Geçtiğimiz Salı günü sabahın erken saatlerinde evimizin kapısı çalındığında gelenleri önceden tahmin etmek hiç de zor olmadı. "Arzu Demir siz misiniz?" sorusuna verilen "Evet, ne vardı?" yanıtının ardından beklediğim sözü duymuştum: "PKK/KCK terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında hakkınızda arama, yakalama, soruşturma kararı bulunuyor."
Bekliyor olmamın nedeni, gözaltı ve tutuklamaların yarattığı paranoya hali değildi elbette. Adeta iki yıldır departman departman devam eden operasyonlarda sıranın basında olduğu izlenimiydi. Bu operasyonun benimle olan kısmı ise, sosyalist bir gazeteci olarak Roj Tv ve Fırat Haber Ajansı ile kurduğum ilişkiydi.
Sonunda kendimi Vatan Caddesi'ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nin (TMŞ) hücrelerinden birinde buldum. Yalnız olmayacağımı da biliyordum. Ki öyle oldu. Hücreler bir anda şenlendi! DİHA, ANF ve Gündem Gazetesi'nden meslektaşlarımla buluşmuştuk! Bu buluşmaya bizden biraz uzaktaki nezarethanede, kitaplarımız, dergilerimiz, haber notlarımız, fotoğraf makinelerimizin hafıza kartları da katılmıştı.
Gizli sorgu
TMŞ günleri üç gün sürdü. Bu sırada bizi gözaltında tutan TMŞ polislerinin en büyük arzusu, "sohbet" etmekti. Başka bir ifade ile gizli sorgu. Emniyette artık "ileri demokrasi" nedeniyle sorgu gündemden çıkmış, "sohbet" adı altında gizli sorgular yerini almıştı. "Sohbet" jargonu da döneme gayet uygundu: Okyanus ötesinden bir esintiyi taşıyordu.
Bütün siyasi davalarda rutin haline gelen "kısıtlama, gizlilik" kararı bu davada da karşımıza çıkarıldı ve hakkımızda hazırlanan dosyaya ilişkin ne biz ne de avukatlarımız herhangi bir bilgi alabildi.
Perşembeyi Cuma'ya bağlayan gece adliye yolculuğumuz başladı. Saat 03.30 gibi Adli Tıp Kurumu tabipliğinden raporlarımız alındıktan sonra, Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne vardığımızda saatlerimiz 05.00'i gösteriyordu. Savcılık sorgularımız ise saat 10.30 gibi başladı.
Almanya nere, Kandil nere!
Avukatlarımızın büyük çaba göstererek bir parça aralayabildiği dosyadan edindiği çok kısmi bilgilerin ardından sorgulama başladı. Önce 2002 yılının Şubat ayında Bağımsız İletişim Ağı'nın Henrich Böll Vakfı ile birlikte organize ettiği çalışma kapsamında 10 meslektaşım ile birlikte yaptığım Almanya ziyareti, karşıma Kuzey Irak ziyareti olarak çıkarıldı.
Ben aslında Almanya'ya değil de, Kuzey Irak'taki PKK'nin bir toplantısına gitmiştim! Çünkü dosyada Almanya'ya gittiğimden hiç bahsedilmiyor, "Yurt dışına çıktı" denilerek, Kuzey Irak iması yaratılmak isteniyordu. Ancak sahte delil uydurma amacı taşıdığı her halinden belli olan plan bir anda bozuldu. Öncelikle Kandil'de yapıldığı söylenen konferansın tarihi, benim Almanya ziyaretimden bir buçuk yıl kadar sonraydı.
Sadece benimle ilgili delillerde değil, meslektaşlarıma yönelik iddiaların tüm delilleri de benzer özellikler taşıyordu. Haber notlarımız örgütsel doküman, haberlerimiz ise, örgüt talimatıyla yapılan haberler olmuştu. Haberlerde görevimizin başındayken polis tarafından gizlice çekilen fotoğraflar bile deliller arasına alınmıştı.
Biz gazeteciyiz
En büyük deliller ise, bir gazeteci olarak Roj TV ile yapılan canlı yayın görüşmeleriydi. En büyük soru ise neden Roj Tv'ye bağlandın? Büyük anlamlar yüklenen bu sorunun cevabı son derece basitti: Biz gazeteciyiz.
Arkadaşım DİHA muhabiri Çağdaş Kaplan'ın dosyasındaki delillerden biri, poşu taktığı için 22 aydır tutuklu bulunan Cihan Kırmızıgül'ün telefon defterinde numarasının bulunmasıydı. Dosyada, Kırmızıgül'ün "KCK üyesi" olduğu iddia edilirken, Kaplan da "aralarında örgütsel bağ olabileceği" gerekçesiyle gözaltına alındı ve ardından da tutuklandı.
Arkadaşım DİHA muhabiri Evrim Kepenek ise, "Rizeli senin gibi biri neden DİHA'da çalışıyor?" sorusu ile karşılaştı. Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.
İddiaları güçlendirecek deliller ortada olmadığı için olsa gerek, dosyaya gizli tanıklar eklendi. Bu tanıklar üzerinden meslektaşlarımız çeşitli ithamlarla karşılaştı.
Savcılık sorgusunun ardından yedi meslektaşımız serbest bırakılırken, 42 kişi mahkemeye sevk edildik. Sorgu hakimliğindeki ifadelerin ardından beklemeye başladık. Sadece o anda değil, gün boyu ve gözaltı boyunca en büyük desteğimiz arkadaşlarımızın, meslektaşlarımızın bizler için yaptığı dayanışma eylemleri oldu.
İlk aldığımız haber, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün karşısına bir çadır kurularak nöbet tutulacağıydı. Haber sevindiriciydi. DİHA ve Özgür Gündem çalışmasının baskın günü Atılım Gazetesi ve ajansımızda yapılması, Gündem Gazetesi'nin ziyaret edilmesi, Taksim'de kitlesel yürüyüş, milletvekillerinin muhabir olarak habere çıkması... Hepsinin haberi biraz geç de olsa parça parça bize geldiğinde yüreğimiz aydınlandı.
Adliye binasında ise en büyük destekçimiz, her fırsatı değerlendirerek polis engelini aşıp bize bir selam vermeye çalışan meslektaşlarımızdı. Bir selamı, bir gülüşü bekleyişimizi kolaylaştırdı.
Yolumuz cezaevine çıktı!
Beklerken, adliye binasından çıktığımızda yollarımızın evlerimizden çok, Bakırköy ve Metris tarafına doğru yöneleceğini biliyorduk. Son iki yıldır yapılan siyasi operasyonların temel özelliği buydu.
Mahkeme sonucu ise bizi şaşırtmadı. Savcılıktan 7, tutuklama talebiyle sevk edildiğimiz mahkemeden sadece 6 kişi serbest bırakılırken, 36 arkadaşımız ise tutuklanarak cezaevine gönderildi. Onlar, kısa bir vedalaşmanın ardından uzun süre tutulacakları cezaevine gönderilmek üzere polis araçlarına bindirildiler ve "Özgür basın susturulamaz" sloganıyla adliye binasından uğurlandılar.
Ramazan, Mazlum, Fatma, Kenan, Sadık, Semiha, Çağdaş, Ömer, Zuhal, Pervin, Nilgün, Zeynep, Nahide, Ömer, Davut, Hüseyin, İsmail, Dilek, Sibel, Ertuş, Çağdaş, Nevin, Nurettin, Ayşe, Yüksel, Oktay, Ziya, Haydar, Safiye, Selahattin, İrfan, Ali, Mehmet Emin, Çiğdem, Cihan ve Saffet. İddianamelerinin yazılıp ilk mahkemeye çıkartılmak için aylarca bekleyecekler.
Onlar, herkese selamlarını gönderdi. Bir de "Bizi unutmayın" dedi. Unutmamak boynumuzun borcu! Bunun için de, meslektaşlarımız serbest kalıncaya kadar, eylemli bir dayanışma göstermek için hepimiz iş başına! Kolaylıklar. (AD)
* Arzu Demir, Etkin Haber Ajansı (ETHA) editörü.