Türkiye Cumhuriyeti devleti, kuruluşundan bu yana, Nazım Hikmetlerden Sabahattin Alilere, Musa Anterlerden Ragıp Zarakolulara kadar, muhalifleri susturmayı bir gelenek saydı. Ancak hiçbiri, AKP'nin 'ustalık' döneminde tutuklanan gazetecilerin özgürce yazabilmesine varan yolda 90'larda canlarını ödeyen özgür basının onurlu çalışanlarının verdikleri bedel kadar kanlı ve acılı olmamıştı.
Devlet, 1990'larda sorgulamadan, tutuklatmadan direkt öldürüyordu. Kurşunla sansürün(1) tedavülde olduğu yıllardı. Yeni Ülke, Özgür Gündem, Özgür Ülke ve muhalif geleneğini miras alan gazete çalışanlarının canıyla verdiği bu bedel, bugün Türkiye basın tarihinde utançla anılıyor.
Baskıcı ve otoriter devlet, bugün tutuklama yöntemiyle seslerini kısmaya çalıştığı gibi o dönemde sakıncalı fikir sahiplerini açıkça/gizlice katlederek tümden susturma niyetindeydi.
Devletin ve devlete hükmeden güçlerin kirli ve anti-demokratik politikalarını ortaya çıkaran, yalanlarını ifşa eden ve riyadan oluşturulmaya çalışılan bellekleri deşifre eden deklanşör ve kalem sahiplerinin cesareti ve onuru, başta Kürtler olmak üzere ezilen tüm halkların ve tabii ki meslektaşları basın emekçilerinin saygısını çoktan hakkediyor.
O saygıyı hakkeden gazetecilerden biri hiç kuşkusuz Cengiz Altun'dur.
Altun'u dönemin Türk medyasının usta çalışanlarından ayıran en belirgin özelliği, Oscar Wilde'ın "değerli fikir" tanımına uyan bir yolda gazetecilik yapıyor olmasıydı. Wilde'ın, "Tehlikesiz bir fikir, fikir denemeyecek kadar değersizdir" sözüne göz kırparcasına, devlet bildirilerini baz almadan özgürce ve tutkuyla mesleğini icra eden Altun, 1992'de Türkiye'de katledilen 14 gazeteciden sadece biriydi.
Altun'un ölüme inat onurlu haberciliği
Cengiz Altun, gazeteciliğe Yeni Ülke'de başladı. Resmi ideolojiye her sayısıyla bir barikat gibi karşı çıkan Yeni Ülke siyah beyaz yayınlanıyordu. Gazetede, Kürdistan yerine "K........" denildiği yıllardı.
Geceden Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) savcılarının yetkisi ve jet kararlarıyla sansür edilen haberlere ayrılan kısım ve sayfaların boş ve beyaz çıkması, sansürü uygulayanların karanlık yüzlerine sessizce indirilmiş bir tokat gibi durduğu, basın üzerinde baskının yoğunca yaşandığı dönemdi.
Bu, aynı zamanda çocuk gülüşlü Cengiz Altun ve arkadaşlarının, utancın zerresinden yoksun resmi tarihin belleğine iyi niyetiyle girmeyi başarmış haşarı suç ortaklarının, gizil bir mesajından başkaca bir şey değildi aslında. Çıkan her boş sütun ve beyaz sayfa devletin hanesine "utanç" diye yazılıyordu.
Haberleri sansür edilse de arşivler hep haklı çıkartıyordu Cengiz Altun ve sansüre inat inançla canlarını feda eden onurlu meslektaşlarını.
Cengiz Altun böyle bir ortamda ülkenin en sakıncalı gazetesinde kaleme sarılmıştı. Batman'da o dönem sıkça işlenen faili meçhullerde devletin ve din kılıfına sarılmış taşeronlarının parmağı olduğunu durmadan bildiriyordu. Altun, önce İstanbul Cağaloğlu'ndaki Talas Han'a oradan da kalabalık gözlerden uzak gazete okurlarına ulaşmayı başarıyordu.
Cengiz Altun iyi bir gazeteciydi. Her şeyden önce babacan ve sağlam duruşlu diye tabir ettiğimiz bir karakteri vardı. Dönemin zor şartlarında canı pahasına haber yapan Altun, hemen hemen her hafta tehditler alıyordu.
Altun, her defasında tehditler aldığını Batman Cumhuriyet Savcılığı'na verdiği dilekçelerle belirtmiş, fakat savcılık kendisini ne ciddiye almıştı ne de tehdit iddialarını. Bölgede işlenen cinayetlerle birlikte Altun'a yönelik tehditler de artınca Kasım 1991'de savcılığa son bir umutla bir dilekçe daha vermişti.
Bu dilekçe, aynı zamanda Altun'un verdiği son başvuru olarak devlet koridorlarında kayda geçirilecekti. Yeni Ülke muhabiri Cengiz Altun, son dilekçesinden tam üç ay sonra, 24 Şubat 1992 tarihinde Batman'da, sabah saatlerinde -şayet hain denilecekse- işte böyle silahlı ve hain bir saldırıda gazete bürosuna giderken öldürüldü.
Kutlu Savaş'ın itirafı
Türk medyası o dönem sayfalarında Altun suikastını sıradan ve adi bir cinayetmiş gibi verdi. Fakat Altun'un arkadaşları olayın peşini bırakmadı. Cinayette failin devlet olduğundan kuşkuları yoktu.
Cinayetten yaklaşık bir yıl sonra, Diyarbakır-Mardin karayolu Odabağ Kavşağı'nda kimlik kontrolü ve arama yapan Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi polisleri, İsmail Emsen adlı bir kişiyi, üzerinde 9 milimetre çapında ruhsatsız bir tabanca ile yakaladı.
Silah üzerinde yapılan balistik incelemede, gazeteci Cengiz Altun'un bu tabancayla öldürüldüğü belirlendi.
İsmail Emsen polise verdiği ifadede, "Hizbullah" taraftarı olduğunu ve tabancayı kendisini korumak için kardeşi Metin Emsen'den aldığını söyledi.
İsmail Emsen, tutuklanarak Diyarbakır Cezaevi'ne konuldu. Ancak polis bu aşamadan sonra, ne Metin Emsen'i bulmuş ne de olay hakkında detaylı bir soruşturma yapmıştı. İsmail Emsen ise Cengiz Altun'un öldürülmesiyle ilgili olarak değil, "ruhsatsız silah bulundurmak" suçundan tutuklanmış ve kısa bir süre sonra serbest bırakılmıştı.
Cengiz Aktun'un öldürülmesinden dört, İsmail Emsen'in yakalanmasından tam üç yıl sonra Susurluk'ta meydana gelen kazayla birlikte iyice belirginleşen kontrgerilla gerçeği üzerine "Susurluk Raporu"nu hazırlayan dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş, bölgede öldürülen diğer gazetecilerle birlikte Cengiz Altun'un da devlet tarafından öldürüldüğü itiraf etmişti.
Bu itiraf, kurşunla susturulmuş bir insana bahşedilmiş bir onurdu aslında. Bu itiraf, devletin birer şubesi gibi çalışan dönemin boyalı basınının aksine, sarsılmaz bir gerçeklikle gazetecilik yapan Cengiz Altun'un mükemmeliğini de kabul ettiğinin itirafıydı. Çünkü, genç gazeteci Altun ölümüyle yaşlı ve profesyonel devleti deşifre etmişti.
Cengiz Altun'un kısa hikâyesi; gücünü Voltaire'den alan gerçeğin inançlı ve aydınlık avcıları ile bu gerçeğin peşine düşenlerin, "Uludere'yi görme" diyen sahibinin sesi, karanlık avcıları arasındaki farkın tam da özetidir.
Gazeteci Cengiz Altun, bundan 20 sene önce bugün katledildi.
Gazeteci Cengiz Altun, artık Batman'da sadece bir mezarlık adı değil.
Gazeteci Cengiz Altun, devlette sır olmuş cinayetlerin karanlığına inat, ışık olmaya devam ediyor...(2) (FA/HK)
1- Kurşunla Sansür / Gazeteci Cinayetleri, Ozan Yayıncılık / Yahya Koçoğlu
2- Faruk Arhan daha önce PolitikART'ta yayınlanan yazısını Altun'un ölüm yıldönümü dolaşısıyla bianet için güncelledi.