Bundan iki yıl önceye gidiyoruz. Fransız Kültür Merkezi’nde Filmmor’un düzenlediği festival açılış toplantısındayız.
Kadın bir yönetmen sinema sektöründe kadınların film yapabilmesi için yeterince bütçe ayrılmadığı gibi bir dizi sorunu anlatıyor. Zor bir yolculuk olsa da bu yolculuğa çıkacağını söylüyor. Anlattıkları ilgimi çekince kendisinin bir sinema fikri olup olmadığını soruyorum.
Artvin’de arıcılıkla uğraşan Ayşe’nin doğaya ve kendisine karşı verdiği mücadeleyi anlattığı bir film senaryosu yazdığını söylüyor.
O gün anlatılan film “Kovan”…
Film bugün Malatya Film Festivali, Yönetmenler Birliği, Boğazici Festivali, Kayseri Festivali gibi bir çok ulusal ve uluslararası festivalden ödülle döndü.
Filmmor’un festival açılışında filmini yapmak için mücadele edeceğini anlatan kişi de “Kovan”ın yönetmeni ve senaristi Eylem Kaftan.
Filmin oyuncu kadrosunda ise Meryem Uzerli, Feyyaz Duman, Burcu Salihoğlu, Hakan Karsak gibi isimler yer alıyor. Film, insan-doğa-arılar ilişkileri üzerine yeniden düşünmemizi sağlarken, özellikle pandemi süreciyle birlikte hayatımızdaki rutinlere, tüketim alışkanlıklarımıza, doğa ile kurduğumuz bağa yeniden bakmamıza yol açıyor.
Eğer pandemi süreci yaşanmasaydı film Mayıs'ta vizyondaydı. Şimdi sinemaların yeniden açılması bekleniyor. Filmin yönetmeni Eylem Kaftan ile “Kovan” ve doğa-kadın-insan-arı ilişkileri üzerine söyleştik. Elbette, sinemadaki "cinsiyetçiliğe" de parantez açmayı ihmal etmedik.
Kovan, annesinin vasiyetiyle memleketi Artvin’e dönüp arıcılığa başlayan Ayşe’nin öyküsünü anlatıyor. Nereden aklınıza geldi?
TRT Belgesel kanalında “Biçiftlik” isimli şehirli çiftçilerin doğaya göçünü anlatan bir belgesel dizisinde yönetmenlik ve sunuculuk yapıyordum.
Anadolu’nun farklı şehirlerinde şehirli çiftçilerin, modern yöntemleri doğaya uygulamaya çalışırken yaptığı hatalar, yerel halkla yaşadıkları trajikomik çelişkiler, doğayla verdikleri çetin mücadele ilgimi çekti.
Bu yolculukta Doğu Karadeniz’de karşılaştığım arıcı bir kadının gerçek hikâyesinden esinlendim. Karadeniz insanı doğada ayılarla karşılaşmaya çok alışkın. Arıların ve ayıların arasında kalan şehirli bir kadının hikâyesi beni çok heyecanlandırdı.
"Bütçe süresi sabır istiyor"
Filmi çekmeden önce senle kısa bir söyleşimiz olmuştu. Film için bütçe aradığınız özellikle kadınların desteklenmediğini söylemiştiniz. Sonra nasıl bulundu bütçe?
Filmin bütçe bulma kısmı hem zordu, hem kolaydı. Zorluğu filme bütçe bulmaya çalışırken aşama aşama pek çok eşikten geçmen gerekiyor.
Sanatsal iddiası olan filmler fonlar olmadan yapılamıyor. Daha fikir aşamasında festivallerde rüştünü ispatlaması gerekiyor. Kovan’ın hikâyesi insanları duyar duymaz heyecanlandırdığı için daha ilk aşamalardan pek çok destek ve ödül alarak ilerledi. Bütün bu aşamalardan geçmek zorunda olunduğu için meşakkatli, çok sabır gerektiren bir süreç. Bir destek alsan bile diğer destekler eksik kalırsa filmi yapamıyorsun.
Kültür Bakanlığı en önemli destek oldu. En büyük destekçilerimizden, TRT’nın projeyi sahiplenip, ortak yapımcı olmasıyla ise artık filmi çekebileceğime ikna olmuştum.
Ama yine de bütçede hala açık kalınca Haluk Levent, Ahbap Platformu ile imdadımıza yetişti. Doğa duyarlılığı yüksek olan Ahbap Platformu’na gişe gelirlerinden geri dönüşte bulunarak, bir ilke de imza atmış olduk. Tema vakfı kurucusu Nihat Gökyiğit, ANG Vakfı’nın da kıymetli bir desteği oldu.
“Artvin’de Macahel’de olmak rüya gibiydi”
Yola çıkış ve ekibin toplanması nasıl oldu? Ayrıca İstanbul’dan Artvin’e gittiniz..Nasıldı Artvin?
İçinde kısmen mistik ögeler barındıran bir hikâye olduğu için doğanın vahşi gizemini yansıtacak atmosfer benim için çok önemliydi. Defalarca bölgeye gidip, köy köy dolaşıp, mekân baktım. Sonunda hikâyenin geçeceği ideal atmosferi Macahel’de buldum.
2500 metre yükseklikte, bulut denizlerinin arasında, vadilerin arasında bir dağ köyü, Camili köyünde çektik filmimizi. Artvin’de Macahel’de olmak bir rüyada olmak gibiydi.
Bütün köy filmi sahiplendi, neredeyse herkes filmin bir ucundan tuttu. Yaklaşık elli kişilik bir ekiple bir ay boyunca köyde kaldık. Ekibimizin bir kısmı yerel halkın evlerinde konakladı. Hepimizin hayatının en unutulmaz dönemlerinden biri olacak sanırım.
“Film ekibi arılarla konuşur hale geldi”
Film arılara dikkat çekiyor, doğayla bağ kuruyor. Siz de filmi çekmeye gidince doğa ve arılarla yeniden bağ kurdunuz mu?
Kesinlikle. Sadece ben değil tüm ekibin hikâyenin vermeye çalıştığı mesajı içselleştirmesini istedim. Oyuncular olsun, ekip olsun hepimiz gitgide Macahel’in gizemli doğasıyla bağımızı güçlendirdik. Oyuncularımız çok korktukları arıları ellerine alıp, arılara dokunmayı, onlarla konuşmayı öğrendiler.
Meryem Uzerli, en büyük korkusu arı olmasına rağmen yüzünde arı dolaştırılmasına izin verdi. Arıların habitatında çekim yaptığımız için, onları rahatsız etmemek için sette hep bir sessizliği hâkim kılmaya çalıştık. Titreşimle hareket eden çok hassas varlıklar olduğu için titreşimlerimizi onlara uydurduk. Çünkü bize kızıp, saldırabilirlerdi de. Dönem dönem bizi sokmalarına rağmen, sanırım bizden büyük bir şikâyetleri olmadı.
“Arı uzmanları sürekli yanımızdaydı”
Korkmadınız mı arılardan?
Elbette, benim şahsen pek çok konuya dair pek çok korkum var. Ama korkmama rağmen korkumun üstüne gitmeyi severim. Zaten hikâyemiz de korkuya kapılıp, hata yapan bir kadını anlattığı için iç dünyamdaki korkulardan yola çıkıyor. Ama yanımızda daima arı uzmanı insanlar vardı.
Özellikle Filiz Gülbin’e buradan teşekkür etmek istiyorum. Ana arı üretimi yapan Filiz ve annesi bizim danışmanlarımızdı ve bizi daima güvende hissettirdiler.
Filmde Ayşe kendi iç sıkıntısını da çok yaşıyor. Yani filme bir kadının kendisini tekrar keşfetmesi ve ya kendiyle yüzleşmesi diyebilir miyiz?
Arıların dünyasıyla Ayşe’nin dünyası arasında tanımlanması zor bir paralellik var. Ayşe kendi doğasına yabancılaşmış olduğu için, doğaya hâkim olmaya çalışıyor.
Mükemmeliyetçi ve her şeyi kontrol etmeye çalışan tabiatı, yaptığı hataların sonucunda kendisini yüzleşmeye zorluyor.
Doğa ana ona öyle bir ders veriyor ki, sonunda o da her şeyi kontrol etmeye çalışmasının beyhude olduğunu anlıyor. Ama daha fazla spoiler vermeyeyim.
“Kovan bugünü anlatıyor”
Arılar açısından bir söz söylüyor film.. Buna dair siz ne söylemek istersiniz?
Biliyorsunuz besin zincirinin en önemli halkasıdır arılar. Zaten filmde şöyle bir cümle var. “Arıcı arısını değil, arı arıcısını seçer.” Sandığımız kadar doğanın en zeki varlıkları olmadığımızı bize sürekli hatırlatan süreçler yaşıyoruz. Şu anda da böyle bir süreçten geçiyoruz. Tüketim kültürü, doğanın dengesini bozmak bizi bugünlere getirdi. Kovan’ın bu anlamda zamanın ruhunu yakalayan bir film olduğunu düşünüyorum.
İnsanı daha gösterişsiz, daha doğal olmaya teşvik eden, aslında sandığımızdan çok daha az şeye ihtiyaç duyduğumuzu anlamamızı sağlayan bu mesajı inşallah bu süreçte anlarız. Kovan bu anlamda tam da bugünü anlatıyor.
Yeni film projeleri var mı kafanızda?
“Gerçek Bir Kadın” isimli yeni bir senaryo üstünde çalışıyorum. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nden Senaryo Desteği aldı. Bu kez kendi yaşam öykümden esinlenerek yazdım.
Öldürülmüş olan halamın izini sürdüğüm, polisiye unsurlar barındıran bir hikâye. Eskilerin hikâyesinin peşine düşerek, dünyada kendine yer edinmeye çalışan bir genç kadının hikâyesi.
“Kadınları bırakın biraz da kadınlar anlatsın”
Gelelim erkeklerin daha görünür olduğu sinema sektöründe kadın yönetmen olarak var olmanın zorluklarına… Nelere yaşadınız nelere tanık oldunuz?
İnsanlara baktığımda erkek ya da kadın olmalarından ziyade, şahsiyetlerine, varoluşlarına, hayatla kurdukları ilişkiye bakıyorum diyerek söze başlayayım. Maalesef kadın ya da erkek yönetmenin önünde bir sıfat olmamalı ama o günlere gelene kadar kat etmemiz gereken uzun bir yol var. Neden? Çünkü hayatı algılayışımızı bu kadar kuvvetli bir şekilde şekillendiren bir ifade biçiminin, sinemanın, yaratımında kadınlara bu kadar az yer verilmesi kabul edilemez.
Kovan’ın gösteriminden sonra benle konuşmaya gelen kadın izleyicilerin böyle hikâyelere ne kadar ihtiyaç ve hasret duyduklarını duymak beni çok mutlu etti.
Bugün dünyada ve Türkiye’de kadın yönetmenler yüzde onda bile değiller. Kendimi çoğu zaman sektörde yanlışlıkla bir erkek kahvesine adım atmış gibi hissediyorum. Daha kaç tane baba oğul hesaplaşma hikâyeleri izleyeceğiz? Ya da kadınların aşk, bela ya da cinsellik nesnesi olmak dışında bir özelliği olmadığı filmleri?
Kadınları bırakın biraz da kadınlar anlatsın. Burada feci bir dengesizlik görüyorum. Kadın izleyiciye de özdeşleşebileceği karakterler için şans tanımalıyız.
"Erkek jüriler kadınlarla empati kuramıyor"
Erkek egemen sinema yapısına dair sizin çözüm önerileriniz nedir?
Çözüm acilen toplumsal cinsiyet eğitiminin yaygınlaştırılması. Çünkü derdimizi anlatamadığımızı düşünüyor ve üzülüyorum. Aamir Khan’la ilgili nefis bir belgesel var. Toplumsal cinsiyet eğitimi alana kadar gözünün önünde bir perde olduğunu söylüyor. Perde kalktıktan sonra kendisini cinsiyet eşitliğine adamış.
Fon kuruluşlarının, kanalların, festivallerin, jurilerin bu konuya dair duyarlılıkların olması ve kadınlara yer açması lazım. Festivallerde ödül verecek kadın oyuncu bile bulunamıyor bazen, çok az kadın karakter olduğu için. Jürilerde mutlaka kadınlara yer verilmesi gerekiyor.
Erkek jürilerin kadın hikayeleriyle yeterince empati kurmadığını düşünüyorum. O zaman erkek jürilerin erkek yönetmenleri destekledikleri kadınsız listeler çıkıyor karşımıza.
Sadece erkeklerin baskın hali üretim anlamında değil sinemaya yansıyanlarda da ekrana getirilenlere de öne çıkıyor. Yani bakıyorsunuz filmlerde güçlü karakterler hep erkek, kadınlar sadece “sevilen” nesne gibi sunuluyor..Sizin filminiz öyle değil. Güçlü bir kadın karakter başrolde buna dair ne söylemek istersiniz?
Esinlendiğim karakter güçlü bir kadındı. Ama çok boyutlu bir karakter yaratmaya çalıştım, hatta bir anti kahraman yarattığımı düşünüyorum zira karakterime de eleştirel yaklaştım.
Mağdur, ezilen bir kadın yaratmak kolaya kaçmak olurdu. Bu tarz ajitasyonlardan hoşlanmıyorum. O anlamda Meryem Uzerli’nin canlandırdığı Ayşe karakterinin Türkiye sinemasında pek rastlanmayan kompleks bir karakter olduğuna inanıyorum.
Son olarak bizim aklımıza gelmeyen sizin eklemek istedikleriniz nelerdir?
Covid-19 sürecinin sinema sektörü üstünde etkisiyle ilgili son bir kaç şey söyleyeyim. Pandemi süreci olmasaydı bu ay Kovan vizyona girecekti. Bu bahar aylarında uluslararası yarışmasına seçildiğimiz, biletlerimizin dahi alındığı yedi tane festival son anda iptal oldu.
Bir çok online festivalden gelen tekliflere ise sıcak bakmadım çünkü biz filmlerimizi adı üstünde “sinema” için yaptık. Önümüzdeki dönemde sinemalar ne zaman açılır, insanlar ne zaman gönül rahatlığıyla sinemaya giderler bilemiyorum ama Kovan’ın vizyonu sonbahar ve sinema seyircisiyle tekrar bulaşacağı günleri sabırsızlıkla beklediğimi eklemek istiyorum. (EMK)