultusunda sömürmeye girişiyor, Sanat Bienali için verilmiş ufak çaplı sponsorluk, sermayenin çirkefliğini o zamana kadar tanımamış kişiler tarafından memnuniyetle kabul ediliyor. Neyse ki aralarında kapitalist çarkların nasıl döndüğünü gayet iyi bilen tecrübeli bireyler de var; zaten zaman içinde markanın kaypaklığı da ortalığa saçılıyor.
Fakat 369 bin ailenin doğru dürüst barınma imkânlarına sahip olmadığı ve 45 bine yakın ailenin 206 işgal binasında yaşadığı São Paolo’da günün birinde yangın bir diğer işgal apartmanını ele geçirip yıkılmasına sebep oluyor. Bunu fırsat bilen rejim temsilcilerinin o zaman aklına, belgeselin kahramanlarını yaşam ve üretim alanlarından çıkarmak amacıyla binanın elektrik tesisatını kontrol etmek geliyor. Sanatçılar direnince güvenlik kuvvetleri teyakkuza geçiriliyor, varılan anlaşmalar çerçevesinde polisin olası müdahalesi bertaraf ediliyor ve binanın “güvenli” bir alan olması sağlanıyor.
Matias Borgström imzalı 2023 Brezilya yapımı 74 dakikalık “Ouvidor” adlı optimist belgesel bir sanatçı devinimi halindeki binayı bize zarafetle tanıtıyor. Orada yaşayan sanatçılar için huzurlu şekilde üretimlerini sürdürmek, birbirinden ilham almak, sevişmek, şarkı söyleyip raks etmek elzem; günün birinde yeni ufuklara yelken açacakları kesin, fakat Ouvidor onların hafızasında mutlaka derin bir iz bırakacaktır.
Seks mühimdir…
Aşk diyarı olarak tüm gezegende nam salmış Brezilya’da “aşk” motellerine de ihtiyaç duyulduğundan haberdar mısınız?
Japonya gibi daha muhafazakâr olarak betimleyeceğimiz bir kültürde var olanlarını hatırlarken tabii ki sıcaklıklarıyla tanınan Brezilyalılar’ın filmde çok daha rahat ve cesur davrandıklarından emin olabilirsiniz.
Fakat 2024 yapımı 108 dakikalık “Eros” adlı belgeselde bize tanıtılan motellerin gayet teknolojik, bütün detaylarıyla organize edilmiş, hatta soğuk diye niteleyebileceğimiz mekânlar olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sanal ortamda teferruatlı şekilde yapılan ön hazırlıklar sonrasında, neredeyse tamamıyla anonim şekilde otomobilinizle kiralamış olduğunuz odanın şahsi otoparkına girip içindeki merdivenle seks fantazilerini yaşayacağınız mekâna çıkıyorsunuz.
Odalar birbirine bitişik olsa da izolasyon mimaride mühim yer tutuyor, pencerelerin eksikliğinde göğe açılan kapak ortamdaki tek oksijen kaynağını oluşturuyor; klostrofobiyi tetikleyebilecek ortamlar muhtelif fantazilere hizmet eden dekorasyonlarıyla misafirlerinin ihtiyaçlarını bir şekilde karşılıyor. Dış dünyadan kopuk olma hissi genelde müdavimlerin seks sonrasında dışarıdan yemek ısmarlayıp baş başalık durumunu sürdürmeleriyle uzuyor.
Yönetmen Rachel Daisy Ellis günün birinde mevzubahis odaların birinde seks partnerini uzun süre bekleyip sonunda yalnız kaldığı için bu projeye girişmiş. Muhtelif motel müşterileriyle temasa geçip filmi için şahsen çekecekleri görüntüleri kullanmak istediğini belirtmiş, ortaya da bu şekilde olabildiğince samimi bir belgesel çıkmış.
Filmde tanıdığımız karakterler arasında sekse düşkün olduğu kadar konuşmaya susamış insanlar da var, sado-mazo dahil muhtelif fantazilerini orada doyasıya gerçekleştiren de. Geniş spektrumlu bir cinsel dinamikler geçidiyle karşı karşıya olsak da yönetmene ait senaryo ve montaj, bize röntgencilik yapıyormuşuz hissini yaşatmamak için tasarlanmış sanki.
Gene coğrafya insanının teferruatlı bir sosyolojik dışavurumuyla karşı karşıyayız. Bazen hafif bir hüzün, hatta kırıklık hissiyle ruhumuz kaplansa da cinselliğin getirdiği samimiyet kahramanlarımızın profiline dair çok şey söylüyor, darısı başımıza!(MT/AÖ)