Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen 3. Sanatla Terapi ve Yaratıcılık Kongresi, bir yeniliğe de imza attı. Geniş bir katılımcı kitlesine ulaşabilmek için çevrimiçi tekniklerle ve yaklaşık iki aylık bir zamana yayılarak gerçekleştirilen kongre çok hraketliydi.
Kongrede, “Çocuklarla Travma Çalışmalarında Oyun ve Sanat”; “Sanatla Terapide Sinema Aracılığıyla Yasın Çalışılması”; “Müzik ve Ruhsallık”; Örseleyici Toplumsal Tartışmalara Karşılık Onarıcı Güç Olarak Hikâye Yazmak; “Travma Metafor Menüsü” gibi birçok farklı sunum ve çalışmalar gerçekleştirildi.
Yapılan söyleşilerden birisi “Sivil Duyarlılıkta Sanatla Terapi” başlığı altında, 6 Şubat depremlerinin ardından Hatay Antakya’da sürdürülen Psikososyal Destek Çalışmaları’nın sunumuydu.
Kongre düzenleyicilerinden ve Türkiye’de sanatla terapi alanının ilk uygulayıcılarından olan Prof. Dr. Nevin Eracar ile bu sunumu ve coğrafyamızın dinmeyen kolektif acısı deprem travmaları ile yasta sanatın onarıcı gücünü konuştuk...
Deprem sonrası devam eden barınma sorunları, temiz suya erişim güçlükleri, kişisel hijyen malzemelerine erişim, eğitim güçlükleri, adalet arayışı vb. temel sorunlar devam ederken, sanatın fiziksel ihtiyaçlara rağmen nasıl bir onarım, güçlendirme etkisi yaratabileceğine dair merak önde elbette. Bununla birlikte deprem travmasının ardından sanatla terapi, sanatın dışavurumcu gücü ile nelerin ifade edildiğini anlatır mısınız?
Travma sonrası iyileşmede, sanatın dışavurumcu gücünden ve kişiyi yeniden aktif hale getirip özneleştirici etkilerinden yararlanıyoruz. Bilindiği gibi travma dediğimiz durum bir etkilenme veya tetiklenme durumu. Yani; travma olayları değil kişileri, kişilerin etkilenme durumlarını, düzeylerini, sarsıcı olaylara karşı tepkilerini ifade eder.
Bir afet ya da benzeri durum, bu olayı yaşayan her insanda aynı etkiyi bırakmayacaktır. Bu nedenle de travmatik etkilerin tedavisi, yasın işlevsel şekilde yaşanması ve yaşamın olabildiğince olağan şekilde devam edebilmesi için afeti veya kaybı yaşayan kişilerin iç dünyalarındaki temsillere ulaşmak gerekir. Travmatik etki ne kadar derin ve büyükse sözle ifadesi o kadar zor ve bazen de imkansız olur. İşte sanatın dışavurumcu gücü bu noktada işlevsel bir alan açıyor. Bu alanda başlıca iki etkiden söz edebiliriz.
Birincisi renk, ses, hareket gibi unsurların duyguları ifade edebilmeye katkısı, diğeri de travma yaşamakta olan kişinin “dıştan etkiye maruz kalmış bir nesne” konumundan “hareket eden ve karar verebilen bir özne” durumuna geçebilmesi. Travma yaşayan kişilerde donakalma, hareketsizleşme, kendini sözle ifade edememe, yaşantıyı, deneyimi söze dökememe ve hiçbir şey olmamış gibi davranma (psikolojik inkar) halleri gözlemlenir.
Sanatın doğrudan travmatik yaşantıyı kışkırtmadan “adeta hınzırca” sembollerle ifade edebilme gücü ile bilinç dışına itilen deneyim, bilinç öncesine taşınmaktadır. Ortaya çıkan ürün; resim, müzik parçaları, öykü ve şiirler, tiyatro oyunları veya çocuklarla oyunlar, üzerinde konuşulabilir ve işlemlenebilir malzemeler sunar. Bu da travmatik deneyimin iç dünyadaki izlerine, parçalarına ilişkin konuşma, hatırlama, geçmiş anıyı bugünkü akıl ile yeniden gözden geçirip yüklerinden kurtulma şansı yaratır. Bunu çalıştığımız kişiler bazen doğrudan acı veren olayı değil ama semboller üzerinden duygularını ifade edebilir hale gelirler.
Bunları gerçekleştirme eylemleri ise kişiye özne olduğu, karar verebilen, eylemlerini seçebilen veya vazgeçebilen bir güce sahip olduğu gerçeğini yeniden keşfetme fırsatı sağlar. Hedeflenen durum da kişinin olayları unutması değil, hatırlamasına rağmen acıyı anıları arasında uygun şekilde düzenleyip yaşamına devam edebilmesidir. Sanat eylemleri bu işlemleme sürecini hızlandıran bir işlev görmektedir.
“Tırnaklarında kalıcı oje mi var?”
Psikososyal destekle ilgili deprem bölgelerinde gözlemlediğiniz eksikler ya da genel gözlemleriniz nasıl?
Ne yazık ki bölgeye hızlıca destek verebilmek amacı ile gönderilmiş olan deneyimsiz bazı genç meslektaşlarımızın hatta öğrencilerin de olduğunu biliyoruz. Bu kişilerin bir kısmı ikincil travma dediğimiz duruma maruz kaldılar.
Bir örneği panelde verdiğimi hatırlıyorum. Kendisine kayıpları ile ilgili soru soran yaşıtına depremzede bir genç kızın, “tırnaklarında kalıcı oje mi var?” diye cevap vermesi, genç psikolog için şaşırtıcı ve üzüntü veren bir deneyimdi. Kendini mesleki olarak değersiz hissetmiş ve hayal kırıklığı yaşamıştı. Süpervizyonda fark edildi ki, o depremzede genç kız travmatik yaşantısını doğrudan sorulan bir soruya cevap olarak vermek istemedi.
Yahut kayıp acısını inkar(!) edip yok sayarak yaşamda kalabilme konularına yönelmekte idi. Bunu değerlendirebilmek için deneyimin ve bilimsel donanımın gerekli olduğunu hatırlamış oluyoruz.
Kısaca söylemek gerekirse; travma ve yas çalışmaları özel uzmanlık alanlarıdır. Hizmete koşan her kişinin uzman olması mümkün değil elbette, ancak bilimsel ve etik denetim çerçevesinde çalışan kurumlar içerisinde çalışmacının da desteklendiği “yardım edene yardım” nitelikli düzenlemelerin olması gerekiyor.
Panelde dinlediğimiz çalışmalar; İstanbul Psikodrama Derneği, Yanındayız Derneği ve Sosyal Hizmet Derneği işbirlikleriyle yürütülmüş olan projelerde plan program, akış uygulama stratejileri ve raporlamalar ile nitelikli hizmetler verildiğine tanık olduk.
Soru: Sanatın, psikososyal destek sağlamadaki rolü ve stratejileri neler?
Psikososyal çalışmalar için her zaman ve her durumda uyulması gereken bir çerçeve bulunuyor. Çerçevenin niteliği psikoterapistin eğitim ve formasyon aldığı, kuramsal yönelimin belirlemiş olduğu kuralları içerir. Sanat terapileri veya sanatın kullanıldığı psikososyal çalışmaları da bu eğitimleri ve formasyonu almış olan profesyonellerce yürütülür.
Sanatın hangi dalı hangi tekniklerin nasıl ve ne zaman kullanılacağı da öncelikle ihtiyaç ve koşulların gerektirdiği şekilde planlanır.
Çalışmanın bireysel ve grup çalışması olarak planlanacağı farklı durumlar dikkate alınır. Zaman, çalışma mekanı, görüşme veya toplanma sıklığı, oturumların ne sıklıkta yapılacağı konusunda projelendirme ve planlamalar yapılır.
Psikososyal destek sağlanacak kişi veya grupların özellikleri, zihinsel ve duygusal kapasite, dil, etnik aidiyetler, inançlar, geleneksel özellikler ve benzeri verilerin dikkate alınması gerekir.
Örnek verecek olursak eline hiç kalem almamış birine resim yaptırmaya kalkışmak, Maraş’ın köyünde yaşamakta olan birine Mozart dinleterek iyi geleceğini düşünmek mümkün değil. İhtiyacın veya şikayetlerin ne zaman ortaya çıktığı, nasıl geliştiği, şu andaki durumun ne olduğu araştırılması gereken veriler olarak dikkate alınır.
Bu çalışmadaki çok yönlü sanatsal yaklaşımların katılımcıların iyileşmesine katkısı nasıl gerçekleşiyor? Çıkan ürünler neler?
Sanatla terapi çalışmalarında asıl hedefimiz ortaya sanatsal ürünlerin çıkması değil tabi ki, ancak ortaya çıkan ürünlerin somut ve üzerinde konuşulabilir nesneler olması çok değerli.
Ayrıca kalıcı nesneler olduğunda yeniden düşünme ve farkındalık için adeta canlı bir nesne niteliği taşıyor. Kişi dün yaptığı çamurdan bir heykele bugün bir elbise giydirmek veya dünkü resmi bugün başka bir akıl ve gözle görmek fırsatı bulduğu için çalışma ürünlerinin adeta “organik” olduğunu bile düşünebiliyoruz.
Zihinler değiştikçe atfedilen anlamlar da değişiyor. Bunun yanı sıra ürünlerin; resimler, kolajlar, heykeller, ortak tuval boyamaları, duvar boyamaları, birlikte oluşturulan öykü ve şiirler, sergilenerek etkilerin uzun zamana yayılması sağlanabiliyor.
Eğer estetik açıdan bakarsak planlı bir sergileme stratejisi ile topluma verilecek mesajlar da içerebiliyorlar. 6 şubat depremi sonrasında ve grizu patlaması sonrasında bu tür sergiler de yapıldı.
Depremler aynı zamanda kolektif travmalar olduğu için toplumsal onarıcılık, güçlenme, dayanışma için bu tür çalışmaların önemi nedir?
Depremler elbette kolektif travmalardır. Hep birlikte maruz kalınan depremler ülkenin bu tür doğal afetlere dair hazırlıklı ve planlı olmadığı durumlarda, kayıpların yanı sıra hayal kırıklığı ve şiddetli güvensizlik yaratıyor.
Yaşamda kalan insanlar yaşadıklarına pişman olacak kadar acı ve şiddetli öfke duyuyor. Sahipsiz kalma, çaresiz kalma durumu sonunda, yaşama motivasyonunu, yaşamda kalma ve devam etme arzusunu kaybederler.
Bu yüzden de özellikle kolektif travmalarda gruplarla çalışmak, çalışmaları planlı ve düzenli yürütmek, süreklilik ve ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara göre yeniden gözden geçirilip revizyonlar yapılması gerekir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi sanatın onarıcı, özneleştirici dışavurumcu gücü ile toplumsal hareketlenme, birlikte çözüm arama, işbirliği ve yeniden yapılanma arzusu doğar.
Deprem sonrası devam eden barınma sorunları, temiz suya erişim güçlükleri, kişisel hijyen malzemelerine erişim, eğitim güçlükleri vb.temel sorunlar devam ederken, sanat bu fiziksel ihtiyaçlara rağmen nasıl bir onarım, güçlendirme etkisi yaratabilir?
Tabi ki sanatın bu ihtiyaçları karşılama gücü yok, ama gücünü toparlayıp harekete geçebilen insanlar topluca haklarını arayabilir ve gerekli örgün siyasal reaksiyonları verebilir hale geliyorlar.
Depremde adalet arayışlarının yükseldiği bir ortamda sanatsal ifade ve dışavurumcu sanat çalışmalarının toplumsal ve bireysel iyileşme süreçlerine katkısını nasıl görüyorsunuz? Sanat, adalet arayışının bir parçası olarak da işlev görebilir mi?
Kesinlikle evet diye cevaplayacağım. Sanatla çalışmalarda insanlar maruz kalan pasif nesne konumundan çıkıp, talep eden, üreten, direnen, özneler haline gelebilir ve ihtiyaçlarının peşine sadece yakınarak değil, harekete geçip ayağa kalkarak reaksiyon verebilir.
TKP psikososyal destek grubundan çıkan şiir ve şarkıyı hatırlayalım; sonu üç kez tekrarlanan bu sözle bitiyordu: “harekete geç ve ayağa kalk!”
(AT/EMK)