Mevcut yasalara ve geçmiş deneyimlere kıyasla, çağdaş Kürt siyasal hareketini temsil eden BDP hakkında neden kapatılma davasının açılmadığını feci şekilde kafaya takmış vaziyetteyim.
Hukuk bilgim bir yana, Türkiye'de Kürt sorununu merkezine almış partilerin kapatılma nedenlerinin siyasi olduğu görüşü yaygın bir kanaatken, bugün merkez-iktidar ve devletçi-yargı anlayışının BDP'yi kapatmamayı ertelemesi yönünde bir tercihe gitmesi, yargı sistemi, siyasal güç ve resmi ideoloji ilişkisini yeniden gözden geçirmemizi gerektiriyor.
Dün parti kapatmaları anti-demokratik bulan görüşün, bugün kapatma yokken aynı sistemi demokratik bulmaması kuşkuları artırıyor.
BDP için neden kapatılma davası açılmadığına iki açıdan, hukuki ve siyasi yorum üzerinden bakmak mümkün.
Hukuki açıdan
Parti kapatma yaptırımına ilişkin düzenlemeler, Anayasa'nın 68. ve 69. maddelerindeki esaslar çerçeve kabul edilerek, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun (SPK) ilgili maddelerinde geniş bir şekilde yer veriliyor. http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa_2011.pdf
http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.2820&sourceXmlSearch=&MevzuatIliski=0
Anayasa'nın 68. maddesinin 4. fıkrasında, "Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez" deniyor.
Kapatmayı düzenleyen bir sonraki 69. maddede, "Bir siyasi partinin tüzüğü ve programının 68. maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde kapatma kararı verilir. Bir siyasi parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır" deniliyor.
69. maddede devamla 8. fıkrada ise yukarıda belirtilen 68. maddenin 4. fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü kapatılmasına, ancak onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesi'nce tespit edilmesi halinde karar verilebileceği belirtiliyor.
Yine kapatmayı düzenleyen SPK'nın 100, 101 ve 103. maddelerinde siyasi parti kapatma gerekçeleri ve fiili odak olma halinin hangi şartlarda olduğu anlatılıyor.
Yukarıdaki maddelerde yazılı nedenlerle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir siyasi partinin kapatılması davasının açılması; re'sen, Bakanlar Kurulu kararı üzerine Adalet Bakanı'nın istemi ya da bir siyasi partinin istemiyle gerçekleşir deniliyor.
"Fiili odak" en önemli gerekçe
Partilerin kapatılma davasına ilişkin, ilgili maddelerde defalarca ifade edilen yasa ya da yasalara aykırı eylemlerde "fiili odak" durumunun, en başta yargı organlarınca kabul edilmesi başat bir unsur olarak önemli kılınıyor.
"Fiili odak" kabullenmesi tek başına yeterli sayılmadığı istisnai örneklerden biri, -belki de yalnız olanı- kuşkusuz AKP kapatma davasında görüldü. Hatırlanacağı gibi Anayasa Mahkemesi üyeleri AKP'yi laiklik karşıtı fiillerin odağı olarak kabul etmiş, ancak üyelerin gerekli çoğunluğu partiyi kapatmama yönünde oy kullanmıştı.
AKP kapatma davasını saymazsak, parti kapatmayı zorlaştıran hükümlere karşın yasal düzenlemelerde men etmeye yönelik aranan en dikkat çekici unsur, ilgili partinin yasadışı kabul edilen eylemlerin odağı haline gelmiş olması.
Buna karşın AİHM'in Türkiye'deki parti kapatmalarıyla ilgili verdiği kararlarda salt odak-eylem ilişkisi aranmadığı gibi; öncelikle demokrasi karşıtlığı ve bu amaçla örgütlenme en ciddi kriter olarak ele alınıyor.
Örneğin Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre kurulduğunun hemen ertesinde 1992'de (PKK'nin silahlı saldırılarını en yoğun gerçekleştirdiği yıllardan biri) 'bölücülük'ten kapatılan ÖZDEP için AİHM, kararı yanlış bulmuş, Türkiye'nin sözleşmenin 11. maddesini ihlal ettiğine hüküm getirmişti.
AİHM, 2003'te kapatılan ve Türkiye tarihine en uzun parti kapatma davalarından biri (PKK'nin silahlı güçlerini sınır dışına çektiği döneme denk geliyor) olarak geçen HADEP'in siyaseten men edilmesinde de Türkiye'yi haksız bulmuş ve PKK ile ilişkisi şayet iddia ediliyorsa, somut ve tartışılmaz delillerle gösterilmeli demişti.
Aynı AİHM, Refah Partisi'nin kapatılması davasında ise Türkiye'yi haklı bulmuştu. AİHM'e göre RP'nin amacı "demokratik toplum" hedef ve kavramına uygun değildi.
Yine hatırlanacağı gibi Anayasa Mahkemesi, Barış ve Demokrasi Partisi'nden önceki Kürt siyasal hareketinin legal partisi Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatma gerekçesini, yine "bölücülük" olarak özetlemişti.
Karar şöyleydi;
"Eylemleri yanında terör örgütüyle olan bağlantıları değerlendirildiğinde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği anlaşıldığından Anayasa'nın 68. ve 69. maddeleri ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 101. ve 103. maddeleri gereğince kapatılmasına..."
Yukarıda örnek ve yasalar çerçevesinde bakıldığında;
BDP lideri Selahattin Demirtaş'ın Hasan Cemal'e gönderdiği mektuba göre; BDP'nin bugün yasal olarak seçilmiş altı milletvekili ile 31 belediye başkanı; yine aynı partinin yedi belediye başkan yardımcısı, beş belediye başkan vekili, 183 parti yöneticisi, 28 PM üyesi, altı MYK üyesi ve iki eş genel başkan yardımcısı 'yasadışı örgüt üyeliği', 'örgüte yardım-yataklık'tan ve 'örgüte hizmet'ten dolayı tutuklu bulunuyor.
Tablo böyleyken KCK adı altında yürütülen operasyonlarda yargılamaları devam eden ve hapse atılan ve haklarında 'yasadışı örgüt üyeliği' ve 'örgüte hizmet' iddiası bulunan kişilerin çoğunun aynı zamanda BDP üyesi olduğu gerçeği dikkate alındığında "fiili odak" olgusunun kuşku olmaktan çıkabileceği hukuki bir yorum değil midir?
Bu vesile ile odak halinin hukuki karşılığı tanımlanmış olmuyor mu?
Haliyle parti için kapatılma davasının açılmaması ilginç ve düşündürücü değil midir?
Daha sesli düşünelim, hele ki devleti yönetenlerin ve yargısının KCK için sıkça kullandığı 'paralel devlet' iddiası gözönüne alındığında Cumhuriyet Başsavcılığı'nın partiyi kapatmak için kollarını çoktan sıvaması gerekmiyor muydu? Bu iddia bile 68/4 ile 69'un ilgili fıkralarını karşılamıyor mu?
Yukarıdaki örnekler ve eldeki verilere göre şayet BDP için kapatma davası açılmıyorsa bu bir hukuki engelden çok, SPK'ya göre parti kapatmalarda güçlü pozisyonda olan siyasi iradenin yargı üzerinde etkili olduğu şüphesiyle açıklamak ne kadar doğrudur?
Yargı zirvesi ve çevresinde odakların kapatmama yönündeki yorumunu, siyasi iktidar ve devletin ali çıkarlarını gözeterek okuması bir başka kuşkudur.
Esasen BDP için kapatılma davasının şartları verilen örnek ve yasalara göre oluşmuştur.
BDP'nin kapatılma davası siyasi iktidar ve devlet nezdinde istenmiyor sorusunun cevabı, ülkenin geçmişe nazaran daha demokratik olduğu görüşüyle açıklamak, sürece ilişkin anti-demokratik işleyen siyasal tabloya bakıldığında doğru olmadığı anlaşılıyor.
O halde can alıcı olan faktör, burada yargı zirvesi ve çevresinin kendi pozisyonunu siyasi iktidar-devlet ilişkisi ile resmi ideolojinin çıkarlarına göre aldığı söylenebilir.
Hepsi 'bölücülük'ten kapatıldı
1990'da başlayan Kürt siyasal hakeretinin partileşme sürecinde sırasıyla; Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük ve Eşitlik Partisi (ÖZEP), Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP) ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) Türkiye siyasetinde yer aldı.
Bu partilerin tamamı 'bölücülük' gerekçesiyle kapatıldı. Bu partilerin tamamının kapatılmasına karşı, Kürt siyasileri, ülke aydınları ve tarafsız hukukçuların geliştirdiği savunma hep siyasi oldu ve kararın hukuki olmadığı vurgulandı.
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararlara bakıldığında Kürt siyasileri, ülke aydınları ve tarafsız hukukçuların haksız olmadıkları görülecektir. Örneğin HADEP'in kapatılmasında bayrak provokasyonu önemli bir gerekçe olarak gösterilmişti.
Bu partilerin devamı niteliğinde sayılan ve bugün kısmen değişen yasalar ve düzenlemelere rağmen devlet ile kökten bir sorunu olduğunu ısrarla dile getiren, üyeleri hakkında KCK adında bir örgütlenmenin içinde yer aldıkları iddiasıyla tutuklama kararları çıkartılan, seçilmiş milletvekilleri için onlarca fezleke hazırlanan BDP için savcılığın kapatma davasını açmaması, "fiili odak" durumunun oluşmamasından mı, yoksa kapatma davasının yaratacağı ve ardından kapatma halinde öngörülen siyasi atmosfere duyulan çekinceden dolayı mıdır?
Son seçimler öncesi kamuoyu baskısıyla karar değiştiren YSK'nın yaptığı bilinçli girişim ve sonrası geri adımı dururken böyle düşünmemek elde değil.
Nasıl ki DTP'ye kadar parti kapatmaları yargının özel arzusuyla ve birilerinin işareti ve isteğiyle açılmış ve gerçekleşmişse, bugün de BDP için kapatma davasının açılmıyor olması aynı çevrelerin ve statüko savunucusu sivil-askeri bürokrasinin yargı üzerinde etkisiyle ya da paslaşmasıyla açıklamak mümkün.
Dün kapatmalar bu çevrelerce sıkça istenirken, bugün aynı çevrelerce yargı koşulları oluştuğu halde kapatma davası engelleniyor demek mümkün.
Keza görünen resim böyle. Her şey net ve gayet açık ortadayken, bunca üyesi, seçilmiş belediye başkanları ve milletvekilleri 'yasadışı örgüt üyeliği'nden hapiste tutulurken akla gelen tek şey budur.
Kapatılmıyorsa
Resmi devlet anlayışı ve iktidara göre 20 yıl boyunca Kürt muhalefeti parti kapatarak bastırılmadığı anlaşılmış olmalı ki; bunun yerine, devlet ve iktidarın, bağımsız olması beklenen yargıyı aşarak parti kapatmaya giden yolu açmadan Kürt muhalefetini başka yöntemlerle bastırma arayışına girdiğini pekâlâ söylemek mümkün.
Bu sürecin, (KCK operasyonları) PKK ile müzakerelerin yoğun yapıldığı döneme (2008-2011) denk gelmesi ise ayrıca düşündürücüdür.
Son MİT yasasının tartışıldığı akşam Meclis'te konuşan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, "Devlet uygun görürse PKK ile yine görüşülür" demişti. Bakan Ergin'in açıklamalarından bir kaç gün sonra, dün Star gazetesindeki yazısında AKP Milletvekili ve Başbakan Erdoğan'ın siyasi danışmanlarından Yalçın Akdoğan, "Devletin PKK ile müzakere ve görüşme düzeyinde bir ilişkisinin hiçbir zaman olmadığını" söylemişti.
Konunun PKK kanadını da dikkate aldığımızda BDP hakkında şimdiye kadar kapatılma davasının açılmaması, -AİHM'e gerçeğine rağmen- sadece ve sadece yargısal bir süreç değil, yargı ve çevresinin, yine o çevrenin yargı üzerindeki etkisiyle yukarıda sözü edilen resmin oluştuğunu söylemek mümkün.
AİHM, siyasal partiler şiddete başvurma yöntemini açıkça benimsemeseler de amaçları bakımından demokrasiye bir tehdit oluşturdukları takdirde kapatılabilirler görüşünü ve pozisyonunu korurken; Türkiye Cumhuriyeti devletinin mevcut yasalarına göre BDP, hali hazırda 68. ve 69. madde ile SPK'nın ilgili hükümlerine göre KCK bazlı 'yasadışı eylemler'in "fiili odağı" durumundadır demek sadece siyasi bir yorum olarak kalmamalıdır. Bu aynı zamanda pekâlâ hukuki bir yorum da olabilir.
Bu gerçekliğe rağmen, BDP'ye yönelik girişilecek bir kapatma davasının yaratacağı kamu etkisi düşünülüyorsa, ülkede adaleti esas alan yasaların kıvama ve nabza göre renk ve tutum değiştirdiğini söylemek mümkün.
Siyasal iktidarın, yargı ve yargıyı çevreleyen güçlerin ve muhalefetteki diğer partilerin de bunu kabul etmesi ve halkın böyle bilmesi gerekir kanaatindeyim. Ya da tersinden okuduğumuzda, kendi elleri ve vicdanlarıyla verdikleri yanlış kararlara rağmen, oluşan kamu baskısına göre çıkıp "vicdanımız el vermedi" diyen yargıçlarımızın (bkz: Hrant Dink davası) varlığı durumu daha da vahim kılmamız gerektiğini anlatıyor.
Özetle, bugün siyasal kudret, yargı ve yargıyı çevreleyen odaklar BDP'nin kapatılmasını çıkarlarına uygun görmüyor. Önümüzdeki genel ya da yerel seçimler arafesinde -ki bu ara dönemde muhtemelen KCK davalarının bazıları sonuçlabilir- BDP için 'bölücülük' gibi bir nedenle kapatılma davası açılırsa o zaman şaşırmamak gerekir.