Adamın biri kırda atıyla yol alırken bakmış ki tarlada bir adam karısını dövüyor. Yolcu gidip kadını adamın elinden kurtarmış. Ve döven adama “Tuh ulan, utanmıyor musun kadını dövmeye” demiş.
Adam da, “Dövmeyip de ne yapayım” demiş.
Yolcu da “Kadın dövülmez ulan, sevilir” dediğinde, bunu duyan kadın, “Hanı ya akıl, nerde o akıl” demiş.
Biraz abartılı olacak ama Aydınlanmayı yaşamayan toplumlar, akılcılıktan epeyi yoksundurlar. Hele bir de bizim gibi toplumların dünyasında gelenek ve sözel ilişkiler etkinse, fıkrada olduğu gibi “Hanı ya akıl, nerde akıl” durumuna düşeriz.
Demek ki kapitalizm ve Batı, yalnızca paradan ibaret değil! Onun tarihi arka planında devasa bir bilgi birikimi, felsefe, hukuk var. Ve batının çıkarlar dünyasında elastiki, sinsi, uzun vadeli diplomatik siyasetin müthiş bir birikimi de var. Batı 300 yıllık kanlı bir tarihten bugünlere geldi. Tabi bizim bu değerlere ulaşmamız için aynı kanlı tarihi süreci yaşamamız gerekmiyor! Amerika’yı yeniden keşfe gerek yok. O zaman niye bir Batı demokrasisi seviyesine ulaşamıyoruz diye sorulabilir. Devlet/yönetenler bir Çin seddi gibi toplumu kuşatmışlar! Kuşatılanların kimi kesimleri ise, gerek kamu kaynaklarından yararlanma ve gerekse ideolojik gerekçelerle seddin tamirine tuğla taşımaktalar.
Son günlerde bunun bir örneğini belirgin şekilde yaşıyoruz.
Rus uçağının düşürülmesinden sonra röportajlara, yazılanlara baktığımda bunların büyük bölümünün bir sefillikten, duygu patlamalarından, mahalle ağzından ibaret olduğunu görüyorum. Eskiden siyasal İslamcılığın milliyetçiliğe eklemlendiği bir çatışmacı/saldırgan dil varken, şimdilerde milliyetçiliğin eklemlendiği bir siyasal İslamcı dil hâkim halde!
Akılcılıktan yoksun bu açıklamaların sokaktan gelmesi bir ölçüde anlaşılır bir durum. Ancak asıl tehlike, rasyonaliteden yoksun tavırların ülkeyi yönetenlerden ve onların destekçisi medya kesiminden gelmesidir. Fakat muhalefetin geniş bir kesiminin de akılcılıkla problemi var.
Hanı ya akıl dedik ya…
Toplumun büyük bir kesimi, Rusya’da kim oluyormuş efelenmeleri içerisinde bulunuyor. Bir kısım da, bizim etimiz ne budumuz ne ki, Rusya’ya çatıyoruz. Bizim dünyanın ikinci büyük devi olan Rusya’ya karşı koyacak dermanımız mı var diyor. Erdoğan ve AKP iktidarına muhalif olan kesimin bir kısmı da, biz AKP’nin defterini düremedik, bu uçak krizi vesilesiyle şu Erdoğan’ın defteri bir dürülse de, biz bu dertten kurtulsak hayalinde.
Aslında toplumun böyle görüşlere sahip olmasını abartmamak lazım, hatta bir ölçüde normal de. Elbette “Biz var ya biz” diyerek övünmenin de, “Biz kim oluyoruz ki” diyerek yerinmenin de aklıdan çok duyguyla bir ilgisi var.
Burada asıl olan, iktidarın ve muhalefetin toplumun bu verili durumunu nasıl kullandıklarıdır. Benim akıldan kastım da ‘devlet aklı’ ve yöneten ile yönetmeye talip olan siyasi kesimlerin aklıdır.
Türkiye’nin dış politikadaki ‘devlet aklı’ Kıbrıs’ı saymazsak (Kıbrıs diyerek toplumun başına nice çoraplar örüldü!) daha dikkatli, daha korunmacı ve ideolojik olmaktan çok statik bir temkinlilik içerisinde devam ediyordu. AKP iktidarı ilk yıllarında komşularla sıfır sorun politikasını hedef edindi ki, bunda belli bir başarı da sağlandı. Ancak bir süre sonra “Yurtta sulh, cihanda sulh” sloganı eleştirilmeye başlandı. Görüldü ki, bu eleştirinin altında yatan gerçek, çevre ülkelerle sıfır sorun amacı değil, çevre ülkeler üzerinde hegomonik bir güç oluşturmakmış.
AKP, bu emperyal politikasını Osmanlı’nın devamıyız iddiası üzerine temellendirmeye çalışıyor. AKP, Yeni Osmanlıcılık hayallerini Sünni İslamcılık sosuyla Stratejik Derinlik adı altında harmanlayarak sunarken, ülkeyi tehlikeli sulara sürüklüyor.
Erdoğan, Saray ve Stratejik Derinlik kitabının yazarı Davutoğlu, 21. yüzyılda yeni Osmanlıcılığın bir anakronizm olduğunu ve esamisinin okunmayacağını bilmiyor mu?
Madalyonun bir yüzü ideolojik körlükse, madalyonun arka yüzünü siyasal kurnazlık oluşturuyor!
Erdoğan ve Saray çevresi, Orta Doğu’da Türkiye’nin öncülüğünde bir siyasi etki alanı oluşturulması halinde iktidarlarının daha bir kuvvetlenerek uzun vadeye yayılması hesapları yaptıklarını düşünüyorum. Sünni İslamcı söylemler ise, bu siyasetin tahkimat aracı olarak kullanılmakta. Havuz medyasında Şiiliğinden dolayı İran’a yapılan hadsiz hudutsuz saldırılar devam ediyor. Rus uçağının vuruluşundan bir Kâbe savunusu çıkarılıyor vb.
İşte tehlikenin odak noktasını AKP iktidarının ideolojik körlüğü/siyasal kurnazlığı ile toplumun büyük bir kesiminin ruh halinin örtüşmesi oluşturuyor!
Böyle bir örtüşme/destek, iktidarın politikalarına haklılık/doğruluk kazandırır mı?
Demokrasiyi seçimden ibaret gören çoğulcular için, bu sorunun cevabı evettir!
Bu anlayışa karşı tipik örnek vermek gerekirse, Hitler haklıydı!
Tersine bir örneğe göre ise, savaştan bıkan Anadolu toplumu yeni bir savaş istemiyordu ve dolayısıyla M. Kemal haksızdı!
Erdoğan’ın ve AKP iktidarının ülkeyi sürüklediği bu durum karşısında biz var ya biz diyerek övünmenin de, biz kim oluyoruz ki diyerek yerinmenin de gereği yok. Her iki uç da toplum sağlığı açısından zararlıdır.
Mesele, iktidarın savaşçı dayatmaları karşısında barışı savunmaktır. (HŞ/HK)
Not: Konuyla bağlantılı olması nedeniyle AKP iktidarının bu çatışmacı süreçte nasıl savrulmalar, tutarsızlıklar, çifte standartlar izlediği konusundaki görüşümü, yazının uzamaması için ayrı bir yazıda izaha çalışacağım.