"Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini"
Cemal Süreya
68 kuşağının haysiyetli bir şahsiyetinin Diyarbakır Mardinkapı Mezarlığı'ndaki defin törenindeyiz. Dostlardan biri yanıma gelip kısık sesle kısa bir anma konuşmasının mezar başında yapılma görevinin bana düştüğünü fısıldıyor.
Hoca, dini vecibeleri bitirince cemaatten izin isteyip rahmete giden ağabeyimizin "68 kuşağının haysiyetli bir bireyi" olduğundan söz eden kısa bir konuşma yapıyorum.
Cemaat dağılırken Diyarbakır Kırıklarından ve defnedilen şahsiyeti de iyi tanıyan biri, konuşma yapmamı öneren arkadaşa yanaşıp diyor ki; "Yahu vallahi Şeyhmus yanlış konuştu, rahmetliyi iyi tanımıyor, eminim. Rahmetli hayatında beline kuşak bağlamamıştı ki!"
Mülkiyeliler Birliği'nde Öymen'i protesto
Sanırım hikâye biraz da burada düğümleniyor. Mülkiyenin 150 yılı nedeniyle neredeyse bir yıldır Mülkiyeliler Birliği; kutlamalar, anmalar ve etkinlikler yapıyor.
Bu programların finali 4 Aralık 2009 günü yapıldı. Kanımca en anlamlısı da şimdilerde adı "Aziz Köklü Salonu" olan ama bizim kuşağın birinci sınıfı okuduğumuz "Büyük Amfi"de yapılan törendeki protestoydu.
Aynı günün akşamı ve ertesi günü hemen bütün televizyon kanallarına haber olarak düşmüştü o protesto. Büyük Amfi'deki törene partisinin başkanı Deniz Baykal'la birlikte gelen ve Dêrsim meselesinin yeniden Türkiye gündemine taşınması gibi "hayırlı!" bir işe mimar olan ve kendisi de eski bir mülkiyeli olan Onur Öymen'e yapılan protestoydu "iş"...
"Kan var bütün kelimelerinin altında"
Saçına ve sakalına epeyce ak düşmüş "eski" bir öğrenci olarak haber kanallarınca lanse edilen, ama inkıtalar nedeniyle hâla öğrenci olan, gecikmiş talebeliğini hâla sürdüren eski sbf-der başkanımız sevgili arkadaşım Hasan Hüseyin Özkan'dı gür sesiyle büyük amfi'de o gün ses veren.
Bir ucundan tuttuğu pankartta Dêrsimli edebiyatçı Cemal Süreya'nın o meşhur şiirinin bir dizesine "in" eki yüklenmiş bir cümlecik vardı: "Kan var bütün kelimelerinin altında".
Kimileri Mülkiye ruhunu "devlet adamlığı ruhu" ile özdeş görüp, mülkiyelilik eşittir devletin kılıcını çekmek gibi algılasa da bizim kuşağın mülkiye ruhu işte budur, dedim kendime ve evde birlikte haberleri izlediğimiz eşime. Bak dedim, bu benim sınıf arkadaşım, işte biz böyle bir direngen ve muhalif ruhtan ve kuşaktan geldik. Sonra aradım Hasan'ı telefondaydı ve sesi o heyecanı paylaşıyordu.
Bakın ben bu satırları yazdığım saate kadar hâla DTP'nin kapatılma mevzuunun görüşüldüğü Anayasa Mahkemesinin üçüncü günündeki toplantının kararı belli değildi. Sonuç ne olur bilinmez.
Mahkeme "DTP kapatılsın" derse...
Anayasa mahkemesi sürpriz yapar da "kapatılmama" yönünde bir karar verirse, "Hayırlara vesile" olacak bir tarihi kararın altına imza atmış olur 11 üye.
Yok, eğer "kapatılsın" diye bir karar verirse, bunun bir tek anlamı olur; Bilcümle Kürt halkının ispatı vücudu olan temsili örgütü parti, Demokratik Toplum Partisinin muhatap alınmamak üzere yok varsayılması anlamına gelir ki, bunun bir tek izahı vardır, Kürtlerin resmi otoritelerce defterden silinmesi.
İstediğiniz kadar bunun topyekün Kürtler için değil, sadece DTP (ya da PKK) için verilmiş bir karar olduğunu telaffuz edin!
Zerre kadar manası yok. Bilcümle Kürt cenahında basit tabiriyle bunun bir tek algısı vardır: Devlet (ya da hükümet) Kürtsüz bir "Kürt çözümü" düşünüyor demektir bunun adı...
Bu talepkârlığın geri dönüşü yok
Şimdi birileri tıpkı geçmişte yaptığı gibi "şiddet var iken" çözüm olmaz kabilinden laf yetiştiredursunlar.
TMK mağdurları çocukların durumlarını görüşmeyi askıya alsınlar, provakatif eylemlerin karanlık güç odaklarınca düğmesine basıp hemen her merkezde sonu öldürmelere varan polisiye "orantısız güç kullanma" saldırganlığını bir "kamu" hakkı gibi lanse etmeye kalksınlar.
Kürtlerin talepkârlığı artık "korku duvarını" aştı. Ne kadar çaba gösterilse de bu talepkârlığın geri dönüşü yok.
İyisi mi; bakın demokrasi kültürü ile donanmış ve beline değil, beynine "kuşağını" dolamış bir neslin haysiyetli fertleri sesini yükseltmeye devam ediyorken hâla! (ŞD/EÖ)