* Manşet görselleri: Pixabay
Bonn'lu bir dünya vatandaşı, müzisyen, hümanist, vizyoner, doğa dostu... Ludwig van Beethoven'ın 250. doğum yılı kutlamalarını koordine etmek için kurulan BTHVN2020 internet sitesi dünyaca ünlü piyanist ve besteciyi kısaca bu sözcüklerle tanımlıyor.
Almanya Federal Hükümeti'nin 2016'da "Beethoven yılı" olarak ilan ettiği 2020 boyunca başta Almanya olmak üzere tüm dünyada gerçekleştirilecek etkinliklerin "BTHVN" kısaltması altında toplanması da müzisyeni anlatmak için özellikle bu sözcüklerin seçilmesi de tesadüf değil tabii.
Beethoven'ın çoğunlukla ismindeki sesli harfleri çıkararak imza attığı ve bu kısaltmayı bazı turnelerinin simgesi olarak kullandığı bilindiğinden, bu harfler hem Federal Almanya Hükümeti ve yerel yönetimlerin birlikte başlattıkları kampanyaya ilham veriyor hem de her bir sözcüğün baş harfi Almancada kampanyanın bir harfine karşılık geliyor.
Peki, bugün dünyanın eserleri en çok çalınan bestecisi olan ve eserleriyle klasik müzikte Klasik dönemden Romantik döneme geçişe önemli katkı sağlayan Beethoven sadece bu beş sözcükle anlatılabilir mi?
Neredeyse yarısını işitme kaybıyla geçirdiği 56 yıllık hayatına dokuz senfoni, beş piyano konçertosu, 32 piyano sonatı, 16 yaylı dörtlüsü ve bir opera sığdıran Ludwig van Beethoven kimdir?
250. doğum yılı sona ermeden Beethoven'ın müziği ve yaşamından öne çıkanları sizler için derlemeye çalıştık...
Bonn'dan klasik müziğin kalbi Viyana'ya
* Bonn, Almanya. (Pixabay)
Ludwig van Beethoven 1770 yılında bugünkü Almanya'nın Bonn şehrinde dünyaya geldi. Tam doğum tarihi bilinmemekle birlikte 17 Aralık 1770'te Aziz Remigius Kilisesi'nde vaftiz edildiği kayıtlara geçti.
Müzisyen bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Beethoven'ın ilk müzik öğretmeni babası Johann van Beethoven'dı. Ondan Wolfgang Amadeus Mozart gibi bir çocuk dahi yaratmak isteyen Johann van Beethoven oğlunun Gilles van den Eeden, Tobias Friedrich Pfeiffer, Franz Rovantini ve Franz Anton Ries gibi isimlerden müzik eğitimi almasını sağladı.
İlk konserini 1778'de henüz yedi yaşındayken veren Beethoven'ın müzik eğitimini 1780 yılında orkestra şefi Christian Gottlob Neefe devraldı. Küçük Beethoven Neefe'nin yanında hızla gelişme gösterecek, 1782 yılında Bonn Saray Orkestrası'nda Neefe'nin yardımcısı olarak çalışmaya başlayacak, bunu 1783 yılında günümüze ulaşan ilk bestesinin yayınlanması izleyecekti.
Kasım 1792'de Bonn'dan ayrılarak o dönemde sanatın, özellikle de klasik müziğin kalbi kabul edilebilecek Viyana'ya yerleşen Beethoven, Mozart'ın ölümünden bir yıl sonra geldiği bu Avrupa şehrinde besteci Franz Joseph Haydn'in rehberliğinde klasik müzik çalışmalarına devam etti.
Artık 20'li yaşlarının başında olan genç müzisyen 1795 yılında Viyana'daki ilk konserini verdi, ilk senfonisini de 1800 yılında yine bu şehirde besteledi.
* Viyana, Avusturya. (Selay Dalaklı-bianet)
İşitme duyusunu tamamen yitirdi
Beethoven'ın hayatı ve müziği genelde üç dönemde ele alınır. Bunlardan ilki Viyana'ya geldikten sonraki 1792-1802 yıllarıdır. Bu "erken" dönemi Haydn ve Mozart'ın klasik tarzından ayrılmaya başladığı, bazı kaynaklarda "kahramanlık" dönemi olarak da geçen 10 yıllık "orta" dönem (1802-1812) izler. 1812 yılından müzisyenin hayatını kaybettiği 1827 yılına kadar olan 15 yıl ise Beethoven'ın "geç" dönemi olarak adlandırılır.
Ludwig van Beethoven'ın ismini Viyana sanat çevrelerinde duyurmaya başladığı 1790'ların sonu aynı zamanda işitme kaybı yaşadığını fark ettiği dönemdi. Kariyerinin "kahramanlık" dönemine kadar hayatında müzikal anlamda pek bir şey değişmese de takvimler 1802'yi gösterdiğinde durumunun kalıcı olduğunu, daha da kötüsü her geçen gün biraz daha ilerlediğini fark etti. Beethoven o yıl iki kardeşine şöyle yazmıştı:
"Ah, siz sanıyorsunuz ya da diyorsunuz ki ben kötü niyetli, inatçı, insanları sevmeyen biriyim; bana ne kadar da yanlış yapıyorsunuz. Neden böyle göründüğümü bilmiyorsunuz. Çocukluğumdan bu yana kalbim ve aklım iyi niyetli, güzel duygulara meyilliydi. Çok büyük işler yapmak için çok istekliydim. Ama bir düşünün... Altı yıldır cahil doktorların daha da beter ettiği umutsuz bir durumdayım, yıldan yıla daha iyi olacağım umudunun ihanetine uğradım ve sonunda tedavinin yıllar alacağı, belki de asla tedavi edilemeyecek kalıcı bir illetle yüzleşmek zorunda kaldım."
Aynı mektupta geçen şu bölüm ise müzisyenin işitme sorunları yüzünden kendi canına kıymayı bile düşündüğü şeklinde yorumlanmıştı:
"Ah, sadece sanat beni durdurdu; üretmem gerektiğini hissettiklerimi üretmeden bu dünyadan ayrılmak bana imkânsız göründü."
Bazı müzikologlar ünlü müzisyenin tamamen sağır olmadığını söylese de pek çok kaynağa göre Ludwig van Beethoven 1819 yılında henüz 49 yaşındayken, hatta belki de daha önce, 1814 yılında işitme duyusunu tamamen yitirdi. Fakat bu durum onun müzik yapmaya devam etmesine, yeni besteler, hatta senfoniler üretmesine engel olmayacaktı.
"Engel tanımayan müzisyen"
1822-1824 yılları arasında bestelendiği tahmin edilen ve Beethoven'ın tamamlanmış ve dinleyiciyle buluşmuş son senfonisi olan 9. Senfoni ilk defa 7 Mayıs 1824 tarihinde Viyana'da sahnelendi.
İş Bankası blog'un "Dünyaca Ünlü Engel Tanımayan Müzisyenler" başlığı altında aktardığına göre, Beethoven 9. Senfoni'yi tamamen sağır olarak bestelemiş, kendi bestesini dinleyemeyen sanatçı bu dönemde kırsal bir bölgeye yerleşerek arada müziği ile ilgili düşünmek için yürüyüşler yapmıştı.
History Channel (Tarih Kanalı) 9. Senfoni'nin Theater am Kärntnertor tiyatrosunda ilk kez sahnelendiği akşam yaşananları şu sözlerle aktarıyor:
"Dokuzuncu Senfoni için Beethoven'ın o zamana kadar kullandığı en geniş orkestra gerekiyordu ve o zamanlarda enstrümanlara ek olarak [insan] sesleri kullanmak alışılmışın dışında bir durumdu.
"Beethoven soprano ve alto bölümleri seslendirmesi için iki genç sanatçı seçti, bunlardan biri 18 yaşındaki Henriette Sontag, diğeri ise 20 yaşındaki Caroline Unger idi. Dokuzuncu Senfoni ilk kez sahnelendiğinde Beethoven sahneye çıktı ve orkestrayı yönetiyormuş gibi göründü, fakat işitme engelinden ötürü orkestra üyelerine şeflerini görmezden gelmeleri, bunun yerine asıl orkestra şefi olan Michael Umlauf'u takip etmeleri söylenmişti.
"Senfoni sone erdiğinde Beethoven asıl müzikten birkaç ölçü gerideydi. Alkışları duyamadığı için Unger'ın yerinden kalkıp onu dinleyicilere doğru çevirmesi gerekti. Arkasını döndüğünde dinleyiciler şapkalarını ve mendillerini sallayarak onu ayakta alkışlıyordu."
Bu alıntıda da dikkat çekildiği gibi, Beethoven daha önce yapılmamış bir şey yaparak 9. Senfonisine bir koro bölümü eklemişti.
Bugün "Neşeye Övgü" (An Die Freude) olarak bildiğimiz ve aslında Friedrich Schiller'in aynı isimli şiirinden uyarlanan bu koro bölümü bundan yüzyıllar sonra da kültürel, hatta siyasi hayatı şekillendirmeye devam etti.
"Kardeş olun ey insanlar...": AB Marşı
Bugün Avrupa Birliği'nin (AB) sembollerinden biri olan Avrupa Marşı 9. Senfoni'nin son bölümü olan "Neşeye Övgü"den ilham alınarak hazırlandı.
Avrupa Konseyi, Schiller'in "insanların kardeşçe yaşaması idealine" yer verdiği şiirinden yola çıkarak bestelenen bu bölümün sözsüz bir versiyonunu 1972 yılında "Avrupa Marşı" olarak kabul etti.
Lirik anlatıma başvurmadan "müziğin evrensel dili kullanılarak AB'nin öncelikleri olan özgürlük, barış ve dayanışma konularında mesajlar veren" söz konusu parça, 1985 yılında AB devlet ve hükümet başkanları tarafından da birliğin resmi marşı olarak kabul edildi.
Fakat "Neşeye Övgü"nün siyasi bağlamda kullanılması bununla sınırlı değildi. Deutsche Welle Almanya'nın "Beethoven'ın Dokuzuncusu Siyasetin Hizmetinde" alt başlıklı yazısında da ifade ettiği gibi, 1942 yılında Nazi lideri Adolf Hitler'in doğum gününde de çalındığı bilinen 9. Senfoni'nin "Neşeye Övgü" bölümü özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın farklı bölgelerinde farklı siyasi hareketlerce sahiplenildi.
Bugünün Zimbabwe'si, dönemin Rodezya'sındaki Apartheid rejiminin 1970'lerde milli marş olarak kullandığı söz konusu koro bölümü, Şili'de askeri diktatörlük döneminde kadınların siyasi mahpusların serbest bırakılması için gerçekleştirdiği protestolarda, 1989'da Çin'deki öğrenci protestolarında ve son olarak yine 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılışını kutlamak için kullanıldı.
Napoléon'a ithaf edil(mey)en bir senfoni
Yaşadığı dönemden yüzyıllar sonra siyasi hareketler kendisiyle ilgilendiği gibi Ludwig van Beethoven'ın kendisi de sadece müzikle değil, felsefe, edebiyat ve siyasetle de ilgileniyordu.
Deutsche Welle'nin aktardığı üzere, Beethoven'ın müzik kariyerinin özellikle ilk yıllarında kahramanlık teması öne çıkıyordu. Müzik hayatının ikinci döneminin "kahramanlık" dönemi olarak adlandırılmasının sebebi aslında biraz da buydu. 1789 yılında henüz 18 yaşında olan Beethoven Fransız İhtilali'ne, ihtilalin beraberinde getirdiği bireysel hak ve özgürlük fikirlerine ve Napoléon Bonaparte'a büyük hayranlık duyuyordu.
Ünlü müzisyen "Eroica" (Kahramanlık) isimli üçüncü senfonisini Napoléon'a ithaf etmeye karar verdi. Tüm önceki senfonilerinden daha uzun ve etkileyici olan bu senfoni onun "Napolyon'un onuruna bestelediği tam bir devrim parçasıydı." Fakat Beethoven daha sonra bu kararından vazgeçti. Beethoven'ın neden vazgeçtiğini Stefano Russomanno'dan dinleyelim:
"Beethoven Üçüncü Senfoni'yi Fransız komutana ithaf etmeye karar verdi. Senfoni için ilk planlarını yapıyor, Napoléon hakkındaki düşüncelerini zihninde ölçüp tartıyordu.
"Sonra, 1804 yılının yaz aylarında senfoniyi bitirmek üzereyken Viyana'ya bir haber geldi: Napoléon kendisini Fransa imparatoru ilan etmişti.
"Öğrencisi Ferdinand Reis'in aktardığına bakılırsa, Beethoven'ın eski kahramanına verdiği tepki öfkeli bir eleştiri silsilesi oldu: 'Şimdi o da sadece kendi hırsları için insanların tüm haklarını ayaklar altına alacak, şimdi o da herkesten üstün olduğunu düşünüp bir tiran olacak!'
"Korunmuş partisyondaki bir sayfa Bonaparte kelimesinin üzerinin kalemle nasıl sertçe karalandığını gösteriyor."
Ayışığı Sonatı, Für Elise ve ithaf edildikleri kadınlar
Ludwig van Beethoven'ın eserleri sadece üçüncü ve dokuzuncu senfonilerinden ibaret değildi elbette, tıpkı eserlerini ithaf ettiği insanların sadece dönemin siyasilerinden ibaret olmadığı gibi...
Yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşabilmiş kaynaklar Beethoven'ın bugün en bilinen eserlerinden olan "Ayışığı Sonatı"nı ve "Für Elise"yi (Elise için) değer verdiği kadınlara ithaf ettiğini ortaya koyuyor.
Patricia Morrisroe'nun geçtiğimiz Eylül ayında yayınlanan "Ay Işığındaki Kadın" kitabında yazdıklarına bakılırsa, Beethoven Ayışığı Sonatı'nı aynı zamanda öğrencisi olan Kontes Julie Guicciardi'ye ithaf etmişti.
Sonatın ilk ithaf sayfası İtalyanca yazıldığı için bugün Giulietta ismiyle bilinen genç kadın ablasıyla birlikte 1801 yılında Beethoven'dan piyano dersi almaya başladığında 18 yaşındaydı. O dönemde 30 yaşında olan Beethoven'ın ise kulaklarındaki çınlama ve uğultular her geçen gün biraz daha artıyor, durumunun geri döndürülemez bir boyuta geldiğini düşünen genç müzisyen yaşadıklarını herkesten saklıyordu.
Beethoven sonrasında Julie'ye ithaf edeceği sonatı onunla tanıştığı 1801 yılında tamamladı. Daha ilk sahnelendiği dönemde "hit" olan sonatın "Ayışığı" adını alması ise bundan 21 sene sonra, 1823'te yazar Ludwig Rellstab'ın eserin giriş bölümünü "ayın solgun ışığı altında sakince uzanan bir göle" benzetmesiyle oldu.
Fakat tüm bunlar Beethoven ve Julie'nin hikayelerinin mutlu bitmesine yetmedi. Genç kadın 1803 Kasım'ında besteci Kont Wenzel Robert von Gallenberg ile evlenip Napoli'ye yerleşti.
Beethoven öldükten sonra masasındaki gizli bir çekmecede buldukları "Ölümsüz Sevgili" mektubunu okuyan arkadaşları mektupta bahsi geçen "sevgili, büyüleyici kız"ın Julie olduğuna neredeyse emindiler.
Beethoven'ın bugün en az Ayışığı Sonatı kadar bilindik bir eseri olan "Für Elise"nin hikayesi ise biraz daha karışık. Classic FM'den Maddy Shaw Roberts'ın aktardığına göre, eserin ithaf edildiği "Elise"nin gerçekte kim olduğuyla ilgili üç farklı tez var.
Bu tezlerden ilkine göre, Beethoven eserinin el yazması nüshasına parçayı kime ithaf ettiğini yazarken "Für Elise" değil "Für Therese", yani "Therese için" yazmıştı. Fakat Ludwig Nohl isimli bir metin yazarının yaptığı hata yüzünden basılı eserde yazan isim artık Therese değil Elise'ydi.
Her ne kadar bugün yaygın olarak kabul edilen görüş "Für Elise"nin Beethoven'ın 1810 yılında evlenme teklif ettiği Therese Malfatti'ye ithaf edildiği ise de bazı araştırmacılara göre Elise'nin soprano Elisabeth Röckel olma ihtimali de bir hayli yüksek. Pek çok kaynak Beethoven'ın tek operası Fidelio'da sahneye çıkan Elisabeth'in müzisyen ile sık sık buluştuğunu ve müzisyenin âşık olduğu bu genç kadınla evlenmek istediğini gösteriyor.
Diğerleri kadar sık olmasa da "Für Elise"nin Elise'sinin Beethoven'ın arkadaşı soprano Elise Barensfeld olma ihtimali de dillendirilen tezler arasında.
Beethoven Siyah mıydı?
56 yıllık hayatı boyunca Aydınlanma Çağı ve Fransız İhtilali'nin beraberinde getirdiği bireysel hak ve özgürlük fikirlerini benimsemiş olan ve bu yönüyle doğumundan 250 yıl sonra bile "hümanist ve vizyoner bir dünya vatandaşı" olarak anılan Ludwig van Beethoven 1960'lı yıllarda ABD'deki Medeni Haklar Hareketi'ni de etkilemişti.
Peki "Beethoven Siyahtı" sloganı nasıl olmuştu da ABD'deki Siyahların hak mücadelesinin bir parçası olabilmişti? Beethoven gerçekten Siyah mıydı?
ABD'nin The New York Times gazetesinde Patricia Morrisroe imzasıyla yayımlanan "Beethoven'a İlham Veren Siyah Kemancı" başlıklı yazı, Beethoven'ın "en ünlü ve tutkulu parçalarından biri" olarak gösterilen "Kreutzer"in aslında Siyah kemancı George Polgreen Bridgetower'a ithaf edildiğini, fakat ikili arasında çıkan bir tartışmanın ardından Beethoven'ın bu kararından vazgeçtiğini ortaya koyuyor.
Bu, kendi içinde önemli bir anektod olsa da "Beethoven Siyahtı" sloganının nasıl olup da bundan yüzyıllar sonra Medeni Haklar Hareketi'nin bir parçası olabildiğini tek başına açıklamaya yetmiyor.
İngiltere'nin The Guardian gazetesinden Philip Clark Beethoven'ın Siyah olabileceği fikrinin nasıl ortaya çıktığını şöyle anlatıyor:
"Beethoven'ın ölümünden tam 80 yıl sonra, 1907'de Britanyalı besteci Samuel Coleridge-Taylor Beethoven'ın Siyah olduğu tahmininde bulunmaya başladı. Coleridge-Taylor melezdi; annesi beyaz bir İngiliz, babası ise Sierra Leon'luydu. Besteci Beethoven'ın fotoğraflarına baktığında kendi yüz hatlarıyla onunkiler arasındaki dikkat çekici benzerlikleri fark etmekten kendini alamadığını söylüyordu.
"Irk ayrımının olduğu ABD'den henüz dönmüş olan Coleridge-Taylor ABD'deki kendi deneyimlerini Alman bestecinin üzerinden yansıtıyordu. 'Eğer gelmiş geçmiş en büyük müzisyen bugün hayatta olsaydı, bazı Amerika şehirlerinde kalacak otel bulamazdı,' diyordu.
"Onun bu sözleri bir nevi kehanet gibiydi. 1960'lı yıllarda 'Beethoven Siyahtı' mantrası medeni haklar mücadelesinin bir parçası oldu."
"Siyah olsa bu kadar ünlü olabilir miydi?"
Gerçekten de dönemin insan hakları savunucusu Stokely Carmichael "beyaz Avrupa kültürünün Siyah kültüründen üstün olduğu" yerleşik varsayımına Seattle'da çoğunluğu Siyah olan bir kitlenin önünde yaptığı konuşmada şu sözlerle karşı çıkıyordu: "Beethoven en az sizin ve benim kadar Siyahtı, ama bize bunu söylemezler."
Bundan birkaç yıl önce Malcolm X de verdiği bir röportajda benzer bir fikri dile getirmişti. San Fransisco'da bir soul müzik radyosunda sık sık çalınan bir nakarat haline gelen "Beethoven Siyahtı" cümlesi 1969 yılında Rolling Stones dergisinin kapağına şöyle yansıdı: "Beethoven Siyah ve gururluydu!"
Beethoven'ın Siyah olup olmadığına ilişkin kanıtların "yeterli ve kesin olmadığını" söyleyen Clark'a göre, Carmichael ve Malcolm X'in peşinde olduğu gerçek, bilimsel bir gerçek değildi: "'Beethoven Siyahtı' cümlesi kesinliği rahatsız edip sarsmak için kullanılan büyük bir metafordu."
Konuyla ilgili Clark'a konuşan müzisyen ve araştırmacı Corey Mwamba bunun ne anlama geldiğini kısaca şöyle açıklıyor:
"'Beethoven Siyahtı' ifadesi oldukça kanonik bir düşünce tarzının altüst edilmesiydi. Bu ifade bizi onun müziğine bu denli görünürlük sağlayan bir kültür hakkında yeniden düşünmeye sevk ediyor. Beethoven Siyah olsaydı, kanonik (tanınmış, klasik) bir besteci olarak sınıflandırılır mıydı? Peki ya tarihe karışan diğer Siyah besteciler?"
Diğer bir deyişle, Beethoven'ın gerçekten Siyah olup olmaması bir yana, bu ihtimal üzerine düşünmek bile tarih boyunca sadece siyaset ve ekonomi alanlarında değil, kültür ve sanat gibi pek çok alanda varlığını sürdüren eşitsizlik ve adaletsizliklerin ayırdına varmamız için hepimize bir kapı aralıyor.
O zaman ünlü müzisyenin 250'nci doğum yılı dolayısıyla kaleme alınan bu portreye bir nokta koymak için son kez Mwamba'ya kulak verelim:
"Aslında onun müziğini neden sevdiğimizi anlamak için Beethoven'ı daha derinden anlamamız gerekiyor. Önemli olan, bu müziği bir hiyerarşi veya güç bakış açısıyla değil, bir sevgi bakış açısıyla sunmak..." (SD)