Hava çok soğuk.
Yağmur yağıyor.
Bir şafak vakti kapıları çalınan, ne zaman biteceği belirsiz bir yolculuğa çıkarılan gazeteci; önce evinin aranmasını, herkesten gizlediği notların didik didik edilmesini, sevgilisine yazdığı mektuba "delil" muamelesi yapılmasını, arkadaşına bile vermediği kitabına "el konulmasını" izliyor...
20 Aralık Salı günü gazetecilerin evleri basıldı. Sabah 05:00'te gelen polisler, uzun bir "arama"dan sonra gazetecileri, İstanbul Vatan Emniyet Genel Müdürlüğü'ne götürdü. Gözaltı işlemleri yaklaşık 12 saat sonra, 17:00'de tamamlandı.
Belki korkmuş, belki hasta, belki aklı yarım kalmış işlerde bazılarının. Birçoğu geride kalanların ne kadar üzüleceğini düşünüp kendini unutuyor.
Sonrası açlık, sonrası uykusuzluk, sonrası sigarasızlık...
Gözaltına alınan çoğu gazeteci toplam 49 kişi, Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) soruşturması kapsamında Cuma sabahı yine şafak vakti otobüslere bindi.
Önce Adli Tıp Kurumu'na, sonra da uzun saatlerini geçirecekleri, "kararın verileceği" yere, Beşiktaş Adliyesi'ne götürüldüler.
Baskın, arama, gözaltı sürecinin kendilerinde yarattığı tahribatı da ancak o zaman görebildik. Dört günün sonunda ilk kez yemek yedi bazıları, Emniyet soğuktu, otobüs soğuktu, adliyenin nezarethanesi de öyle.
Sonra savcıya ifade verme süreci başladı. Tabii ki saatler sürdü. İşte "ağır cezalık" sorulardan bazıları:
"Bu haberi neden yaptın?
"Talimatla haber yaptın mı?
"Askerdeyken neden arkadaşınla konuştun?"
"O gazete senin haberini niye alıntıladı?"
"Neden bu siteye yazı yazdın?"
"Niye bu yayında çalışıyorsun?"
"Neden başka bir gazeteciye haber gönderdin?"
Bir avukat, "Dosyada suç unsuru yok, sordukları sorular da haberleriyle ilgili. Savunma yapmıyoruz, gazetecilik anlatıyoruz" diyerek çıktı salondan.
Aynı sorular mahkemede de devam etti.
Gazetecileri, arkadaşlarımızı, ancak akşam 22:00'de, mahkemeye sevk edildiklerinde, duruşma salonunun avukatların girmesi için aralanan kapısından görebildik. Birkaç dakikalığına.
Aralarında Zeynep Kuray da vardı. Zeyno. Belki de arkadaşım olmasından çok gazeteciliğine duyduğum saygı nedeniyle orada onunla sabahladığım Zeyno. O mahkeme salonunda ben kapısında.
Hava çok soğuktu.
Duruşma salonunun aralık kapısından gördüm onu. İlk kez bu kadar yorgun görünüyordu. Ama gülüyordu. Gözaltına alınırken de adliyeye getirilirken de güldüğü gibi gülüyordu. El salladık birbirimize. Kapı kapandı sonra.
Çağdaş'ı gördük sonra, hem Çağdaş Ulus'u hem Çağdaş Kaplan'ı. İsmail Yıldız'ı. Diğerlerini.
Hepsi çok yorgun görünüyordu ama hepsi gülüyordu. O gece orada gazetecilikleri sorgulandı, neden gazetecilik yaptıkları, neden "memleket meselelerini" kendilerine dert edindikleri neden yaşıtları gibi tek dertlerinin kariyer olmadığı...
Cevabı onların gülüşünde, dik duruşunda, "Ben yanlış bir şey yapmadım, gazetecilik yaptım" deyişlerindeydi.
Toplam 24 saat kaldıkları adliye nezarethanesinden çıkarılıp birer birer duruşma salonuna getirilirken akıllarından neler geçiyordu bilmiyorum. Bildiğim bir şey var: Hava çok soğuktu.
O gün çoğu gazeteci 36 kişi tutuklandı. Kadınlar Bakırköy'e, erkekler Metris'e... Biz evimize döndük, Zeyno'yu ve diğerlerini ring aracında bıraktık, parmaklıkların ardında.
Hava çok soğuktu.
Üç gün sonra, ben bu yazıyı yazarken bir mesaj geldi Zeyno'dan, kendi yazamadığı haberleri bizim yazmamızı isteyen.
Gazeteciler artık Zeyno'nun, Çağdaş'ın, İsmail'in adına da çalışmak, onların yazamadıklarını yazmak zorundalar. Onların uğruna hapse girdiği haberleri yapma sırası bizde şimdi... (AS)