“Ondan istenen, kendisine parlak bir gelecek sunan herkesi ve her şeyi takdir ettiğini geri kalan yaşamı boyunca göstermesi olacaktı; yapmadı.”
İlk kez 53. Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde sunduğu, geçtiğimiz günlerde A&B Düşünce Atölyesi söyleşileri kapsamında tekrar ettiği “Anti Prenses Diana” sunumunda, psikiyatri uzmanı Dr. Berna Ermiş, Prenses Diana’yı “anti” yapan özellikleri anlatmaya böyle başlıyor.
“Kırılgan ve Direngen” kadınlar hakkında hazırlamayı planladığı sunumu için Prenses Diana’yı oldukça iyi bir örnek olması nedeniyle seçtiğini belirten Dr. Ermiş, onun yaşam öyküsünü araştırırken kimi zaman ne kadar kırılgan, kimi zamansa ne kadar direngen olduğunu anladığını söylüyor. Ölümünden yıllar sonra bile dünyanın farklı yerlerinde elinin değdiği pek çok insan tarafından özlem ve sevgiyle anılan, sözde bir peri masalının kahramanı olan Diana, evli olduğu dönemde kraliyet ailesi tarafından özel ve kamusal öncelikleri birbirine karıştırmakla ve monarşiye zarar verme potansiyeli taşıyan bir süreci isteyerek başlatmakla suçlanmıştı.
Dr. Berna Ermiş; şaibeli olduğu iddia edilen bir trafik kazası sonucu ölen ve yaşasaydı bugün 56 yaşında olacak olan Diana’yı hem prenses masallarının kahramanı yapacak hem de aynı masalı ters yüz edecek deneyimlere iten özelliklerin, psikiyatrik bir kavram olan “şemaları” nedeniyle yaşandığını belirtiyor. Diana’daki, erken çocukluk döneminden kaynaklı “kusurluluk, yüksek standartlar ve terk edilme” şemalarının, olumsuz deneyimlerle aktif hale geldiğinin görüldüğünü söylüyor. Farklı alanlarda eğitim almış, tüm dünyanın gözü üzerinde, yardımsever, annelik görevlerini yerine getirmekte başarılı olan prensesin, tüm bu iyi özelliklerine rağmen kendisini yetersiz gördüğünü ve beden algısında sorun yaşadığını, blumia hastası olduğunu belirtiyor ve şunları ekliyor: “Kusurluluk şeması nedeni ile ‘Galler Prensesliği’ adı altında statü yönelimli bir arayışa girmişti. Bunu her şeyden çok istedi. Kusurlu hissettikçe, telafi etmek için karşı saldırı olarak yüksek standartlar şeması tetiklendi. Bilinen şudur ki, bizim diğer kişilerle olan duygusal ve cinsel kimyamız genellikle onların bizde harekete geçirdikleri ya da bizim onlarda harekete geçirdiğimiz şemaları temel alır. Diana’nın da bu örüntüden kaçması mümkün görünmüyordu. Terk edilme ve kusurluluk şeması nedeni ile kendisini eleştiren, reddeden bir eşe böyle çekildi.”
Anti Prenses’in şemalarını tetikleyen Prens cephesinde yaşananları ise, Charles’in ilişkisini hiç bitirmediği Camilla ve Kraliçe’nin baskısı ile birlikte düşündüğümüzde, masalın sonunda Cesur Prens’in kazandığı(!) bir rekabetin izleri ile de karşılaşabiliriz. Diana’nın ölümüne dek yaşananların anlatıldığı sunumdan kısa notlarda bunun izlerini birlikte sürelim:
“Aşık olmak ne demekse o herhalde”
“Davetlere Diana ile Camilla da çağırılıyordu. Camilla her yerdeydi. Nişan ilan edilmeden önce Diana, tam bir sağlık kontrolünden geçti. Sağlıklı veliahtlar doğurması bekleniyordu. 24 Şubat 1981’de nişan ilan edildi. Basının sorduğu “Aşık mısınız?” sorusuna Diana ‘elbette’ cevabını verirken, Charles, ‘aşık olmak ne demekse o herhalde’ cevabını verdi. Diana’nın kırgınlığı gözlerinden okunuyordu.
Uyumsuzluk daha balayında kendini gösterdi. Diana kır yaşamını sevmiyordu. Duygularını gösteren bir kadındı. Charles ise çocukluğundan bu yana duygularını bastırmayı öğrenerek yetiştirilmişti. Diana istediklerini alamayınca üzülüyor, öfkeleniyor, Charles daha da uzaklaşıyordu. Düğünden sonra birkaç hafta içinde her şey değişti.
(…) Kraliyet ailesi mensupları ve saraylılar ‘monarşiye’ sanki dinmiş gibi davranır. Diana bunu reddetti. Kuruma karşı ise hep saygılıydı. Çocuğunu potansiyel kral olarak görmek yerine ona doğallığı, bastırılmamış duyguların kendiliğindenliğini öğretti. Oğluyla ilgilenmesini engelleyecek görevleri yerine getirmeyi reddediyordu. Hatta bir Avustralya gezisine William’ı da götürmek istedi. Bu yasaktı. Diana ısrar etti ve Kraliçe izin verdi. Bir kural daha yıkılmıştı...
Giysileri dikkat çekiyordu. Diana sayesinde Kraliçe bile elbisesine uyan renklerde eldiven giymeye başladı.
(…) Kendi ses kaydını aldı, bir yazarla anlaştı ve Charles’ın yıllardır onu Camilla ile nasıl aldattığını anlattı. Kitap 1992’de yayınlandığında büyük olay oldu. Basın açıklamasıyla Diana, kitapta yazılan her şeyi reddetti. Yıl sonunda ise parlamentoda çiftin ayrıldıkları açıklandı, Charles ile ayrı yaşamaya başladılar. 1995 yılında Diana’nın verdiği ‘Panorama’ röportajını, sadece İngiltere’de 15 milyon insan izledi. Röportajda ‘Evlilikte üç kişiydik, bu da biraz fazlaydı’ dedi. Bu son noktaydı. Kraliçe boşanmalarını istedi. 28 Ağustos 1996’da resmen boşandılar…
Diana, dünyanın birçok yerindeki insani yardım görevlerine kaldığı yerden devam etti. Boşanmadan hemen önce kalp damar cerrahı Hasnat Khan’la beraber olmaya başladı. Pakistanlı cerrahın ailesi bu ilişkiye karşıydı ve ayrıldılar. Ölümünden kısa süre önce Dodi Al Fayed’le beraber olmaya başladı. 31 Ağustos 1997 yılında Paris’te geçirdiği trafik kazasında sevgilisi ve şoförüyle beraber hayatını kaybetti.”
“Diana kurban seçilmişti”
Toplumun hem gözdesi, hem yüklenen görevlerin ağırlığı ve kişilik özellikleri nedeniyle tam bir ‘uyumsuz’ –anti prenses- olan ve basın başta olmak üzere tüm dünyanın izlediği bir gösteri kahramanına dönüşen Diana’nın, aslında bir kurban olduğunu da söylüyor Dr. Ermiş: “Global medyanın ve eğlence sanayilerinin gelişimi, şöhreti başlı başına bir meta haline getirmiş durumda. Bu durum kişilere çeşitli faydalar sağladığı gibi, bazı bedeller de ödetiyor. Böyle bir pazarlığın başlangıç noktası toplumun şöhretlere olan talebidir. Diana’nın şöhretinde başta kendisi olmak üzere ailesinin ve tüm yakın çevresinin talebini görebiliyoruz. Halkın kahraman arayışı ihtiyacı önceki dönemlerdeki gibi olmayıp, artık kusurlu kahramanlar aranıyor. Blumia hastalığı, fırtınalı boşanması, sarayla girdiği savaş ona henüz zafere erişememiş kusurlu bir kahraman imajı verdi. Kahraman görünen Diana kurban seçilmişti...” (ŞA)
Dr. Berna Ermiş yanıtladı: "Şema terapi nedir?" |
Bir çocuğun gelişimi için, her insanın karşılanmasına muhtaç olduğu birtakım evrensel ihtiyaçları vardır. Temel güven, kabul edilme, istikrar, özerklik, kimlik algısı, kendiliğindenlik, başkaları ile bağ kurma bu ihtiyaçlardan birkaçıdır. İşte bu ihtiyaçlar karşılanmaz ve eksik kalırsa, erken dönem uyumsuz şemalar gelişir. Şemalar kendimizle ilgili değiştirilmesi zor, çekirdek inançlarımızdır. Yaşam boyu kendilerini geliştirme ve sürdürme eğilimindedirler. Karşımıza çıkan yaşam olayları ve deneyimlerle aktiflenirler. Çoğu davranış kalıplarımız da şemalarımızla nasıl başa çıktığımızı yansıtır. Teslim olur, kaçar ya da baş etmek için aşırı telafi ederiz. Şema terapi yolunda önemli gelişmelerden biri de mod kavramıdır. Şemalar etkin hale geldikten sonra dünyayı algılama, görme ve ona tepki verme yollarını şekillendiren anlık baskın duygusal durumlar mod kavramı olarak tarif edilir. Uyumsuz çocuk ve ebeveyn modlarından örnek olarak bahsedebiliriz. İncinmiş çocuk modu, şema terapi uygulanırken sık çalışılan mod'lardan biridir. Bu sayede şema terapi esnasında, hasta ve terapist arasında duygular ön planda konuşulur. |